Geçen gün Kadıköy’den Beşiktaş’a giden vapurda karşımda oturan adamın telefonu çaldı, “Şimdi vapur yanaşıyor…” dedi. Oysa daha yarı yolda, Kız Kulesi önündeydik.
Aynı gün Eminönü’nden bindiğim tramvayda ise yanımda ayakta duran adam çalan telefonunu uzun süre aradıktan sonra karşısındaki kişiye, “Şu anda İl Sağlık Müdürlüğündeyim İlker Bey. Oradan sizin oraya geçiyorum…” dedi. Tabii, konuştuğu kişi aslında nerede olduğu konusunda fikir sahibi değildi.
Belki Türkiye’nin tamamında demek haksızlık ve genelleme olur ama en azından İstanbul’da hayat “yalan” üzerine kurulu.
Elbette yukarıdaki örnekler için “masum” ya da “beyaz” yalan diyenler çıkacaktır ama sorun da bu zaten. Bu tür küçük yalan tuğlalarıyla örülüyor hayatımız, üstüne giderek büyük, daha büyük yalanlar biniyor.
Bakkal müşteriye, müşteri şefine, şef patronuna, patron bankasına, banka müşteriye, müşteri bakkala yalan söylüyor ve herkes yalan zincirine dolanıyor.
Yalan da hamileliğe benziyor: Ya söylüyorsunuz ya da söylemiyorsunuz, ortası yok.
Sorun, insanların birbirlerine saygı duymaması, kendi kusurlarını yalanla kapatmaya kalkması.
“Vapurdaki adam” örneğinde aslında söylemesi gereken sadece, “10 dakika sonra Beşiktaş’tayız”ken, “Şimdi yanaşıyoruz” diyerek kendisini bekleyen kişiyi aptal yerine koyuyor. Evet, bunu belki istemeden yapıyor ama sonuç bu oluyor.
Yalan söyleyen herkes o günü, o saati, o anı kurtarmaya çalışıyor hatta belki de kimi zaman bunu karşısındakini üzmemek için yaptığını iddia ediyor ama gerçeğin ortaya çıkmasının daha kırıcı, daha can yakıcı olduğunu nedense düşünmek istemiyor.
Malum, ünlü bir teknik direktörün söylediği gibi, “Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır…”
Yalan konusuna benim kadar kafayı takmış bir arkadaşıma ne düşündüğünü sordum, cevabı şöyle oldu:
“Gerçekleri toprağın altına gömsen bile, günü gelir filizlenir ışığa çıkar. Bunu bilmek erdemdir. Yalan, insanın nefsini bir anlık tatmini için başvurduğu aldatmacadır, uyuşturucudur. Yalanın üzerine hiçbir şey inşa edilemez. Doğru acı verdiğinde yalan devreye girer oysa yalanın acısı sonradan çıkar ve süreklidir. Vicdan ile yalan dost olmaya başlarlarsa insan, insanlıktan çıkar. Yaradılışı gereği, tüm canlılar hedefe en kestirme yoldan gitmeye çalışır, bu da yalanın kaynağıdır.”
Bir başkası ise, “İnsanlar korkudan yalan söyler” dedi; yani gerçeklerden korktuğu, gerçekle yüz yüze gelecek cesareti olmadığı için…
Kamuoyunda iyi tanınan bir psikoloğun da görüşünü almak istedim ve insanların yalan söyleme alışkanlığıyla ilgili ne düşündüğünü sordum. Komik olan (yoksa acı mı demek gerekiyor) cevabını göndereceğine söz vermesine karşın sözünü tutmadı!
Asıl düşündürücü olan yalanın ya da onun türevi olan verdiği sözü tutmamanın herhangi bir rahatsızlık yaratmaması. Yani bir işi yapacağına söz veren kişinin sözünü yerine getirmemesinden vicdani bir rahatsızlık duyması çok rastlanılır bir durum değil.
Tersine, yalan söylemek, sözünü tutmamak geçer kural oldu, dürüst olmak, sözünü tutmak ise saflık ya da enayilik.
İnsan yalan konusunda kafa patlatmaya başlayınca birden bir ışık yanıyor ve gerçeği görmeye başlıyor: Devletin vatandaşına bu kadar çok yalan söylediği bir ülkede yetişmiş olmamızın da yalan alışkanlığımızdaki katkısını göz ardı etmememiz gerekiyor!