Postmodernizm dünya ekonomisi, liberal demokrasi, kapitalizm ve teknolojide kimilerine göre olumlu, kimilerine göre de olumsuz gelişmeler getirdi.
Bir yanda kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal özgürlükler, diğer yanda bilginin denetlenmesi, işlenmesi ve iletilmesiyle sosyal medya benzeri ögelerle beslenen ve belirlenen toplumlar ortaya çıktı. Bu stres yüklü çağ bizi benliğimizden uzaklaştırmaya başladı.
Dünyada olan bitenlere baktığımda, postmodernizmle dünyanın küçük bir modeli şeklinde bir araya gelmiş insanlar görüyorum. Çoğu ne yaptığının farkında değil.
Bir konuda bir şeyler anlatıyorum, karşımdakinin o konu hakkında bilgisi yoksa söylediklerimin doğruluğunu teyit etmek için hemen arama motorlarına bakıyor. Bilgi sanal bir ağ üzerinde dolaşıyor, orada geçerli ve değerli. Bu da bize dünya sanki elimizin altındaymış hissi veriyor. Dijital teknolojiler, telekomünikasyon endüstrisi, sosyal medya, cep telefonları ve kredi kartları gibi pek çok teknolojik aracın yarattığı sanal toplum anlayışında postmodern alışkanlıklar yaratıyor.
Eğer anlattıklarım sıradan gündelik konular değilse, örneğin hayatın anlamı üzerine konuşuyorsam, felsefeden bahsediyorsam insanların hoşuna gitmiyor hatta kızıyorlar. Onlar istiyorlar ki hep kazandıkları paralarından, aldıkları yeni arabalarından, evlerinden ve yatırımlarından bahsedelim.
İnsanlar, aslında kendilerinin sorumlu olması gereken konularda, mesela çevreye verdikleri zararların konuşulmasından, eleştiri konusu yapılmasından da hoşlanmıyor, kızıyor.
Bazı insanların hayata dair bilinç seviyelerinin çok düşük olmasına rağmen yüksek bir öz güvene sahip olmasını ben kaybedecek hiçbir şeylerinin olmamasına bağlıyorum. Bu insanların bu kadar kendilerinden emin olmasının sebebi bilmediklerini bilmemeleri. Sahip oldukları bilgi kırıntılarını çok değerli kabul ediyorlar. Bu da onların cesaretine ve öz güvenine yansıyor.
Başkasının zarar görmesiyle mutlu olabilenlerin çağındayız. Herkes doğru ya da yanlış olduğuna bakmadan fikirlerini sanal alemde paylaşabiliyor. İşin kötüsü, teknolojinin de yardımıyla bu insanların seslerinin çok fazla çıkması ve kendilerine taraftar bulmaya başlamaları.
Şimdi bu olayın biraz kültürel yanlarına değinelim…
İçinde bulunduğumuz kültürel yapı bazı davranışları yapmamızı mümkün kılarken bazılarını da imkansız hale getiriyor. Birey olarak bizim isteklerimiz kültürel yapıyla sürekli bir çatışma halinde. Bir yanda beynimizin ürettiği istekler, diğer yanda bu isteklerin yerinin olmadığı kültürel yapı arasında çatışma yaşanır. İşte bu noktada birey bazı zamanlarda aslında yapması mümkün olmayan ama toplum tarafından kabul edilmesini sağlayacak işlere soyunur yani sahip olmadığı yetenekleri ve özellikleri sergilemeye çalışır.
Her ne kadar literatürde postmodernizm dünyada geriliğin, yoksulluğun, bilgisizliğin ve cehaletin ortadan kalkması anlamına gelse de bu sadece kağıt üzerinde böyle.
Muriel Barbery “Kirpinin Zarafeti” romanında, “Postmodern bir düşünür olmaktansa düşünen bir keşiş olmak yeğdir” der.
Zeki insanlar kendilerini hafife almaya, akıllılar sade olmaya, yetenekliler eksikliklerini geliştirmeye, cahiller ise kendilerini mükemmel görmeye eğilimlidir.
Görsel: Polonya’nın Sopot kasabasında bir bina.