Kamuoyunun gündeminde ilk sırada yer alan Akbelen Ormanı’nın tahribatı konusunun geçmişten bugüne kadar geçen sürede bir bütün halinde incelenmesinin elzem olduğunu düşünenlerdenim. Akbelen Ormanı’nın kaderinin, bundan kırk küsür yıl önce alınan Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali’nin yapım kararı ile çizilmiş olması geçmişe bir yolculuk yapmamızı gerektiriyor.
Yazımıza Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin teknik özelliklerini ve çalışması için gerekli kömür miktarlarını inceleyerek başlayalım. Basında sıkça Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali olarak tek bir santralmiş gibi adlandırılsa da bölgede aslında iki termik santral var. Bu santrallerden denize yakın olanının ismi “Kemerköy Termik Santrali,” denize göreceli daha uzak olan santralin adı ise “Yeniköy Termik Santrali”.
Her iki termik santralin kurulma nedeni bölgede bulunan linyit rezervleri. Bölgedeki kömür madenleri ile ilgili ilk çalışmalar, 1956 yılında Dr. Kari Nebert tarafından başlatılmış. Sonrasında ise birçok sondaj yapılarak oluşturulan 30 yıllık işletme planlarına göre bölgede kurulması muhtemel termik santralin fizibilite raporları hazırlanmış.
Kemerköy Termik Santrali her biri 210 MW kurulu güce sahip 3 üniteden oluşuyor. Toplam olarak 630 MW kurulu güce sahip. Yeniköy santrali ise her biri 210 MW kurulu güce sahip 2 üniteden oluşuyor. Yeniköy Santrali de toplamda 420 MW kurulu güce sahip, yani iki santralin toplam kurulu gücü 1050 MW.
Her iki termik santralde de linyit kullanılıyor. Linyit fosil yakıtlar içerisinde en düşük ısıl değere sahip yakıt türü. Bölgedeki linyit kömürünün ısıl değeri 1656 kcal/kg ile 2322 kcal/kg arasında değişkenlik gösteriyor.
Termik yakıtın “millî” olması ve enerji üretiminde Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltmasının getireceği ekonomik faydalar nedeniyle, ilk olarak 1986-1987 yılları arasında Kemerköy Termik Santrali devreye alındı. Yeniköy Santrali’nin devreye alınması ise 1994-1995 yılları arasında gerçekleşti.
Adı geçen iki santralin günlük toplam linyit kömürü ihtiyacı 35 bin 200 ton. Bu ihtiyacı karşılamak için bölgedeki kömür madeni açık maden formunda kazılıyor. Yani madene ulaşmak için üzerindeki toprağın sıyrılması, toprak üzerinde ağaç, ev, köy, yerleşim yeri vs. ne varsa kaldırılması gerekiyor.
Gazete Duvar’dan Cihan Başacıkoğlu’nun haberine göre, yapım kararı alınmasından itibaren tepkilere neden olan Kemerköy Termik Santrali’ne karşı ilk olarak Milas Gökova’da bulunan Türkevleri Köyü’nün kadınları 12 Ekim 1984 tarihinde nöbet eylemi başlattı. Yirmi gün boyunca köy girişinde direnen kadınların eylemi, birçok medya organında yer aldı. Aynı yılın 18 Kasım’ında ise “Gökova’ya santral yaptırtmayız” diyen Halkçı Parti Genel Başkanı Necdet Calp’e Başbakan Turgut Özal’ın yanıtı da hafızalardan silinmedi. Özal, “Köprüyü sattırmayız diyorlardı, sattık. Bu santrali de yaparız” dedi. Birçok gazete Özal’ın sözlerini manşetine taşıdı.
Mehmet Aslan’ın Enerji Günlüğü’nde yer alan “Özal kömür santrali için gazetecileri nasıl ikna etmişti?” başlıklı yazısı okunmaya değer. Özal gazetecilere Yatağan Termik Santrali’ni gezdirmiş, santralin kirlilik yaratmadığını, bacasından çıkan atık gazın ne kadar düşük emisyon içerdiğini anlatmış ve zamanın gazetecilerini bir şekilde ikna etmiş.
1984 yılında santralin yapım kararı alındığı zaman, bölgedeki kömürün bu santral için çıkarılacağı, kömür madeninin bulunduğu alanın kazılacağı ve bölgedeki bitki örtüsünün yok edileceği belliydi. Yoksa santral için dokunulan alan ve maden için dokunulan alanın kıyaslanması bile abes.
Haliyle 1984 yılından bu zamana termik santraller için gerekli kömür çıkarıldıkça bölge çölleşmiş. Bu acı gerçeği görmek için uydu resimlerine bakmak yeterli.
Resimde yer alan beyaz alanlar kömür çıkarılan alanları gösteriyor. Kömür çıkarmak için yeşil alanlar üzerinde yapılan tahribat bugünün konusu değil; 1984 yılından bugüne süregelen bir durum.
Üstteki uydu görüntüsü ise, yeşil alan tahribatının özelleştirmeyle de ilgisi olmadığını gösteriyor. Nitekim özelleştirmenin gerçekleştiği 2014 yılından önce de maden çalışmaları sebebiyle bölge çölleşiyor ve yeşil alanlar zarar görüyordu.
Geçen hafta bir tweet ile derdimi anlatmak istedim. “Mesele ağaç meselesi değil, olmamalı, mesele şu anda kömür santralinin kapatılması da olmamalı” dedim ve çevrecilerin tepkisini çektim. Oysa amacım onlara yol göstermekti. Çünkü şu an yürüttükleri mücadele zaten aslında 1984 yılından beri veriliyor ve görünen o ki bu argümanlarla bir arpa boyu ilerleme sağlanamıyor.
Termik santrali işleten şirket, kömür alanı üzerinde imtiyaz sahibi ve haliyle santrali işletmek için bu kömürü çıkarmak isteyecektir. Kömürü çıkarmak için de yeşil alanların tahrip edilmesi ve hatta zaman zaman köylerin tahliye edilmesi gerekecektir.
Çevreye duyarlı insanlar bölgeye giderek yöre halkına destek veriyor ve isteklerini şu şekilde sıralıyor:
(i) Termik santralin yeni sahalara ulaşması için yapılacak toprak tahribatının derhal durdurulması
(ii) Dolayısıyla kömür santralinin kapatılması (haliyle, çünkü kömür olmazsa santralin çalışması mümkün değil)
(iii) Karbon emisyonu yüksek olan yerli kömür yerine yenilenebilir enerji kullanılması.
Benzer duyarlılıklara sahip olsam da olaya maalesef onların baktığı açıdan bakamıyorum. Sebeplerini kısaca açıklayayım:
Evet ben de “ağaçlar kesilmemeli, termik santral de kapatılmalı” diye düşünüyorum ama bu düşüncenin “termik santral derhal kapatılmalı” söylemiyle dillendirilmesini çok sakıncalı buluyorum.
Bir parça düşünelim; diyelim ki hükümet çevrecilere hak verdi, santralin kapatılması kararı aldı. Peki, soruyorum: Bu durum yöre halkı hariç en çok kimin menfaatine olur?
Cevaplayalım, mevcut termik santralin işletmecisine. Nedeni çok açık: Termik santrale yatırım yapmış, para yatırmış, karşılığında bilmem kaç yıl boyunca elektrik satmak için kömür madenleri üzerinde imtiyaz sağlamış şirket, uğradığı zararın tazmini için devlete dava açar. Ve emin olun kesinlikle kazanır.
Bu sebepten, meselenin başka bir boyutundan hareketle incelenmesi ve o kısmın öne çıkarılması taraftarıyım. Benim ısrarla üzerinde durduğum konu, Akbelen Ormanı’nın neden tahrip edilmek istendiğiyle direkt ilgili. Çünkü mevcut kömür rezervleri tükendiği için işletmeci şirket yeni alanları kazıyor.
İşte tam da bu noktada, “hayır, yeter kazdığın, artık kazamazsın” demek pek bir şey ifade etmiyor, sonuçta zaten çok büyük bir alan tahrip olmuş. Dolayısıyla savunulması gereken tez, “Santral derhal durdurulsun” tezi yerine, “Yeni alanlara ihtiyacınız olduğundan ilerlemek istiyorsunuz, ancak eski tükenmiş alanları olduğu gibi terk ettiniz. Bu bölgeler tamamen çöle döndü, o bölgeden kaldırdığınız tarım toprağını yerine koymadan, o bölgeyi tam anlamıyla rehabilite etmeden ilerleyemezsiniz” olmalı.
İspat etmem mümkün değil ama toprak üzerinde yapılan her türlü işlemde kaldırılan tarım toprağının yerine geri konma şartı işletmecinin sözleşmesinde yer alıyor olmalı. Eğer böyle bir şart yoksa bu konuya sözleşmede yer vermeyenler açıklama yapmak zorundadırlar.
Özetle “Termik santral derhal kapatılsın” söylemi yerine, “tükenen kömür madeni alanlarına oradan kaldırılan tarım toprağı geri getirilerek bölgenin rehabilite edilmesi gerekiyor” söylemi kullanılmalı. Açıkçası maden alanları için kazı yapılırken bölgedeki tarım toprağının özenle kaldırılıp bir yere istiflendiğini hiç düşünmüyorum.
Yerli kömür işletmeciliğini kârlı kılan konuların başında, kömür madeni tükendikten sonra o bölgeden alınan tarım toprağının tekrar bölgeye taşınmaması geliyor. Taşınsınlar bakalım, yerli kömür bu derece kârlı bir yatırım olacak mı?
Peki ne dersler çıkarmalıyız?
-Yerli kömür santrallerin çok kârlı olduğu tezi tam olarak doğru değildir ve projeden projeye farklılık gösterebilir. Özellikle de yeşil alanların emdiği sera gazları fiyatlandırılırken. Maden nedeniyle kaldırılan tarım topraklarının tekrar yerine taşınmasının maliyeti, bu tip yatırımlara karar verilirken mutlaka dikkate alınmalı. Ve her ne kadar çok zor olduğu söylense de insan hayatının bedeli ile.
-Kırk yıl önce Özal’a “Ama köyümüzü yok edecekler” diyen kızımız haklı, “Köyüne bir şey olmaz” diyen Özal haksız çıktı.
-Termik santrallerde (özellikle açık maden alanı kullanılan santraller) konu sadece emisyonla sınırlı değil. Maden alanlarının tahrip edeceği alanlar da halka proje başlangıcında detaylı olarak anlatılmalı.
-Santrali ve madeni savunan Özal’ın dostlarına “Ben bu kadar alanın böyle tahrip olacağını bilmiyordum” dediğine ilişkin söylenti, eğer doğruysa, aslında karar vericilerin dahi yatırımların artısını ve eksisini tam olarak değerlendiremediğini gösteriyor.
-Kömürden çıkış, bir enerji stratejisi olarak çok detaylı biçimde ele alınmalıdır. Kolay bir iş değildir, çok zordur. Sadece bizim çıkmamızı değil, ekonomik olarak yarıştığımız rakiplerimizin de çıkmasını gerektirir. Doğal gaz fiyatı arttığında gözünü kırpmadan anında kömüre dönen rakipleriniz olduğu sürece, kömürden topyekûn çıkış kararını almak da o kadar kolay olmayacaktır.
Mehmet Doğan, uluslararası enerji uzmanı
Manşet fotoğrafı: Hüseyin Çağlayan-Evrensel