Halkına, iki hafta boyunca tanıttığım İsviçre ile benzer bir yaşam standardı sağlayan başka bir Avrupa ülkesi daha var: Danimarka.
Daha önceleri, turistik veya iş, son 10 yılda ise aile ziyaretleri nedeniyle sık sık gittiğim İsviçre gibi, Danimarka’ya da benzeri nedenlerle pek çok seyahat yaptım.
İTÜ Gemi İnşa Bölümü’nden mezun olduktan sonra Türkiye’de iş bulmakta zorlanan amcam 1954’te İsveç’e gidip Malmö’deki Kockums tezgahlarında sekiz yıl çalıştıktan sonra 1962’de Danimarka’ya geçmiş ve Maersk’in o zamanlar Odense limanında olan mühendislik ofisinde iş bulmuştu. O nedenle ben de 1970’ten itibaren sık sık Danimarka’ya gitmeye başlamıştım.
O yıllarda Danimarka ile Türkiye arasında direkt uçuş yoktu. Belgrad aktarmalı olarak İskandinavya Hava Yolları (SAS), o zamanki adıyla Yeşilköy’e uçardı ve biletler son derece pahalıydı. Ben de Danimarka’ya uzun yıllar öğrenci bileti ile THY’nin o zamanlar en kuzeydeki uçuş noktası olan Frankfurt üzerinden giderdim.
Frankfurt’tan trenle Hamburg’a geçer, oradan 17.10 trenine binerdim. 21:00 civarı amcamın oturduğu Danimarka’nın üçüncü büyük kenti olan Odense’nin istasyonuna varırdım. Amcam da beni istasyonda karşılardı. Daha sonraki yıllarda THY Kopenhag’a uçmaya başlayınca Danimarka’ya ulaşım kolaylaştı. Hatta son seyahatlerimde THY ile birkaç kez Billund ve Danimarka’nın kuzeyindeki Aalborg’a bile direkt uçtum.
15 yaşında başladığım bu seyahatler, Şubat 2016’da amcamın cenazesini İstanbul’a getirmek üzere yaptığım seyahatle sona erdi. 46 yıl boyunca değişik dönemlerde gittiğim bu ülkeyi üç bölümlük bir yazıyla size tanıtmaya çalışacağım. Yer yer de İsviçre ile kıyaslayacağım.
Danimarka’nın yüzölçümü 43,098 kilometrekare, nüfusu 5,600,000 civarında. Önceki yazılarımdan bir hatırlatma yaparsam, İsviçre’nin kapladığı alan 41,285 kilometrekare ve nüfusu 8,740,000. Danimarka’nın nüfusu beni gittiğim 56 yıl içerisinde göçmenler dahil sadece 530 bin civarında artmış. Danimarka’da nüfus yoğunluğu kilometrekareye 130 kişi iken İsviçre’de 211.7. Nüfusun % 86’sı Danimarka kökenli. Bunların içerisinde Almanlar gibi tarihsel olarak bu bölgede yaşamış olan etnik azınlıklar da var. Son altmış yılda gelen yabancı nüfusun oranı ise %14. Bunların içerisinde en büyük nüfus 77,845 kişiyle Türkiye’den göç edenler. Polonyalılar ve Suriyeliler ikinci ve üçüncü sırayı alıyor.
2020 rakamlarına göre toplam nüfusun %74.4’ü Danimarka’nın Protestan kilisesine kayıtlı. Ancak düzenli kiliseye gidenlerin oranı %3. Halkın %20’si kendini ateist olarak tanımlıyor. Üçüncü sırada %4.4 ile İslam geliyor. Bunların büyük çoğunluğu Türkiye veya Suriye kökenli.
İsviçre dağlarıyla tanınmış bir ülke iken Danimarka ise dümdüz. En yüksek noktası Jutland Yarımadası’nın ortalarında olan Möllehöj tepesinin rakımı sadece 171 metre. Benim İstanbul’da evimin penceresinden baktığımda gördüğüm bazı binalar Möllehöj’den biraz daha yüksek. İsviçre denizle bağlantısı olmayan bir ülke iken Danimarka Jutland dışında tamamen adalardan oluşuyor. 7314 km sahili var. Türkiye’nin ise 8942 km.
Danimarka’da 1400 civarında ada var. Bunlardan en büyüğü başkent Kopenhag’ın da yer aldığı Zealand. Jutland’ın kuzeyindeki Kuzey Jutland (Nörrejyske) ikinci büyük adası. Üçüncü büyük ada ise ülkenin ortasında ve amcamın 55 yıl yaşamış olduğu Odense kentinin yer aldığı Funen adası.
Kişi başı milli gelirde (GNP/capita) İsviçre dünyada 5. Danimarka ise 10. sırada ve IMF’e göre bu rakam 2023’te 68,827 dolar. İsviçre’nin daha zengin görünmesinin nedeni, büyük olasılıkla Danimarka’da olmayan büyük finans sektörü ve daha yoğun olan imalat sanayi. Türkiye ise 72. sırada…
2018-2019 yıllarını esas alarak IMF’in hazırladığı tablolara bakarsak, Türkiye’de 0,418 olan Gini katsayısı, İsviçre’de 0,331, Danimarka’da ise 0,275. Gini katsayısı 0 ila 1 arasında değişiyor ve bu rakam 1 olduğunda, tüm gelir (zenginlik) ülkede bir kişide toplanmış anlamına gelirken, 0 olması gelirin herkese eşit dağılmış olduğu hipotetik bir durumu gösteriyor. Yukarıdaki değerlere bakınca Danimarka’da gelir (refah) topluma neredeyse eşit dağıtılırken, İsviçre’nin de oldukça eşitlikçi bir toplum olduğu ortaya çıkıyor. Türkiye’de ise zaten düşük olan kişi başına milli gelirin belli bir zümrede toplandığı, toplumun önemli bir bölümünün büyüme gerçekleşen yıllarda bile refahının artmadığı anlaşılıyor. Nedeni tabii ki kötü yönetim, hırsızlık, yolsuzluk, kurnazlık ve köşe dönücülük…
Geçen yazımda da belirttiğim gibi, İsviçre yolsuzluğun en az olduğu ülkeler arasında dördüncü sırada yer alırken, Danimarka dünyanın yolsuzluk algısı en düşük olan ülkesi. Tam anlamıyla temiz toplum.
Nitekim Francis Fukuyama, 2011’de yayınladığı ve 2018’de Türkçeye “Siyasal Düzen ve Siyasal Çürüme” adıyla tercüme edilen (The Origins of Political Order), daha sonra 2016’da yayınladığı ve 2018’de Türkçeye “Siyasal Düzenin Kökenleri” (The Origins of Political Order) olarak tercüme edilen kitaplarında, ‘Getting to Denmark’ diye bir deyim kullanıyor. Bu deyimi, ‘Danimarka düzeyine ulaşmak’ veya ‘Danimarka gibi olabilmek’ diye tercüme etmek mümkün.
Fukuyama bu deyimi, stabil, barışçı, refah içerisinde, kapsayıcı ve namuslu bir toplum yaratmak anlamında kullanmış. Danimarka’da insanlar ilk tanıştıkları kişilere, aksi ispat edilene kadar güven duyarken (bu İsviçre için de geçerli), Türkiye’de tam tersi; bizim toplumumuzda aksi ispat edilinceye kadar kişiye şüphe ile bakılıyor. Aynı durum devletle olan ilişkilerde de geçerli. Türkiye’de halk devlete, devlet de halkına güven duymazken, Danimarka’da devlete duyulan güven en üst düzeyde. Devlet de halkı potansiyel suçlu olarak görmüyor.
Fukuyama bu ülkelerin yüksek güven toplumları olduğunu, Türkiye gibi ülkelerde ise düşük güvenin söz konusu olduğunu, o nedenle aile bağlarının, nepotizimin ön plana çıktığını vurguluyor. Bizim gibi toplumlarda aşiretlerin, aynı vilayetten (memleket), mezhepten olmanın, hatta tarikatlara girmenin de devlete olan güvensizlikten kaynaklandığı söylenebilir.
Danimarka’nın para birimi Danimarka Kronu (DKr). Bir Avrupa Birliği ülkesi olmasına rağmen Danimarka Euro’yu para birimi olarak kabul etmemiş. Ancak, para biriminin değerini 1 euro=7.45DKr olarak sabitlemiş durumda.
Danimarka’nın üç büyük kenti var. Sırasıyla, Başkent Kopenhag, Aarhus ve Odense. Kopenhag’ın kent merkezinin nüfusu 1,366,000. Metropolitan bölgesinin ise 2,135,000. Yani toplam Danimarka nüfusunun %38’i Kopenhag’ta oturuyor. Bu oran, İstanbul’un Türkiye içerisindeki nüfus oranının (%18.6) iki katından fazla.
Göç konusu bizdeki kadar vahim olmasa da Danimarka için de bir sorun. Türkler Danimarka’ya en iyi entegre olmuş gruplar içerisinde, zira gelişleri 1960’lara kadar geriye gidiyor. Ülkeye kısa sürede hızlı bir Türk nüfus girişi olmamış.
Kopenhag Limanı’ndaki, Hans Christian Andersen’in bir masalından esinlenerek yapılmış deniz kızı heykeli
En sorunlu olanlar Suriyeliler. Oldukça farklı bir kültürden gelmelerine ek olarak, bizde de olduğu gibi çok kısa bir zaman diliminde ülkeye giriş yapmışlar. Savaştan kaçtıklarından da kendi dertleriyle gelmişler. Eğitim düzeyleri de oldukça düşük. Bu akışı durdurmak için, bir Shengen ülkesi olmasına rağmen, Danimarka bir süre Almanya ile olan kara sınırını kapatmış. Ayrıca ırkçı akımlar güçlenmiş, ırkçı partiler politikada etkin olmaya başlamışlar. Bugün bu hala devam ediyor.
Danimarka’nın ikinci büyük kenti 270,000 nüfus ile Jutland’ın doğu sahilindeki Aarhus. 8.yüzyılda kurulmuş bir kent. Şehri Viking’ler kurmuş. Günümüzde hizmet sektörü ve bilim temelli 21. yüzyıla uygun bir ekonomisi var. Aarhus Üniversitesi bu başarıda öncülük ediyor. Rüzgar santralleri ve biyoteknoloji konusunda dünya çapında şirketlerin merkezleri burada.
Üçüncü büyük kent ise 180,000 nüfusuyla Odense. 10. yüzyılda kurulan kentin de kökleri Viking dönemine kadar uzanıyor. Kentin adı İskandinavya’nın o dönemlerdeki en önemli tanrısı Odin’den geliyor. Ancak bence Odense’nin en önemli özelliği Danimarka’nın dünya çapındaki hikaye yazarı Hans Christian Andersen’in doğduğu yer olması.
Devam edecek…
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.