12 Mart 1971 darbesinden sonra ilk genel seçim 14 Ekim 1973’te yapıldı. Seçimlere Adalet Partisi (AP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iki büyük rakip olarak girecekti. Süleyman Demirel başkanlığındaki AP’nin seçimleri kolaylıkla kazanması ve tek başına iktidar olması bekleniyordu.
Ben o zamanlar, okuduğum Alman Lisesi’nin son sınıfındaydım. Türkiye ve dünyadaki olaylara yakın ilgi duyuyordum ama önceliğim liseyi bitirmekti. Zaten ailem de beni oldukça zorlu geçeceğini bildiğimiz bitirme sınavlarını vermem ve Türkiye’de, olmazsa Almanya’da bir üniversiteye kabul edilmem için sürekli motive ediyor, destek çıkıyordu. Endüstri mühendisliği okumak istiyordum.
Okulun son yılı başladığında partiler de seçim kampanyalarına başlamıştı. AP’nin genel başkanı, darbe öncesinin başbakanı Süleyman Demirel halkı komünizmle korkutuyor, başta barajlar olmak üzere döneminde yapılan altyapı yatırımlarını anlatarak seçmenden oy almaya çalışıyordu.
AP alt düzeyde, köylerde ve kahvelerde kara bir propaganda daha uyguluyordu. Uzun yıllardır yapılan bir propagandaya göre, CHP iktidara gelirse ülkeye komünizm gelecek, o zaman da evin beyi akşam eve geldiğinde, vestiyerde başkasının şapkasını görürse, evi terk edecek, geceyi, bulabilirse vestiyere daha şapka asılmamış başka bir evde, başka bir hanımla geçirmesi gerekecekti. Komünizmde her şey paylaşılacaktı ne de olsa…
1972’de İsmet İnönü’nün istifa etmesi sonucu CHP’nin başına geçen Bülent Ecevit ise ‘insanca, hakça bir düzeni’ savunuyordu. ‘Toprak işleyenin, su kullananın’ Ecevit’in en popüler sloganlarından biriydi, ama köylü ağırlıklı bir tabanı pek yoktu. 1963’te Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yaptığı dönemde, işçilere sendikalaşma hakkı getiren kanunun geçmesine önayak olduğu için bu kesim ve entelektüeller arasında desteği vardı. Ancak, en başta da belirttiğim gibi, seçimin favorisi AP ve Süleyman Demirel’di.
Seçimden birkaç gün önce CHP’nin İstanbul-Taksim’de mitingi olacaktı. Ben de CHP’ye büyük sempati duyuyordum ve Bülent Ecevit’in söylemlerine hayrandım. O zamanlar 21 yaşında seçmen olunabiliyordu ve ben henüz 18 yaşında olduğumdan oy kullanma şansım yoktu; ama yine de Ecevit’in bu mitingine gitmek istiyordum.
Miting saat 13:00’te başlayacaktı. Okuduğum lise Tünel’de eski evlendirme dairesinin hemen yanındaydı, ama dersler saat 13:15’te sona erdiğinden katılmam normal şartlarda olanaksızdı.
O gün saat 12:30’da başlayan son ders kimyaydı. Derse Alman hocamız Herr Sorg geliyordu. Ders, okulun alt katındaki kimya laboratuvarında yapılıyordu. Hayatımda ilk kez ders kırmaya karar verdim. Laboratuvara girdikten sonra, daha hoca gelmeden, arka pencereyi açarak, tahminen bir buçuk metre aşağıdaki arka bahçeye önce çantamı attım sonra da kendim atladım.
Okulda, bazen beş altı ders boyunca süren uzun sınavlar olurdu. Bu sınavları erken bitiren öğrenciler kağıtlarını hocaya teslim ettikten sonra, son ders zilini beklemeden eve giderlerdi. O nedenle, kapıdaki bekçiler son ders içerisinde dışarı çıkan tek tük öğrenciye müdahale etmezdi. Ben de kendilerine iyi günler dileyerek ana kapıdan dışarı çıktım. Yokuşu tırmanıp İstiklal Caddesi’ne çıktım ve kah hızlı yürüyerek, kah koşarak Taksim’e doğru yöneldim. Ağa Cami önlerine geldiğimde kalabalıktan artık zorla ilerlenebiliyordu. Güç bela İstiklal Caddesi’nin Taksim girişindeki Fransız Konsolosluğu’nun önüne geldim.
Maksim’in önüne vardığımda Gezi Parkı’nın Taksim Meydanı’na bakan merdivenlerinin üstündeki sahanlığa bir kürsü kurulmuş olduğunu gördüm. Henüz Ecevit kürsüye çıkmamıştı. Yavaş yavaş bugünkü The Marmara otelinin köşesine, Kazancı Yokuşu’nun başına ulaştım. Tüm meydanı ve Taksim’e açılan sokakları doldurmuş olan son derece ateşli katılımcılar, sol yumruklarını havaya kaldırmış sloganlar atıyordu. Acaba gerçekten komünizm mi geliyordu?
Derken kürsüden balonlar uçurulmaya başlandı ve sahneye Şenay (Şenay Yüzbaşıoğlu) çıktı. Yanında Bülent Ecevit vardı. Halk çılgınca alkışlıyordu. Ve Türkiye tarihinde ilk kez, bir miting öncesi bir ses sanatçısı şarkı söylüyordu; ‘Hayat Bayram Olsa’…
Daha sonra Bülent Ecevit yoğun tezahürat arasında konuşmasını yaptı. Hem içerik, hem hitabet gücü çok etkileyiciydi. Klasik mavi gömleğiyle kendisini ilk kez izledim ve çok etkilendim. Mitingin o zamanın teknolojisiyle çekilmiş kısa bir filmini aşağıdaki linkte sunuyorum. (*)
Ertesi sabah okula gittiğimde ilk derse gelen Alman hocalarımdan biri bana, okulun Türk müdür yardımcısı Adnan Tolun’un odasında beni beklediğini söyledi. Okuldan kaçtığım fark edilmişti ve disiplin kuruluna sevk edilmiştim. Ortaokul ve liseyi kapsayan sekiz yıllık okul yaşamımda ilk kez böyle bir durumla karşı karşıyaydım.
Odaya girdiğimde, Adnan Bey’in yanı sıra diğer iki müdür yardımcısı Herr Schlesselman ve Herr Stolzenberg’in de olduğunu fark ettim. Öğrenci işlerinden bir Türk hanım da tercüman olarak bulunuyordu.
Adnan Bey, bize tarih derslerine de gelmiş, beni tanıyan, kendisiyle hiç bir sorunum olmayan bir kişiydi. Ancak, okulda sertliğiyle tanınırdı. Uzun saçlı erkekleri yakalar, berbere götürür, sabah ilk dersi kırıp yakın kahvelerde tavla oynayanları basardı. Herr Stolzenberg ise geçmişte birkaç yıl sınıf hocamız olmuştu. Aramız oldukça iyiydi.
Adnan Bey bana sert bir şekilde niye okuldan kaçtığımı sordu. Disiplin kurulu kararıyla okuldan üç gün uzaklaştırma almam, ayrıca bu durumun dosyama işlenmesi, bir yerde sabıkalı olmam söz konusuydu. Darbe dönemi Milli Eğitim Bakanlığı bu işleri çok sıkı tutuyordu ve Adnan Bey de bu kurallara uymak zorundaydı.
Doğal olarak alttan almam ve özür dilemem gerekirdi. Ancak benim disiplin kuruluna çıkmak gibi bir deneyimim yoktu. Ayrıca tüm lise yıllarında sınıf sözcülüğü yapmış, idareye karşı sınıfın haklarını savunmuş biriydim. Başta annem ve babam olmak üzere ailemde pek çok avukat da vardı. Ek olarak, biraz gençliğin verdiği cesaret, biraz da mitingde duyduğum demokrasi ve özgürlük ağırlıklı konuşmalar nedeniyle olacak o anda kendimi savunmaya karar verdim.
Savunmam şu şekildeydi:
“18 yaşındayım, her Türk genci gibi Türkiye’nin siyasal yaşamını izliyorum. Seçimler öncesi Taksim’de yapılan ve ülkemin yeniden demokrasiye dönmesine yönelik konuşmaların yapıldığı bu mitinge katılmam nedeniyle beni disiplin kuruluna çağırmanız doğru değil. Ben okuldan tavla oynamak için ayrılmadım. Ülkesinde olup bitenleri yakından takip eden bir öğrenciniz olması sizleri de mutlu etmeli diye düşünüyorum.”
Adnan Bey yüzüme bakmaktan vazgeçmiş, önüne bakıyordu. Tercüme sonucu Herr Schlesselmann şaşırmış gibi görünürken, Herr Stolzenberg sanki gülmemek için kendini zor tutuyordu. Adnan Bey yine sert bir şekilde odadan çıkabileceğimi söyledi. Ben de cezamın bana tebliğ edilmesini beklemek üzere sınıfıma geri döndüm.
Disiplin kurulunun aldığı herhangi bir karar bana hiçbir zaman tebliğ edilmedi… Hâlâ bekliyorum.
Seçimi de sürpriz bir şekilde CHP kazandı, AP’nin halkı korkuttuğu komünizm de gelmedi. CHP Milli Selamet Partisi ile koalisyon kurdu. Bülent Ecevit’in başbakan, Necmettin Erbakan’ın ise başbakan yardımcısı olduğu bu koalisyon hükümeti, kısa süren yaşamında, önce ABD’nin 12 Eylül darbesi esnasında yasaklattığı Afyon ekimini yeniden serbest bıraktı, ardından da o günlerin çok kısıtlı şartlarında Kıbrıs Barış Harekatı’nın başarıyla sonuçlanmasını sağladı.
Manşet fotoğrafı: http://sekerinyeri.wordpress.com
(*) https://www.izlesene.com/video/bulent-ecevit-1973-taksim-mitingi/9326193