Doğa, ister mikroorganizmalar gibi küçük ölçekte, ister jeolojik oluşumlar gibi büyük ölçekte olsun, sürekli yenilenme ve dönüşme eğilimindedir.
Jeolojik oluşumlar, erozyon ve ayrışma gibi dış etkenler nedeniyle zaman içinde değişebilir ancak bu değişim, canlılarda görülen türden tipik bir biyolojik evrim değildir.
Doğanın en temel özelliklerinden biri olan dönüşüm, evrim teorisinin de temel bileşenlerinden biridir. Doğa, canlı ve cansız varlıklar arasında bir denge kurmaya çalışırken, canlılar da hayatta kalabilmek için elverişli koşullar yaratmaya çalışırlar.
Canlıların hayatta kalma şanslarını artırmak için doğal ortama uyum sağlama yeteneklerini geliştirmelerine evrim diyoruz. Buna göre evrim, genetik çeşitlilik, doğal seçilim, mutasyon, çevresel koşullar ve kalıtımsal sürüklenme gibi faktörlerden etkilenen bir doğa yasasıdır.
Dar ya da geniş çaplı yapısal değişiklikler, yeni özelliklerin ortaya çıkarak gelişmesine ve bu yolla türlerin çeşitlenmesine yol açar. Bununla birlikte evrim, genetik materyalde gözlenen değişimin hem süreciyle hem de sonuçlarıyla ilgilidir.
2008 yılında Almanya’nın güneyindeki bir mağarada yapılan kazılarda 40-45 bin yıl öncesine ait çok sayıda buluntu gün ışığına çıkarıldı. Bu buluntuların mağarayı 400-500 yıl aralıklarla kullanan farklı klanlara ait olduğu varsayılıyor.
Arkeologlar, mağaradaki ateş çukurunun yakınında buldukları bir kemik parçasının bir flüt olduğunu anladıklarında şaşırmışlardı. Mağara Neandertal insanları tarafından kullanılmış olabilir ama flütün onlar tarafından yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. İlginçtir ki, mamut kemiğinden yapılmış gibi görünen bu flüt, dört notaya karşılık gelen dört deliğe sahiptir.
Yaklaşık 42.000 ila 43.000 yıl öncesine tarihlenen flüt, şimdiye kadar bilinen en eski prehistorik enstrüman buluntusu olarak kabul ediliyor. Modern teknolojiden yararlanarak bir kopyası çıkarılan ve bir müzisyen tarafından (hem de bulunduğu mağarada) çalınan bu flüt, tam ve yarım tonları sorunsuz üretebiliyor.
Farklı frekanslara karşılık gelen müzik notalarının kendileri değişmez, ancak sesi üreten malzemenin yapısındaki olası değişiklikler ve aşınma nedeniyle ezgilerde farklılıklar olabilir.
Doğa ve evren varoluştan buyana sürekli bir değişim ve dönüşüm sürecindedir. Bu süreçte madde, enerji, canlılar ve bilgi doğanın yasaları doğrultusunda değişimler yaşar. Sonuç olarak, doğada asla değişmeyen şeyler olmadığı ve her şeyin özgün koşullarda değişim içinde olduğu söylenebilir.
İbn Haldun’un tarihin döngüsel doğası ile toplumların yükselişine ve çöküşüne ilişkin bazı düşünceleri, sosyokültürel evrimin bir biçimi olarak yorumlanabilir.
İbn Haldun (1332-1406), toplumun ilerlemesi için gerekli olan sosyal uyumu ve grup dayanışmasını tanımlamak için “Asabiyet” kavramını kullanır. İbn Haldun’un sosyal bilimsel analizinin temel kavramı olan asabiyet, insanları ortak bir amaç doğrultusunda çalışmaya motive eden “grup ruhu”dur. Bu nedenle toplumu oluşturan birimlerin aynı kabileden olması gerekmez.
İbn Haldun tarihsel olayların sadece bireysel eylemler ya da şans eseri değil, sosyal ve ekonomik faktörler tarafından biçimlendirildiğine inanıyordu. Bu bakış açısıyla, toplumun, uygarlıkların ve tarihsel olayları döngüsel doğasını anlatan altı aşamalı “Ümran” teorisini geliştirmiştir.
İbn Haldun’a göre, bir hanedan gönençli ve güçlü olabilir, ancak üyeler bireysel çıkarlarına odaklanarak asabiyeyi kaybettiklerinde, seçilimsel olarak yeni bir hanedan yükselişe geçer. “Toplum, değişen ihtiyaçlara göre kendi içinde değişip gelişebilen bir organizmadır. Bu değişimin farkında olamazsak toplumu da tarihi de anlayamayız. Toplumu ve toplumların tarihini anlamak için önce değişimleri anlamalıyız” der.
İbn Haldun tarih yazımı, sosyoloji ve ekonomi üzerine düşüncelerini derlediği Mukaddime adlı eserinde şöyle yazmıştır:
“Bir toplum 3 kuşak sonra karakterini, 6 kuşak sonra da anlamını kaybeder. Bugün yiyecek için mücadele eden insan kısa bir süre sonra kız kaçırma olayı yüzünden yıkıcı savaşlara kalkışabilir”.
Mukaddime’de ayrıca şunları yazmıştır:
“Elementlerin topraktan suya, havaya, ateşe doğru aşamalı ve artan bir düzende nasıl oluştuğu gözlemlenebilir. Elementlerin her biri bir üst veya alt sıradakine dönüşebilir. Toprak, su, hava ve ateş canlı organizmaları oluşturacak temel bileşenlere sahiptir.”
Gazali’nin bilimi dışlayan tutumunun egemen olduğu, siyasi ve sosyal bakımdan çalkantılı bir dönemde yaşadı. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle şehirden şehre taşındı, hapis ve sürgün dâhil çeşitli zorluklara göğüs gerdi. İbn Haldun, bir aydın olarak gözlem ve analize dayalı bilimsel çalışmalarından, yenilikçi düşüncelerinden vazgeçmedi, tarih, sosyoloji ve ekonomi gibi alanlarda kalıcı izler bıraktı.
Denebilir ki, İbn Haldun bugün yaşıyor olsaydı, evrim teorisini İslam’la bağdaştıran bilimsel yönelimli Müslüman düşünürlerden biri olurdu.
(İrfan Muhtar)