İnsanoğlu tarih boyunca fantezi dünyasından uydurduğu korkuları süslü bir dille anlatmış.
Belki de korkularının en eğlenceli yanını masallarla ifade etmeye çalışmış. İnsan varlığının en doğal yanını psikolojik, fizyolojik, bilişsel ve zihinsel olarak besleyen korkular masallarla başlamış.
Bugün dünyada yaşanan birçok olumsuzluğun sebebi çarpık zihniyetler. Bu tür insanlar yüzünden korku hem ruha hem de bedene yayılmış. Baskı ve korku kültürüne dayalı mantık sonucu insanlık kötü duruma düşmüş. Birilerinin, birilerinin zayıf tarafını kullanarak oluşturduğu sistemler yaşanan acıların temelini oluşturmuş.
Masalların başladığı meşhur bir tekerleme vardı. Anlatan kişi dinleyenin ilgisini çekmek ve onu masal dünyasına hazırlamak için tekerleme ile başlardı. “Evvel zaman içinde kalbur saman içinde; develer tellal pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken…” diye başlayan son derece gerçek dışı ancak özünde çekici, dinleyende merak uyandıran, günümüzün bilim kurgu ve fantastik filmlerini aratmayan masallar vardı.
Uyusak rüyalar, uyumasak insanlar kandırıyor misali bir hayat işte…
İnsanlar var olduğu günden beri sürekli bir şeyler uydurarak, hikayeler, kurgular, yanlış ifadeler, hileler, palavralar, kuyruklu yalanlar hatta ilahi olmayan dinler bile yaratmış. Daha da ileriye giderek yalan yanlış beyanlar, kaçamak cevaplar ve gerçeğe dayalı olmayan anlatılar ile halkın duygu ve düşünce dünyasını sömüren, mutluluğunu çalan hırsızlar olmuş.
Eski masallara baktığımızda ya da aktaranların niyetlerini incelediğimizde anlatılanlar insanları bir araya getiriyor, birleştiriyor, dahası bireyler arasında güçlü bir toplumsal bağ kurmasını sağlıyordu. Masalı masal yapan en önemli özellik olağanüstü olaylara yer vermesi, hayal ürünü ile anlatılıp yoğrulan, gerçek olmayan nitelikleri barındırması. Aslında amaç eğlendirirken ve eğitirken belli ölçüde de dinleyenlerin duygu ve düşünce dünyalarına yolculuk etmelerini sağlamaktı.
Masallar hep geçmişten gelen hikaye ile başlar. Günümüz anlatıcılar kendince günü kurtarmak, hedef kitlelerine yönelik yalan yanlış, üstüne bir de beddua seansları ile masallar anlatarak kendi çıkarlarının peşinde.
O zaman ben de birkaç masal anlatayım…
Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken ne zaman yaşadığı o kadar da önemli olmayan bir kral varmış. Bu kral çok mutsuzmuş. Öylesine mutsuzmuş ki, şımarıklığından biraz da ekonomik gücünün verdiği cesaretle hep sorarmış: “Bir tek ben mi mutsuzum? Kim mutlu? Kimler benim gibi mutsuz? Bir elim yağda bir elim balda istediğimi yapıyorum İstediğim kanunu çıkarıyorum. Bana karşı çıkan herkesi zindanlara atıyorum. İstediğim her şeye sahibim. Yine de mutlu değilim…”
Merak edip bir güvercinin ayağına bir mektup bağlamış. Güvercin memlekette kimi gülerken veya mutlu görse gidip mektubu ona veriyormuş. Kral her seferinde mutlu olan ya da mutlu görünen herkesin daha sonradan kalıcı bir huzurunun olamadığını fark ediyor, cevabı bulamamanın hayal kırıklığına uğruyormuş.
Mutluluğun cevabını bulamamasının ızdırabı ile yeni bir saray yapmış. Bir gün güvercin yıkık dökük, pirelerin cirit attığı rüzgarın kırık pencereden girip çürümüş kapıdan çıktığı bir evin çatısına konmuş. Bu evde bir koyundan ve üstündeki elbiselerinden başka bir şeyleri olmayan fakir mi fakir bir karı koca yaşıyormuş. Fakat ne bulurlarsa onunla yetinip kanaat ediyorlarmış. Fatalist oldukları için fakirliğin kaderleri olduğuna inanıyorlarmış. Zaten kaderlerine razı olmaları gerektiğini Züppeli Hoca da vaazlarda söylüyormuş. Güvercin mutlu olmanın formülünü bulmanın heyecanı ile mutsuz Kral’a uçmuş. Böylece Kral nasıl mutlu olunur sorusunun cevabını bulmuş.
Kral, “Mutluluk ne zenginlikte ne malda mülkte ne de makam ve mevkide. Mutluluk, ilk önce insanın kendisini sevmesi ile başlar. İnsanları, doğayı, canlıyı ve hayatı sevmektir. O zaman ben de kaderime razı olup hayatıma mutlu şekilde devam edeyim” demiş.
Mutsuz Kral’ın ülkesindeki Züppeli bu ülkenin sakallı mı sakallı ama yalancı bir dini gurubun sahte yapmacık gözü cemaat liderinin koltuğunda olan şirin mi şirin fıkracı, şovmen din ile ilgili bir şeyler söylerken insanlara beddua eden biri olarak hayatına devam ediyor.
Bir de ecnebiler ile ilgili bir masal anlatayım…
Avrupa’dan Amerika’ya tüm küresel güçlerin demokrasi getireceğiz masalı ile birçok ülkede yaşattığı acıları hem dinledik hem de yaşadık. Her ne hikmetse “Arap Baharı” adı altında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de, Moritanya, Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta masalların bedeli çok ağır oldu. Nasılsa bu demokrasi taşımacılığı masalı Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve Kuveyt’i etkilemedi.
Dünya farklı kimliklerde, siyasi görüşlerde eşitlik, insanların hakları, adalet, barış ve demokrasi hakkında en çok konuşulan masallarla dolu. Çünkü dünyada demokrasi, adalet, insan hakları, özgürlükler yok. Eğer insan denen varlık halen bunları bu yüzyılda konuşuyor ya da bu talepler insanlar tarafından dile getiriliyorsa bilin ki olmadığı içindir.
İnsanların bu tür taleplerde bulunmaları değersizlik korkusundan kurtulmaktır. Değersiz olduğunu düşünen insan haklı isteklerini yerine getirmek için mücadele verir.
En çok anlatılan masallardan bir tanesi ise, birilerinin manipüle ederek korkuyu besleyen, yokluk, insanları çaresiz bırakıp muhtaç etme, daha da ileriye giderek ölümle korkutmak.
Yazdığım gibi, uyusak rüyalar kandırıyor, uyamasak insanlar misali bir hayat işte…
Gökten üç taş düşmüş; üçü de insanların huzurunu, mutluluğunu çalanların başına!