İlk olarak 1987 yılında kurulan Türk Demokrasi Vakfı (TDV), siyaset ve akademi dünyasından çok sayıda yeni ismin katılımıyla yeniden yapılanma kararı aldı. Türk Demokrasi Vakfı Başkanı Salih Uzun, yeniden yapılanmanın nedenlerini, hedeflerini, sistem tartışmalarına bakışlarını ve çözüm önerilerini Medya Günlüğü’ne anlattı…
-Türk Demokrasi Vakfı’ndaki yeni yapılanmayı anlatır mısınız? Aranıza yeni isimler katıldı. Önümüzdeki dönem hedefiniz nedir?
-Evet söylediğiniz gibi, Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşmesine katkı vermek için kurulmuş olan Türk Demokrasi Vakfı, mütevelli heyetine yeni katılan isimlerle yeniden yapılandı. 1987’de Vakıf Senedi yazılırken, vakfın amacı şöyle tarif edilmiş: ‘ Sağlıklı, sağlam ve şuurlu demokrasinin ve bunun gerektirdiği değerler ve kurumların geliştirilmesine yardımcı olmak, bu amaçla yurt içinde ve dışında girişimde bulunmak”. İşte bu kuruluş amacı doğrultusunda tazelenmiş bir enerji ile yeniden yola çıktık. Yeni katılan isimler içerisinde uzun yıllar siyaset yapmış olanlar da var, hiç siyaset yapmamış olanlar da. Ama her birinin Türkiye için söyleyecekleri var. Birikimleri var. Bu birikimi harekete geçireceğiz. Demokrasi açığımız var, evet. Hukuk devleti işleyişine dair sorunlarımız var, evet. Ağır ve kökleşmiş mi, kesinlikle. Ama çözüm yolu üretmek yerine günün 24 saati karamsarlığa teslim olup üzülmek, kahrolmak, vakit kaybı. Demokratik değerleri anlatmak ve benimsetmek için kullanılabilecek birçok enstrüman var. Halkımızla, paydaşlarımızla, demokratik değerlere inanmış politikacılarımızla ve sivil toplumumuzla birlikte, Türk Demokrasi Vakfı üzerine düşeni yapmaya hazır ve isteklidir.
– Altı parti lideri bir araya geldi ve parlamenter demokrasiye geçiş planı hazırladı. Önümüzdeki günlerde bu konuda kamuoyuna açıklama yapacaklar. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi devam etmeli diyenler de var. Siz ne öneriyorsunuz?
-Demokrasi seçenekleri azaltmaz. Arttırır. Türk Demokrasi Vakfı olarak da biz ülkenin seçeneksizliğe sıkışmasını istemeyiz. Biz demokratik ilkeleri, değerleri ve o değerler üzerine tesis edilmiş kurumsal yapıların gerekliliğini savunuruz. Tek demokratik yönetim biçimi parlamenter sistem değildir. Siyaset bilimi ve anayasa hukuku literatüründe demokratik hükümet sistemleri bellidir. Başkanlık sistemi de parlamenter sistem de demokratik hükümet sistemleridir. Üçüncüsü, aslında bu melezdir, yani ikibuçukuncusu ise yarı başkanlık sistemidir. Bunların üçü de esasen demokratik sistemlerdir. Biz bir yönetim sistemini demokratik kılan ilkelerin savunucusuyuz. Onlar da bellidir. Kuvvetler ayrılığı, denge ve denetim ile şeffaflıktır. Aslolan bunlardır. Tasarımı bu ilkeler üzerine yapılmış olan hükümet sistemi, hangisi olursa olsun demokratiktir, değerlidir, makbuldür. Ondan sonrası ülkelerin sosyolojisine uygun tercih meselesidir.
-Öyleyse siz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de devam edebilir mi diyorsunuz?
-Hayır onu demiyorum. Kuvvetler ayrılığına odaklansaydı, yargı bağımsızlığını güvence altına alsaydı, yürütmenin yasama tarafından denetlenebilmesine ve dengelenebilmesine imkân sağlasaydı, hesap verebilir şeffaf bir kamu yönetimi düzeni kurabilseydi, bugünkü sistem de elbette demokratik bir sistem olabilirdi ve biz de arkasında durabilirdik. Ancak durum öyle değil. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adeta Çernobil kazası gibi bir etki yarattı. Çernobil patlayınca yayılan radyasyon nasıl bütün her şeyi mutasyona uğratıp insan için zararlı hale getirdiyse bu sistem de öyle oldu. Sistem istikrar yaratsın diye getirildi. Özgürlük alanlarını genişleteceği söylendi. Yargıyı bağımsızlaştıracak diye savunuldu. Hâlbuki fiilen hepsinin tersi oldu. Denge denetleme yok, kuvvetler ayrılığı yok, meclis denetimi zayıf. Kurumlar ve kurallar rejiminin yerini keyfilik aldı. Sonuçta özgürlük alanları da genişlemediği gibi, kamu yönetiminin otoriter karakteri ağır bastı. Öyleyse değişmelidir. Değiştirilmelidir. Bu çok net.
-Bu değişimi zorlaştıran en temel sorun size nedir?
-Siyasetin dilidir. Mevcut haliyle zehirli dilidir. Siyasetteki ve oradan topluma sirayet eden kutuplaşmadır. Bugün orta alan boşalmıştır. Siyaset de toplum da kutuplara çekilmiştir. Tahammül eşikleri düşmüştür. Eleştiri saldırı gibi algılanıyor. Taraflar birbirlerini istedikleri gibi neden eleştiremesinler? İşleyen demokrasilerde tek sınır var, şiddet olamayacak, şiddete çağrı olamayacak. Onun dışında eleştiri, itiraz haktır. Hem de olmazsa olmazdır. Ancak bugün maalesef bu vasattan çok uzaktayız. Bakın bunun en çarpıcı tezahürünü birkaç gün önce yaşadık. Tarkan’ın şarkısı üzerinden yaşadık.
Türkiye’nin uluslararası düzlemde karşılığı olan, markalaşabilmiş çok az sayıda değerinden biridir Tarkan. Hakkında konuşurken hepimiz ona değil kendimize ayar vermeliyiz. Bir şarkı yaptı ve saatler içinde milyonlarca kez dinlendi. “”Geççek” dedi. Bugün yaşadıklarınız geçecek. Ben dahil çok büyük çoğunluk şarkı sözlerine politik anlam yükledi. Ama klip, şarkının sözlerini siyasal iktidarla değil pandemiyle ilişkilendiren biçimde kurgulanmıştı. Bana geçen duygu şu oldu: Tarkan yaptığı şarkıyla böylesine kutuplaşmış bir toplumda taşları yerinden oynatacağını biliyordu. Linçe varan tepkilerle karşılaşacağını da. Haksız da sayılmazdı. Nitekim iktidar çevrelerinden, iktidar adına konuşmaya kendilerini yetkin gören kraldan fazla kralcılardan tehdit dolu paylaşımlar, bedelini ödeyecek salvoları peş peşe geldi. O bunu öngörmüş ve tedbir almıştı. İktidardan değil pandemiden dert yanıyorum dedi. Beni üzen nokta bu.
Şunu net söyleyeyim; Tarkan’ı suçlamıyorum. Tarkan son derece rasyonel davrandı. Kendisi açısından doğru olanı yaptı. Benim dikkat çekmek istediğim; bir sanatçının, politik mesaj vermeden önce tedbir almak zorunda kalmasıdır. Beni üzen bu iklim. Nedir yani, bir sanatçı, yahut bir düşünür, yahut yazar çizer, ülkeyi yönetenleri açıktan eleştiremez mi? Onlara yeter artık gidin, düşün yakamızdan falan diyemez mi? Neden diyemesin? Bunu demek için başka başka gerekçeler üretmek zorunda mı? Ancak ima yoluyla mı bunu yapabilecek? ‘Geççek’ diyebilmek için bir sanatçının tedbir almak zorunda kalması, sözlerini kliple perdelemek zorunda bırakılması beni rahatsız ediyor. Bu çok üzücü. Bu iklim çok sert ve hiçbirimizin hayrına değil. Ne iktidarda olanların ve onlara yakın duranların hayrına, ne de kendini muhalif hissedenlerin.
-Peki nasıl değişecek bu iklim?
-Geçen gün havaya cemre düştü. Ben de dedim ki ‘darısı siyasetin başına!’. Siyasetin diline de cemre düşsün dedim. Arkadaşım çok naif olduğumu söyledi. Toplumun tansiyonu çok yüksek. Hemen her kesimde sıkıntı çeken ve burnundan soluyanların sayısı çok yüksek. Evet o arkadaşım haklı. Ama ben de ısrarcıyım. Cemre düşsün diye dilemekte, siyaset dilinin değişmesi için talepte bulunmakta ve siyaset kurumuna bu yönde tazyik yapmakta ısrarcıyım. Siyaset kurumun görevi kaygı üretmek değildir. Kamplara bölünmüş toplumda her iki tarafa da hiddet yüklemenin sonu iyi değildir. Tansiyon düşmelidir. İklim değişmelidir. Makuliyet hâkim olmalıdır. Sözü olan herkes de bunu söylemekten vazgeçmemelidir. Türk Demokrasi Vakfı olarak bizim durduğumuz yer burasıdır.
Kimler Var?
Vakfın başkan yardımcılığını İstanbul Aydın Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Kasım Han üstlendi. Pof. Han’ın dışında, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi, ekonomist yazar Doç. Dr. Oğuz Demir, Türk siyasal yaşamı üzerine önemli çalışmaları bulunan BŞEÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhan Yücel, eski milletvekillerinden Prof. Dr. Dursun Akdemir, Eski Dış Ticaret Müsteşar Yardımcısı Bülent Şahinalp, Rusya ve enerji politikaları uzmanı analist Aydın Sezer, uluslararası terörizm ve güvenlik politikaları uzmanı Dr. Melih Aktaş, Governance and Development Global CEO’su Gözde Dizdar, Okyanus Düşünce Grubu Başkanı Okan Akınç ile 2016-2018 yılları arasında İslam İşbirliği Teşkilatı ve İslam Kalkınma Bankası’nda projeler yürütmüş olan ve çok sayıda uluslararası yayını bulunan Dr. Neslihan Çevik gibi isimler de TDV’nin yeni yapılanmasında görev aldı. Vakıf genel sekreterliğini A.Baki Mert, saymanlığını ise Nihat Onbaşıoğlu yürütecek.
TDV’nın yeni yapılanmasında görev alan diğer isimler de şöyle:
Ankara Kent Konseyi Başkanı ve ATO Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz, gazeteci Ömer Selvi, hukukçu, siyasetçi ve iş insanları; Gizem Cevahir, Serdar Faralyalı, Haydar Altıntaş, Serhat Emanet, Talip Parlak, Bülent Biçer, Adem İpek, Nur Kaan, Ahmet Rüştü Kadıoğlu, Kamil Seçkin Özdemir, Şenol Yanıkdemir, Av. Fettullah Gündüz, Av. Murat Keçeciler, Av. Özgür Salman, Av. Gülşirin Aydemir Zergeloğlu, Av. Gülin Akbaba Gezmiş, YMM Hakan Koca, Berkay Özgüven, Mustafa Çelik ve Yalçın Taze.