Bu haftaki yazım ağırlıklı olarak Türkiye’de yaşayanlara yönelik. Güney Kıbrıs’taki Lefkara Köyü’nden bahsedeceğim.
Köy Larnaka Kazası’na bağlı, denizden ortalama 500 metre yükseklikte, sırtını Trodos Dağları’nın güney yamaçlarına yaslamış, 750 civarında yerleşik nüfusu olan bir yerleşke. En önemli, belki de tek gelir kaynağı turizm.
Lefkara ismi Kıbrıs’ın hem güneyinde hem de kuzeyinde çok iyi bilinir. Nedeni, çok eskilere dayanan kendine özgü motifleri olan nakışıdır. Köyde zamanında hem Rumlar hem de Türkler yaşamış olduğundan bu nakış hem KKTC’de hem de Güney’de değişik amaçlı kullanılabilen kumaşlar üzerine işlenmektedir. Türkiye’den KKTC’ye gidenler “Lefkara işi”ni bazı mağazalarda bulabilirler. Ben Lefkoşa’daki Büyük Han’da satıldığını biliyorum. Eşim Türkiye’de veya yurt dışında birine KKTC’den değerli bir hediye götürmek istediğinde buraya uğrarız.
Lefkara işini KKTC’de en çok sahiplenen yerleşke Mehmetçik Belediyesi olmuş. Zira 1974’ten sonra Lefkara’nın Türk halkı Belediye’ye bağlı Çayırova Köyü’nde iskan edilmiş. Türkiye’den gelecekler Güney’e geçemeyecekleri için kendilerine Çayırova’ya gitmelerini ve Lefkara Evi’ni ziyaret etmelerini salık veririm. Belediyenin web sitesinde ise Lefkara işi ile ilgili çok kapsamlı bilgi var. (*)
Geçen hafta sonu eşimin liseden sınıf arkadaşı Belgin Demirel’in önerisi ve rehberliğinde günübirliğine Lefkara’ya gittik. Metehan sınır kapısından geçtikten sonra yol tahminen bir saat sürüyor. Lefkoşa-Larnaka otoyolunun çok yakınında olması bir avantaj. Ancak bizim şansımıza hava yağışlı ve zaman zaman rüzgarlıydı.
Köyün doğal dokusunun korunması, turistik bir merkez olması için gerek devlet gerekse yerel halk epey çaba harcamış. Tarihi ve Lefkara işi nakışları ön plana çıkarılarak bir cazibe merkezi haline getirilmiş. Köyün evlerinin görünen yüzlerini yerel taşlarla örmek/kaplamak mecburi tutulmuş. Sokaklar şık taşlarla döşenmiş. Duvarlara Lefkara nakışlarında kullanılan motifleri panolar şeklinde yerleştirmişler.
Biraz film setlerini andırıyor. Ancak, yazın sahillere oranla daha serin havası, hoş mekanları ile turistler için ilginç bir yer olduğu kesin. İnsan KKTC’de neden bazı yerleşkeler bu şekilde bir hikaye yaratılarak turizme kazandırılamıyor diye sormadan edemiyor. Bellapais, Ozanköy, Karmi, Lefke aklıma ilk gelenler. Maalesef biz buralardan Kuzey’de yeterince yararlanamıyoruz. Hatta Girne gibi çoğu yeri de görgüsüzlük ve rant hırsıyla çirkinleştiriyoruz.
Lefkara’ya dönecek olursak, sokak aralarında turistlere para harcatacak pek çok olanak sunulmuş. Bunlardan biri de köye özgü kurabiye satan dükkan. Kurabiyenin tat olarak ne özelliği var bilmiyorum ama üzerine yapılan Lefkara motifleri son derece güzel bir görüntü sunuyor. Ayrıca Lefkara’nın, Türkiye’de Mardin-Midyat’tan bildiğimiz telkari benzeri bir gümüş işi de meşhurmuş.
Köylüler turizmin ne kadar önemli bir gelir kaynağı olduğunun bilincinde. Sadece sokaklar değil evler, pansiyonlar da oya gibi işlenmiş. Gıpta etmemek mümkün değil.
Lefkara civarında Kıbrıs’ın pek çok yerinde olduğu gibi Neolitik Çağ’a kadar uzanan buluntular varmış. Köy Orta Çağ’da, Bizans döneminde önem kazanmaya başlamış. 1192-1489 arasında ise tüm Kıbrıs gibi Fransız Lüzinyan Krallığı’nın yönetimine girmiş. Bu dönemde refah artmış. Lüzinyan dönemi tarihte Kıbrıs’ın en zengin dönemi olarak biliniyor. İddia edildiğine göre 1481’de Leonardo da Vinci de Lefkara’ya gelmiş. Köyün nakışlarından çok etkilenmiş ve bir örtü satın alıp Milano Katedrali’ne Kutsal Masa’nın üstüne serilmesi için hediye etmiş. Leonardo hikayeleri Avrupa ve Akdeniz Bölgesi’nde oldukça yaygındır. O nedenle inanıp inanmamak size kalmış.
Daha sonra başlayan ve 1571’de Osmanlıların gelişine kadar süren Venedik döneminde, Lefkara Kıbrıs’ın en büyük kenti haline gelmiş. Bugün kent dokusunu oluşturan eski evlerin neredeyse tamamı Osmanlı döneminde inşa edilmiş.
Lefkara yine tüm Kıbrıs gibi 1878’de Britanya idaresine geçmiş ve 1960’a kadar Lefkoşa’da yerleşik bir genel vali tarafından yönetilmiş. İki dünya savaşı ve büyük buhranı İngiliz idaresinde geçiren Lefkara hızla fakirleşmiş ve ciddi bir göç vermiş.
Bu şirin ve turistik köyün tarihinde ciddi katliamlar da olmuş. 1570’de Osmanlı Ada’ya ilk çıktığında, Venedik mezaliminden bunalmış olan Lefkara köyü Osmanlıları büyük bir sempatiyle karşılamış ve kendilerine yardım etmiş. Bunu duyan Venedikliler bir gece 100 atlıyla köyü basıp, köyü ateşe vermiş ve kadınlar ve çocuklar dahil 400 köylüyü kafalarını keserek öldürmüşler. Bu olay tarihe “Lefkara Katliamı” olarak geçmiş.
Osmanlı döneminden itibaren köyde çoğunluk nüfus Rumlardan oluşuyormuş. Türkler ise azınlıktaymış.
1963 Kanlı Noel saldırılarında Lefkara’da yaşayan 450 kadar Türk 2 Ocak 1964’te Köfünye’ye (Geçitkale) kaçmak zorunda kalmış. 1967’de Rumların Köfünye’de yaptığı katliamda ise 24 Türk’ün öldürüldüğü olayı yaşamışlar. 1974’te Kuzey’e geçmişler ve yukarıda değindiğim gibi Karpaz Yarımadası’nın girişindeki Çayırova’ya yerleştirilmişler.
Avrupa’dan gelen ve sakin bir tatil geçirmek isteyenler veya kum, güneş turizmi için sahilleri seçenler arasında günübirlik turlar yapmak isteyenler için cazip bir yer Lefkara. Ayrıca Trodos yamaçlarında doğa yürüyüşleri de yapmak olasıymış.
Dönüş yolunda sahildeki Zigi Köyü’ne de uğrayalım dedik. Yağmur altında şemsiyelerle yaptığımız kısa turda dikkatimi çeken, sahil boyu inşa edilmiş olan bir marina oldu. Dalgakıranlardan ve teknelerden denizi görmek olası değildi. İçimden “yazık olmuş Zigi’ye” demeden edemedim. Etrafta arsa-ev alana AB pasaportu vaadeden ilanlar da dikkatimizden kaçmadı.
Daha sonra bir süre Limasol-Larnaka sahil yolunda gittikten sonra tekrar otoyola çıkıp, Metehan Sınır Kapısı’ndan KKTC’ye geri döndük…
(*) https://mehmetcikbelediyesi.com/2018/09/25/lefkara_evi1/
Fotoğraf: in-cyprus.philenews.com
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.