Günlük olaylar hakkında yazı yazmanın, hatta seyahat deneyimlerini paylaşmanın bile her geçen gün daha zorlaştığı bir ortamda size bugün biraz evrenden bahsedeceğim. Anlatacağım konu insanlığın evrendeki, hatta eğer sicim kuramı doğruysa, evrenlerdeki yeri ile ilgili.
Voyager programını duyanlarınız olmuştur. Voyager, dış güneş sistemini araştırmaya yönelik bir NASA programının adı… Program, 20 Ağustos 1977’de fırlatılan Voyager 2 ve 5 Eylül 1977’de uzaya yollanan Voyager 1 ile başlamış olup halen çalışır durumda olan her iki uzay sondası sayesinde devam etmektedir.
Güneş Sistemi ile ilgili Jüpiter, Satürn ve uydusu Titan hakkında insanlığa değerli bilgiler sağlayan Voyager 1 daha sonra Güneş Sistemi’ni terk etmiş ve 25 Ağustos 2012’de yıldızlar arası yolculuğuna başlamıştır. Yaklaşık 46 yıl önce fırlatılan sonda, halen dünyadan 23.5 milyar kilometre uzakta yoluna devam etmektedir. 2017’nin son günlerinde Voyager 1’in rotasını düzeltmeye yarayan son roketi de ateşlenmiştir. Bundan sonra artık dünyadan rota düzeltmesi olanağı olmayan Voyager1, müthiş bir hızla uzayda bizden uzaklaşmaya devam edecektir. Bir uzay cismiyle çarpışmaması, gelişen bilim sayesinde günün birinde insanoğlu tarafından geri çağrılmaması veya ileri bir uygarlık tarafından bulunmaması halinde de, bu yolculuk güneş sistemimizin dahil olduğu Samanyolu Galaksisi’nde sonsuza kadar sürecektir.
Voyager 1’in 2025 yılına kadar dünyamıza bilgi aktarmaya devam etmesi beklenmektedir. Ondan sonra yeterli enerji üretme olanağı kalmayacağından kendisiyle irtibat kesilecektir. Halen dünyaya iletmekte olduğu bilgilerin bizlere ulaşması 13 saat sürmektedir. Bilgi akışı da, 1977 teknolojisiyle çalıştığından, oldukça yavaştır. 300 yıl sonra Güneş’in etrafında dönmekte olan kuyruklu yıldızları barındıran Oort Bulutu’na ulaşacak olan uzay sondası, teorik olarak 40 bin yıl sonra da Camelopardalis takım yıldızındaki Gliesse 445 yıldızının 1.6 ışık yılı yakınından geçerek yoluna devam edecektir.
Gelişmiş bir uygarlıkla karşılaşması halinde, dünyamızı tanıtacak bilgileri kapsayan bir altın disk de Voyager 1’de bulunmaktadır. Dünyamızın evrendeki yerini gösteren bir çizim, bazı bilimsel veriler, bebek ağlaması, balinaların çıkardığı sesler, dalgaların kayalık bir sahile vurması anında oluşan sesler, 35 dilde iyi niyet mesajları, Mozart gibi sanatçıların eserlerinden kısa alıntılar bu diske kaydedilmiştir.
Bu iyi niyetli kayıt kötü niyetli bir ileri uygarlığın eline geçmez ve başımızı belaya sokmaz diye de endişelenmemek elde değil tabii. Neyse ki böyle bir risk yakın zamanda söz konusu değil. Evren büyük, Voyager 1’in yolu uzun, bizlerin de hayatı kısa…
Bize güneş sistemi hakkında çok değerli bilgiler sağlayan Voyager 1’in 14 Şubat 1990’da bir dizi fotoğraftan oluşan bilgi aktarımı tüm bilim insanlarını çok etkilemiştir. Altmış fotoğraftan oluşan bu aktarım güneş sisteminin bir anlamda aile fotoğrafını oluşturmaktadır.
Güneş Sistemi’nin dışından çekilen bu fotoğraf setinde, Güneş’e çok yakın olan Merkür, Güneş’in parlaklığı nedeniyle görülmemektedir. Voyager 1’in uzayda bulunduğu pozisyon nedeniyle Mars’ı da görmek olası değildir. Pluton ise çok küçük ve soluk olduğundan belirgin değildir (Pluton o dönemde hâlâ bir gezegen olarak kabul edilmekteydi).
Bu fotoğraf seti Voyager 1’in Dünya’ya gönderdiği son fotoğraflardır. Bundan sonra enerji üretimi iyice azalan Voyager 1, her ne kadar başka verileri bize iletmeye devam etse de fotoğraf iletme yetisini kaybetmiş bulunmaktadır.
Voyager 1’in yolladığı bu fotoğraf setindeki fotoğraflardan birinde de Dünyamız görünmektedir. Işığın kırılması, okyanuslar ve atmosfer nedeniyle Dünya’nın uzaydan mavi renkte gözükmesi dolayısıyla bu resme “Soluk Mavi Nokta” adı verilmiştir. Güneş sistemini oluşturan tüm gezegenleri geride bıraktıktan sonra Voyager1’in yolladığı bu fotoğrafta dünya sadece bir piksel boyutundadır.
1996’da hayata gözlerini yuman, çok kimsenin televizyon için hazırladığı dokümanter filmler ve kitaplarından tanıdığı Carl Sagan da Voyager programında çalışmış. Onun da, “Soluk Mavi Nokta” isimli bir kitabı var.
Kitabın Türkçeye tercümesi de yapılmış. Sagan kitabında ne dünyanın ne de güneş sisteminin evrenimizde önemli bir rolü olmadığını anlatıyor. “Soluk Mavi Nokta” fotoğrafı da bunun en belirgin delili. Fotoğrafın bu kadar flu gözükmesinin nedeni, görünen uzayın bile milyonlarca gök cismi ile kaplı olması. Fotoğrafta dünya, görebilmemiz için, bilim adamlarınca daha parlak hale getirilmiş.
İnsanoğlu, Şanlıurfa-Göbekli Tepe’de kendisini hayvanlar aleminde sıradan bir canlı olarak tanımlarken, 200-300 yıl sonra, yine Şanlıurfa yakınlarında bulunan Karahan Tepe’de kendisini ön plana çıkarmış. Daha sonra kendini önemseme güdüsü güçlenmiş ve önce çok tanrılı, sonra tek tanrılı dinlerde kendini tanrı tarafından cezalandırılan veya ödüllendirilen özel bir varlık olarak değerlendirmeye başlamış. Tanrıların/tanrının ilişki kurduğu tek canlı… Dünyayı da evrenin merkezine oturtmuş, aksini iddia edenleri de engizisyon mahkemelerinde cezalandırmış.
1473-1543 tarihleri arasında yaşayan Polonyalı bilim insanı Nikolas Kopernik’in dünyanın güneş etrafında döndüğünü keşfetmesi ve ondan bir asır sonra Galile’nin teleskopuyla bunu ispatlaması sonucu, tüm işkencelere ve kilisenin direnmesine rağmen, insanların Dünya’ya, evrene ve kendilerine bakış açısı yeniden değişime uğramıştı.
“Soluk Mavi Nokta” fotoğrafı ise, insanların kendilerine, dünyamıza, güneş sistemimize bakışını 20. yüzyılın sonunda tekrar değiştirdi. Hayal etmesi bile zor bir büyüklüğe sahip olan evrende güneş sistemimiz, Dünyamız ve biz insanoğlunun hiçbir öneminin olmadığı fark edildi. Yaşamımız, hayattaki başarılarımız, sağlık problemlerimiz, eğitimimiz, aşklarımız, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz, mücadelelerimiz, savaşlarımız, para ve iktidar hırslarımız, o büyük evrenin çok küçük bir bölümünü gösteren fotoğrafta bile sadece soluk mavi bir noktanın üzerinde cereyan etmektedir.
Dahası, evrenin sadece üç boyutunu görebiliyoruz. Dördüncü boyut olarak zamanı hissedebildiğimizi ama evrenin toplamda on bir boyutlu olduğunu da unutmayalım. Yani evren, duyu organlarımızla algılayabildiğimizden çok daha büyük ve karmaşık. Ayrıca, evrenimizin tek olmadığı, dev bir sabun köpüğündeki tek bir baloncuktan ibaret olduğu, bir başka deyişle, milyonlarca başka evrenden sadece biri olduğu da tahmin ediliyor.
Yazımı, Carl Sagan’ın bir sözüyle noktalayayım:
“Bu soluk ışık noktası, bütün o kasılmalarımıza, kendi kendimize atfettiğimiz öneme ve evrende öncelikli bir konuma sahip olduğumuz yolundaki yanlış inancımıza meydan okuyor. Gezegenimiz, çevremizi saran o büyük evrensel karanlığın içerisinde yalnız başına duran bir toz zerreciğidir. İçinde yaşadığımız bilinmezlik ve bütün bu enginliğin içerisinde, başka bir yerden bir yardımın gelip bizi bizden kurtaracağına dair hiçbir ipucu yoktur.” (1)
1) Tercüme Vikipedi’den alınmıştır.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.