Hazal Yalın
Aşağıda, Sovyetler Birliği’nin Türkiye Büyükelçisi Aleksey Terentyev’in, Türkiye’deki durumla ilgili Moskova’ya çektiği 17 Ekim 1938 tarihli telgrafın çevirisini sunuyorum.
Ancak Terentyev’in gözlemlerine dair birkaç söz söylemek gerek…
Birincisi, Terentyev’in Türkiye’de Alman nüfuzunun artmasını Atatürk’ün sağlığıyla ilişkilendirmesi çok dikkat çekicidir. Terentyev belli ki, Atatürk sağlığını kaybedip siyasi faaliyetlerin dışına düştükçe, ülkenin “hükümet ve iş çevrelerinin” de “belirgin şekilde ve hızlanarak” faşist Almanya’ya yönelmekte olduklarına işaret ediyor. Bu ilginç gözlem, kuşkusuz, Atatürk’ün olaylar üzerinde (hayatının sonlarına doğru giderek zayıflayan ama gene de tayin edici) kişisel etkisini gösteriyor; bununla birlikte daha önemli bir şeyi, “saksıda burjuvazi” yaratma siyasetinin sınırlarını da gösteriyor. Bu siyaset artık fiilen bitmiş ve gelişmeler hükümeti, her olağan burjuva devletinin yapacağı gibi, “iş çevrelerinin” taleplerini yerine getirmeye itiyordu. Zorlamıyor, itiyor ve dahası örtüşüyordu da zira gene her burjuva devletinde olacağı gibi, “iş çevrelerinin” menfaatleri, hükümetin kararlarının yönünü tayin ediyordu. Nitekim, Şükrü Kaya’nın ve Tevfik Rüştü Aras’ın daha Atatürk’ün ölümünün ertesi günü, 11 Kasım’da görevden alınmaları, bu menfaatlerden ayrı değildir: siyasi ilke, tarz ve eylemleri burjuvazinin menfaatleriyle bütünüyle örtüşmeyenler tasfiye ediliyorlardı.
İkincisi, Terentyev’in gözlemleri eksiktir. Türkiye’de bir Alman hayranlığının ve Alman sermaye akışının artmakta olduğu doğrudur ama bu, henüz sömürge ilişkisi olarak tanımlanamaz zira “hükümet ve iş çevrelerindeki” bu eğilime rağmen İnönü hükümeti (derinleşen şekilde Sovyet karşıtı ve) Batı yanlısıdır. Başka deyişle manevra alanı şimdilik geniştir ve bütün bu manevralar, neticede, burjuvazinin yararınadır zira böylelikle sermaye ilişkileri de güçlenmektedir. Örneğin ertesi yıl Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak iştahı, İngiltere dostluğunun tekrar keşfedilmesi, bunun sonucudur. Dahası, bu dönemde pek çok başka eğilim de rol oynuyordu. Terentyev, 1939 sonlarındaki bir başka raporunda, ordunun subay kadrosunu üç gruba ayırır: Komuta heyeti Dünya Savaşı esnasında Almanlarla birlikte savaşmıştır, Alman hayranıdır; orta düzey kadrolar Kurtuluş Savaşı’nı esas yürüten güçlerdir, bunlar birçok defa felaketin eşiğine geldiklerini iyi hatırlamaktadırlar, dolayısıyla Sovyet dostluğu ve mutlak tarafsızlık siyasetinin değerini iyi bilmekte ve bunları savunmaktadırlar; üçüncüsü de şimdi askeri okullarda delice bir şovenizmle yetiştirilmekte olan genç kadrolardır, bunlar da Sovyetler Birliği ile savaşma heveslisidirler. Benzer eğilimler herhalde siyaset dünyasında da varlığını koruyordu. İş dünyası ise, doğal ki, açılan işine bakıyordu.
SSCB’nin Türkiye Büyükelçisi A. V. Terentyev’in, SSCB Dışişleri Halk Komiserliği’ne 17 Ekim 1938 tarihli telgrafı*
Atatürk’ün sağlığının bozulması öyle ciddi ki, Ankara’da olduğu gibi İstanbul’da da hükümet ve iş çevreleri, onun çok uzun yaşamayacağı fikrini kabul etmiş durumdalar. Periyodik şekilde tekrarlanan ve bilinç kaybının eşlik ettiği ağır krizler, doktorların dediğine göre, Atatürk’ü hayatının sonuna kadar yatağa zincirlemiş. Atatürk’ün bundan böyle siyasi faaliyetlere dönemeyeceğine kuşku yok, hükümetin tepesi de buna uygun olarak dış siyaset oryantasyonunu hissedilir şekilde revize ediyor. Avrupa’daki son olaylar, Türkiye’nin hükümet ve iş çevrelerinde ülkelerinin kaderine yönelik bir korku hissinden başka aynı zamanda “İngiltere ve Fransa’nın zapt edemediği Hitler Almanya’sının cüretini takdir” de doğurdu. [Almanya Ekonomi Bakanı] Funk’un gösterişli karşılaması, zamanında [Reichbank Başkanı] Schacht’a gösterilenden farklı olarak, bütün açıklığıyla, Türkiye’nin yöneticilerinin dümeni Almanya istikametine doğru kırdıklarının altını çiziyor. Bu yöneticiler, yüzlerce faşist “uzmanın” ülkenin iktisadi ve kültürel hayatının bütün gözeneklerine sızmasına izin veriyorlar. Atatürk’ün sağlığından umut olmadığını bilen Almanlar, şimdi Türkiye’de, öncelikle de askeri inşa sahasında devasa bir faaliyet geliştiriyorlar. Türkiye hükümetinin açıkça germanofil tutumu, halkın muhtelif kesimlerinde huzursuzluğa neden oluyor. Geçenlerde Yahudi cemaatinden bir heyet [İçişleri Bakanı] Şükrü Kaya’yı ziyaret etti ve kendisine, sayıca kalabalık Yahudi topluluğunun, Cumhuriyet ve diğer İstanbul gazetelerinin antisemit (Yahudilik karşıtı) bir kampanya başlatmalarının neden olduğu endişeyi bildirdiler. “Skoda” anlaşmasının sonlandırılacağı ve Çanakkale için bütün askeri ihalelerin Almanlara verileceği söylentileri dolaşıyor. Her ne kadar Türkler, “bağımsız siyaset” geleneğinin altını çiziyorlarsa da, Türkiye’nin temel bölgelerine dağılan kalabalık Alman hordasının** Türkiye’ye yönelik açıkça sömürgeci tutumunu her yerde gözlemlemek mümkün. Alman kredileri, büyük ihtimal, Türkiye’yi faşist Almanya’nın kucağına belirgin şekilde ve hızlanarak iten bir faktördür.
* Телеграмма полномочного представителя СССР в Турции А. В. Терентьева в Народный комиссариат иностранных дел СССР. 17 октября 1938 г. // АВП СССР, ф. 059, оп. 1, п. 270, д. 1867, л. 66 — 67.; Документы внешней политики СССР. Т. 21. С. 592 — 593.
**Sürü, topluluk, yağmacı insan topluluğu
Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından kırktan fazla çevirisi var. “1945. SSCB-Türkiye İlişkileri”nin yazarı. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kırmızı Kedi, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. Güncel makaleleri genellikle Yakın Doğu Haber’de (ydh.com.tr) yayınlanıyor. @Hazal_Yalin