Kleopatra’nın kendini öldürmesinin uğursuzluk getirdiği ve eski Mısır’ın çöküşünü tetiklediği yalnızca bir efsanedir.
İç ve dış sorunlarla boğuşan Kleopatra’nın Milattan Önce (M.Ö.) 30’da Romalılara boyun eğdiği ve mührününün teslim edildiği doğrudur. Ancak 2.700 yıl ayakta duran antik Mısır’da çöküşün çok daha farklı ve dramatik nedenleri vardı.
Arkeolojik sürprizlerle dolu Mısır topraklarında uygarlık neredeyse 5 bin yıl önce başladı. Nil Nehri eski Mısır’da başlıca zenginlik kaynağı olarak yaşamın merkezinde yer alıyordu. Aynı zamanda geniş kapsamlı ticaret ağının da tek ulaşım arteriydi.
Etiyopya’nın dağlık bölgelerindeki yağışlarla beslenen Nil, Sudan’dan geçerek kendi adını taşıyan geniş bir deltadan Akdeniz’e dökülüyordu. Nil, 6.650 kilometrelik uzunluğuyla klasik olarak dünyanın en uzun nehri olarak kabul edilir.
Tarımın Mezopotamya’ya oranla Mısır’da daha geç ortaya çıkmasının bir nedeni, Nil Nehri’nin yarattığı bereketli ortamın zaten bol miktarda yiyecek sağlaması olabilir. Mısırlılar yiyecek bolluğu açısından şanslıydı.
Mısırlılar tarıma geçtikten sonraki dönemde de şanslıydılar çünkü Nil taşkınları her yaz sonunda bol mineralli alüvyonlar getiriyordu. Toprak o kadar verimliydi ki, tarım için gübreye bile gerek duyulmuyordu. Çiftçiler sular çekildikten sonra nemli toprağa tohumu ekiyor ve doğanın ilkbaharda zengin hasat getirmesini bekliyordu.
Bu döngü her yıl yinelendiği için üretim ve tüketimde dengeli bir süreklilik sağlanıyordu. Ne var ki, Nil Vadisi’ndeki su hareketleri her zaman barışçıl değildi. Bazı yıllarda bitki örtüsü ve yerleşimler sular altında kalıyor, hayvan ve insan kaybı oluyor, sosyoekonomik yaşam sekteye uğruyordu.
Uzaklardaki bazı tropikal volkanik patlamalar, antik Mısır’ın çöküşünde rol oynamış olabilir. Mısır’da ya da komşu ülkelerde değil ama Endonezya’da meydana gelen bu volkanik patlamalar Hindistan, Arap Yarımadası ve Mısır’ın iklimi üzerinde domino etkisi yaratıyordu.
Yanardağlardan salınan sülfür bakımından zengin gazlar, Orta Doğu’yu da içeren geniş bir alana yayılıyordu. Yağışların azalmasının ve Nil’deki su düzeyinin düşmesinin kül ve gaz bulutlarıyla ilişkili olduğu düşünülüyor.
İklimde oluşan değişikliğinin bir sonucu olarak, nehir kollarının yatakları değişiyor, bazı bölgelerde tarımsal sulama yapmak olanaksız hâle geliyordu. Bir zamanlar yemyeşil olan tarlalar çölleşiyor, kitlesel açlıkla karşı karşıya kalan çiftçiler kuzey Mısır’a göç ediyorlardı.
Göçler Kıbrıs’ın iki katı büyüklüğündeki Nil Deltası’nda yoğunlaşırken, Kahire ve İskenderiye odaklı nüfus yığılması yeni ekonomik krizlere yol açıyordu. Kuzey Afrika’da farklı yüzyıllarda yaşanan kıtlık, kuraklık ve savaş dalgalarının neden olduğu kitlesel göçler de Mısır ekonomisi üzerinde ağır bir yük oluşturuyordu.
Yaşananları kayıt altına almayı seven Mısırlıların salgınlardan az çekmediği, tıbbi papirüsler ve arkeolojik bulgularla belgeliyor. Mısır gibi büyük bir uygarlığı dize getiren sıtma, çiçek, tifüs ve kara veba gibi salgın hastalıkların kitlesel ölümlere neden olduğu anlaşılıyor. M.Ö. 20. yüzyılda Mısır’a gelerek burada gönenç arayan etnik gruplardan biri olan İbraniler, veba salgınından kaçmak amacıyla M.Ö. 1476’da İsrail’e göç etmiş olabilirler.
Önce çok tanrılı, sonraları tek tanrılı olan “ilahi krallık” ideolojisi, Mısır firavunları tarafından özgün bir formatta kullanıldı. Bu bağlamda, öldükten sonraki yaşamın göksel güçlerle bağlantılı olarak başka bir boyutta süreceği fikrini desteklemek için eşsiz anıtsal yapılar inşa edildi.
Ancak gün geldi, ülkenin kontrolü için girişilen mücadeleler politik tıkanıklığa yol açtı. Siyasi darboğaz ve ekonomik gerilemeyle birlikte merkezi yönetim çöktü, ülke ikiye bölündü. Ardından rakip krallar arasında iç savaşlar patlak verdi.
Uzun zaman zorluklarla boğuşan Mısır, Kleopatra’nın ordusunun yenilmesiyle Roma işgaline uğradı ve Oktavianus’un donanmasına teslim oldu. William Shakespeare’in “Antonius ve Kleopatra” oyununda, Nil kraliçesi yanına zehirli bir engerek yılanını alır ve “şimdi ölmeme izin ver” der. O, Roma sokaklarında dolaştırılıp idam edilmektense ölümü seçti.
Mısır’ın son Helenistik kraliçesinin trajik ölümü, esasen Romalıların Mısır’ın içişlerine manipülatif müdahalesinin bir sonucuydu. Kısacası Mısır’ın sonunu getiren Kleopatra değil, kendisinden çok önce meydana gelen bir dizi doğal ve toplumsal gelişmenin sonuçları olmuştu.
Bize göre, dini otoritenin siyasallaşarak devlet yönetiminde söz sahibi olması ve dini ilkelerin dogmaya dönüştürülmesi devletin çöküşünü hazırlayan temel nedenlerdi. Geleneklerin kutsallaştırılması ve tartışılmaz doğrular olarak sunulması, her toplumda eleştiri kültürünün gelişmesini engelleyen bir olgudur. Mısır’da da durum tam olarak böyleydi.
Egemen sınıfın sorunlarla başa çıkacak güç, öngörü ve yaratıcılıktan yoksun olduğu fark edilmedi, fark edilse bile eleştirilemedi. Lidere ve davaya koşulsuz bağlılık geleneği, eski zamanlarda olduğu gibi bugün de Orta Doğu’da ilerlemenin önünde bir engel olmaya devam ediyor.
halilocakli@yahoo.com