Bugün, üzerinde uzun zamandır düşünmeme rağmen bir türlü çözemediğim, ancak epey araştırma yaparak bilgilenmeye çalıştığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum: LGBT+ hakları.
Bu konuya medyada çok kimse bezdirme (mobbing) endişesiyle değinmekten kaçınıyor. Ben olimpiyatlarda kadın boksörlerimizin başına gelenler nedeniyle bu konuya biraz girmek gereksinimi duydum.
Lise yıllarımda biyoloji derslerinde hocalarımız bize bir bireyde iki X kromozomu varsa o kişinin kadın, bir X ve bir Y kromozomu varsa dişi olduğunu anlatmışlardı. Buna ek olarak bazı kişilerde farklı kromozom yapıları olabileceğini, örneğin XXX, tek X, XXY ve XYY kromozomlu kişilerin de olabileceğini söylemişlerdi. 1970’li yılların başlarında verilen bu bilgiler zamanla değişmeye başladı. Örneğin bugün her Y kromozomunun aynı olmadığı biliniyor.
Yine o yıllarda insanların zorlama ile eş cinsel yapılabileceği düşünülürdü. Ancak, bugünkü bilim bu görüşü de benimsemiyor. Bireylerin cinsiyetlerinin ikili (yani ya erkek ya dişi) olmadığı, bir spektrumun söz konu olduğu düşünülüyor. Örnek vermek gerekirse, bir erkek tam bir maço olabileceği gibi, spektrumun diğer ucuna yakın bir yerde, kadınla erkek arası bir noktada da olabiliyormuş. Aynı durum da tabii kadınlar için de söz konusuymuş.
Yakın zamana kadar LGBT deyimi kullanılmazdı. Genetik bilimi geliştikçe ve psikiyatri tarafından desteklendikçe, toplumlarda sosyolojik değişimler de olmaya başladı. LGBT+ kavramı tüm değişik cinsel eğilimleri olanları kapsayacak şekilde genişletildi.
Eskiden cinsel eğilimleri farklı görülen bireyler toplumda hor görülürken, bu nedenle maddi ve manevi işkencelere maruz bırakılıp, hatta cinayetlere kurban giderlerken, günümüzde özellikle Batı ülkelerinde, onların da toplumun bir parçası olduğu ve her birey gibi eşit haklara sahip oldukları görüşü benimsendi. Ancak, bu bireylerin toplumda yeni elde ettikleri haklarla nasıl konumlandırılacağı konusu ise henüz tam oturmuş değil. Özellikle son yıllarda ortaya atılan, ’kişinin doğuştan cinsiyeti değil de kendisini nasıl hissettiği önemlidir’ görüşü ve bunun hukuk sistemlerinde yer etmeye başlaması, konuyu iyice karmaşıklaştırıyor. Artık bazı ülkelerde kimliklerde doğuştan cinsiyet kavramına yer verilmemesi, onun yerine bireylerin tercih ettikleri cinsiyeti tanımlamaları söz konusu.
Tabii bu bazı önemli sorunlara da yol açmıyor değil. Örneğin, bu ülkelerde kendini kadın olarak hissettiğini iddia eden bir erkek, kadın tuvaletlerine, soyunma odalarına girebiliyor. Bu nedenlerle pek çok ülkede tuvalet ayrımı yapılmaktan vazgeçiliyor ve tuvaletler birer kişilik bağımsız üniteler haline getiriliyor. Ancak, takım sporlarında soyunma odalarını birey bazında ayırmak pek mümkün değil.
Çok daha ciddi sakıncalarla karşılaşılan durumlar da söz konusu. ABD’de ırza geçme suçundan cezaevine giren bir kişinin kendini kadın hissettiğini iddia ederek, kadınlar cezaevine girmesi ve burada kadın hükümlülerin ırzına geçmesi buna bir örnek.
Yine bazı Batı ülkelerinde çocuk yaşta kişilerin bazen gerçek bir gereksinimden, bazen de bir özenti nedeniyle cinsiyet değiştirmeye karar verdikleri ve bu durumun anlayışla karşılandığı dikkat çekiyor. Ciddi psikolojik testler sonrasında başlatılan hormon tedavileri ve onu takip eden ameliyatlar bazı gençleri huzura kavuştursa da, yeterince bilimsel incelemeden geçmemiş pek çok olayda tüm bu süreçler sonucunda gençlerde pişmanlık oluşması ve geri dönüş imkanı olmadığından bu kişilerin intihara sürüklendiği kayıtlara geçmiş durumda.
LGBT+ haklarının bazen abartıldığı, toplumun zorla gözüne sokulmaya çalışıldığı da dikkati çeken konulardan biri. Pek çok ülkede ilkokuldan başlayarak verilen cinsiyet eğitimlerinde, LGBT+ olmanın son derece doğal olduğu, bunun bir seçim olduğu çocuklara erken yaşta anlatılıyor. Nedeni, büyük olasılıkla insanın neyse o olduğu, yani yukarıda değindiğim spektrumun değişmeyeceği anlayışı.
Yabancı televizyon kanallarında da bu tür bilinçlendirme/ koşullandırma çabaları dikkat çekiyor. Örneğin, siz en son ne zaman Netflix’te içerisinde bir LGBT+ birey olmayan bir dizi izlediniz?
LGBT+ hakları konusunda abartıya kaçılan bir dizi olayı son olimpiyatlarda da izledik. Cinsiyeti tam belirlenemeyen, sadece kendilerinin tanımladıkları cinsiyete göre kadın veya erkek olarak kategorize edilen pek çok sporcu olimpiyatlarda yarıştı.
Bu kişilerin spor müsabakalarında yer almaları en doğal hakları. Ancak, erkek fizyonomisine sahip bireylerin kadınlar kategorisinde mücadele etmesi XX kromozomuna sahip kadınlara da büyük haksızlık. Anatomik olarak erkek görünümünde olan ama kendini kadın hisseden kişilerin gelişim dönemlerinde vücutlarında bulunan yüksek testosteron oranı nedeniyle kas ve kemik yapıları XX kadınlardan farklı gelişiyor. Bu da yarışmalarda büyük haksızlıklara neden oluyor. Atletizm, yüzme, güreş, boks gibi dallarda bu durum özellikle göze batıyor ama aslında güç gerektiren her spor dalında bu sorun söz konusu.
Bu ikileme bilim de henüz bir çözüm bulabilmiş değil. Bize lisede öğretilenden farklı olarak bazı kadınlarda da XY kromozom kombinasyonu olduğu fark edilmiş ama bunların hangilerinin kadın özellikleri, hangilerinin erkek özellikleri ağır basıyor daha tam anlaşılmış değil.
Bu şartlar altında Olimpiyat Komitesi’nin cinsiyeti belirsiz sporcuları, kendi tanımlarına göre yarışmalarda kadın olarak kategorize etmesi XX kromozomlarına sahip kadın sporculara karşı bir ayrımcılık oluşturuyor.
Tartışmanın bizi ilgilendiren bölümü ise boks branşında ortaya çıktı. Boksta biri Tayvanlı, diğeri Cezayirli iki boksörün kromozom yapısının XY olduğu biliniyor. Üçüncü bir Taylandlı boksörün ise kromozom yapısı açıklanmamış. Ancak normal bir gözle bakıldığında her üçü de erkek görünümünde.
2020 Olimpiyat Şampiyonu boksörümüz Paris’te Busenaz Sürmeneli, Taylandlı Janjaem Suwannapheng ile karşılaştı ve maçı kaybetti. Taylandlı boksör ise daha sonra yarı finalde XY kromozomu olduğu bilinen Cezayirli Imane Khelif’e 5-0 kaybeti. Yani XY kromozomlu bir boksör bu kiloda altın, kromozom yapısı bilinmeyen bir boksör bronz aldı. Busenaz Sürmeneli ise madalya alamadan Türkiye’ye geri döndü.
Busenaz Sürmeneli’yi mağlup eden Taylandlı kadın boksör Janjaem Suwannapheng
Diğer bir kadın boksörümüz Esra Yıldız Kahraman ise yine XY kromozomlu olduğu bilinen Tayvanlı boksör Lin Yu-ting ile karşılaştı ve Yu-ting tüm maçlarında olduğu gibi Esra Kahraman’a karşı da müsabakayı 5-0 kazandı. Finalde de Polonyalı rakibine karşı maçı 5-0 kazanarak altın madalyanın sahibi oldu. Esra ise bu yenilgi nedeniyle üçüncü olabildi ve bronz madalya ile yetinmek zorunda kaldı.
(Esra Yıldız Kahraman’ı yenerek altın madalya alan Tayvanlı Lin Yu-ting manşetteki fotoğrafta solda, Janjaem Suwannapheng’i yenerek altın madalya alan Cezayirli Imane Khelef ise sağda yer alıyor.)
Burada dikkatinizi çekeceğim nokta XY kromozomlu olduğu bilinen her iki boksörün de tüm maçlarını ya 5-0 ya da abandone ile kazanmaları. LGBT+ bireylerin haklarına saygım sonsuz. Ancak, kadın haklarına da aynı derecede saygı duyuyorum. O nedenle Olimpiyat Komitesi’nin bu uygulamayla kadınlara haksızlık yaptığı, madalyalarını çaldığı düşüncesindeyim.
Cinsiyet tanımlaması tartışmaları yukarıda da değindiğim gibi hâlâ açıklığa kavuşmuş değil. Bu konuda BBC’de yayınlanan makaleyi tavsiye ederim. Yazının, XY kromozomlu bireylerde Y kromozomundaki SRY geninin öneminin vurgulandığı kısım ilginç.
Yakın zamana kadar sporda ortaya çıkan bu sorunu aşmak için müsabakaların kadınlar ve diğerleri kategorisinde yapılması düşünülüyordu. Bu sayede tartışmalı gruptakiler erkeklerle birlikte yarışacaktı. Anlaşılan bu yaklaşım kabul görmemiş. Ancak bir çözüm bulunması da elzem.
Türkiye’de medya sık sık olduğu gibi konuya tarafsız bakamadı. Sağdaki tetikçi medya olaya ahlak yönünden yaklaşıp saldırgan ve hakaret dolu bir dil benimserken, sol ve liberal eğilimli köşe yazarları moda olduğu üzere LGBT+ hakları konusunda kadın haklarını göz ardı eden yazılar yazdı. Bir tanınmış yazar ise olaya İmame Khelef’in hedef olması ve o nedenle akıttığı göz yaşları üzerinden değinmeyi tercih etti. Cinsiyeti belirsiz kişilere yenilen ve ileride de hiçbir şekilde yenme şansları da olmayan kadın boksörlerin gözyaşlarına ise değinen olmadı. Sadece Cumhuriyet gazetesinde Bedri Baykam olayın hassasiyetinden usturuplu bir şekilde bahsetti.
Türkiye’deki LGBT+ bireylerin yayın organı olan KaosGL dergisinde 2 Ağustos 2024’ta sayın Belgin Günay’ın imzasıyla yayınlanan ve olimpiyatlardaki uygulamayı destekleyen bir yazıyı da farklı düşüncelere yer verme gereği olarak dikkatinize sunuyorum.
Tabii Türkiye’de basının bu bağlamda spora bakışından çok daha ciddi bir sorunumuz var. Toplumu ayrıştırarak iktidarlarını korumaya çalışan, ‘ben yaratanı yaratılandan dolayı severim’ diye ortaya çıkanların LGBT+ hakları konusunda takındıkları tutum utanç verici. Bu tutum sokaktaki güruha da yansıdığından LGBT+ bireyler büyük bir tehdit altında. Kolluk kuvvetleri de bu kişilere karşı düşmanca bir tavır takınabiliyor. Umarım konu köpek katliamı düzeyine varmaz.
Manşet fotoğrafı: bbc.com
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibrıs.com sitesinde yayınlanmıştır.