İnternet’te geçenlerde dolanırken “Zincirli Hürriyet” adlı gazeteye rastladım.
“Zincirli Hürriyet”, Türkiye’de sosyalist hareketin öncülerinden Mehmet Ali Aybar’ın (manşet fotoğrafı) 1947’de önce İzmir’de, daha sonra İstanbul’da çıkardığı gazetenin adı..
Aybar (1908-1995) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Devletler Hukuku Doçenti. Gazeteci, siyasetçi, yazar, sporcu. 1971’de kapatılan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Genel Başkanı (1962-1969), 13. ve 14. dönem İstanbul Milletvekili.
Bizim kuşak (68 kuşağı) Aybar’ın, TİP Başkanı olduğu yılları iyi hatırlar. TİP’in 15 milletvekili ile TBMM’de ses getirdiği yıllardı o yıllar. Başta gazeteci Çetin Altan, TİP’li milletvekillerinin Meclis kürsüsünden, bozuk düzen üzerine işçiyi, emekçiyi sömürenler üzerine yaptıkları konuşmalar, iktidar milletvekillerince öfke, kamuoyunda ise ilgiyle izlenirdi. İzlenmesine izlenirdi de, işçilerin, emekçilerin önemli bir kesimi düzenden memnun olmalılar ki gider gider patronların partisine, iktidardaki partiye oy verirlerdi bugünkü gibi. Solcu aydınlara da bol bol hayal kırıklıkları ve türlü çeşitli baskılar kalırdı. Bugünkü gibi…
Aybar’ın siyasetle haşır neşir olduğu yıllar CHP’nin tek parti olarak iktidarda olduğu 1940’lı yıllarda başlar. 1945’ten itibaren ülkede demokrasi rüzgarları esmeye başladıktan sonra önce Hür adlı bir gazeteyi hafta sonları İstanbul’da yayınlamayı denedi. Gazetenin sıkıyönetim tarafından yasaklanması üzerine İzmir’de 5 Nisan 1947’den itibaren Zincirli Hürriyet gazetesini çıkarmaya başladı.

CHP’nin tek parti yönetimine sert eleştiriler getiren Hür ve Zincirli Hürriyet gazetesinin yazarları arasında Orhan Veli, Oktay Rıfat, Sabahattin Ali, Cami Baykut, Aziz Nesin, Zekeriya Sertel, Behice Boran gibi aydınlar ve edebiyatçılar vardı.
Zincirli Hürriyet’teki eleştirel yazılara gelen tepkiler sonunda fiili saldırı boyutuna ulaştı. Gazete, kışkırtmalar sonucu 100-150 kişilik bir grup tarafından “Kahrolsun komünizm” sloganı ile basıldı ve tahrip edildi. Gazetenin nüshaları meydanda yakıldı. Bu olaydan sonra gazeteyi basacak matbaa bulamayan Aybar, İstanbul’a döndü. Aybar, İstanbul’da sıkıyönetimin kalkması üzerine Zincirli Hürriyet’i tekrar çıkarmaya girişti ve 5 Şubat 1948 tarihinde birinci sayı yayınlandı. Fakat matbaalara yapılan baskılar sonucu bunu sadece bir sayı başarabildi.
Gazetenin 5 Şubat 1948 tarihli nüshasını arşivde bulmak mümkün. Bu nüshada iki yazı dikkat çekiyor. Biri Aziz Nesin’e, diğeri Sabahattin Ali’ye ait.
Atatürk’ün Türk Gençliğine Hitabesi’nden esinlenen Aziz Nesin’in CHP’yi hedef alan yazısı şöyle:
“Ey Türk Faşisti!
Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli gazeteleri çamurlara serip üzerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir.
Bu temel partinin hazinesidir.
Bir gün nümayiş yapmak için emir alırsan bütün polisleri yanıbaşında bulacaksın.
Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi emsali görülmemiş şekilde işkenceye tabi tutulabilir. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilir. Demir Ahmet tarafından sövülebilir. Bütün mülkleri zaptedilmiş matbaaları yıkılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri tarumar edilmiş, çoluk çocuğu dağıtılmış, haneleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar ziyafetlerde yenilebilir.
Ey faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şeriat içinde dahi bütün bu yapılanları kafi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğu kazma, balta, Halk Partisi’nin ambarlarında mevcuttur.”

Sabahattin Ali’nin gazetenin bu son sayısında yayınlanan makalesi ise hayattayken son yazısı. “Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır” başlığı ile yayınlanan makalede, 2. Dünya Savaşı yılları sırasında stokçuluk ve savaş vurgunuyla palazlanan ticaret burjuvazisinin yerle bir edilen Avrupa burjuvazisi ile ticari ilişkiler kurabilmek adına sergilediği oyunlar anlatılıyor.
1946’dan itibaren CHP ve Demokrat Parti’nin Batı ile yakınlaşmak adına verdikleri tavizlerden söz ediliyor. 2. Dünya Savaşı sırasındaki yokluklar ve karaborsa vurgunu yüzünden veremden ve bakımsızlıktan kırılan Türk halkının nasıl baskı altına alındığına işaret ediliyor… (*)
Makalenin ilk paragrafı şöyle:
“Altı sene süren bir dünya savaşının dışında kaldığımız halde, harp eden milletlerden daha perişan olduk. Bir başvekil tarafından A’dan Z’ye kadar bozuk olduğu söylenen ehliyetsiz bir idare makinesi, bir sürü fırsat düşkününün elinde oyuncak haline geldi.Yıllardan beri milletin soyulmasına, hastalık, sefalet ve gerilik içinde yuvarlanmasına sebep, hatta alet oldu. Birbiri arkasına iktidara gelip, her biri kendisinden evvelkinin işlerini tersine çeviren ve tek prensibi prensipsizlik olan hükümetler, milletin ekmeğini, yağını, kömürünü bile temin edemeyecek kadar beceriksizlikte başarı gösterdiler. Bütün bunların tabi bir neticesi olarak da millet baştakilere karşı hudutsuz bir nefret ve itimatsızlık beslemeye başladı ve bunu her fırsatta gösterdi…”
5 Şubat 1948 de yayınlanan bu makaleden iki ay sonra Sabahattin Ali’nin Nisan 1948’de Bulgaristan sınırında katledildiği düşünüldüğünde yazının önemi daha net kavranır.
Öte yandan, Sabahattin Ali’nin sözünü ettiği, milletin baştakilere beslediği nefret ve itimatsızlığın sonuçlarını bir de Orhan Veli’nin kaleminden okuyalım..
Çok partili rejimin ilk seçimi olan ve Demokrat Parti’nin kazandığı 14 Mayıs 1950 seçimlerinden bir gün sonra büyük şairimiz Orhan Veli Yaprak dergisinde şöyle yazmış:
‘’Seçimler bitti. Demokrat Parti Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysa ki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle, prensiplerinden son zamanlarda ne fedakarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, İmam Hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar… Hiçbiri, hiçbiri kâr etmedi. Zavallı Halk Partisi!’’
CHP’yi sert bir biçimde eleştiren bütün bu yazılanları, sol eğilimli gazetelere, solcu aydınlara gösterilen tepkileri o yılların koşulları içerisinde değerlendirmek gerekir. 2. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasındaki tek partili dönemde ülkede yaşanılan zorlukları, sıkıntıları anımsamak gerek. Yönetimi elinde tutan tek parti CHP için de o yıllar zor, sıkıntılı yıllardı. Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmemişti, ancak siyasi, ekonomik, askeri vs. açılardan ağırlığını hissetmişti. Bedeli de her zaman olduğu gibi halk ödemişti.
2. Dünya Savaşı sonrası yıllar Sovyetler Birliği’nin ağırlığını Avrupa ülkelerinde pek çoğunda hissettirdiği, kimi ülkelerin Sovyet bloğuna geçtiği yıllardı. Sovyetlerin Türkiye’den bir takım taleplerde bulunduğu yıllardı. Komünizmin büyük bir tehdit olarak algılandığı yıllardı.
Türkiye de bu tehditler altında Batı’ya yanaştı, Batı dünyası ile ittifak arayışına girdi. Bu ortamda ülkede sol hareketlere, sosyalist düşünceye baskılar giderek arttı.. Sosyalist düşünce doğrultusunda yayın yapan gazetelerin yayınları hoş karşılanmadı. Bu durumun bedelini ise sol düşünceye sahip aydınlar ödedi.
Zincirli Hürriyet gazetesinin ve başta Aziz Nesin ve Sabahattin Ali gibi değerleri ileriki yıllarda anlaşılacak yazarlarımızın, o yıllarda başlarına gelenleri, çektikleri sıkıntıları bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Halkı sıkıntıya sokmak, aydınlara baskı yapmakla suçlanan CHP, 1950’de çok partili rejime geçildikten sonra yapılan eleştirileri göğüsleyerek halkın tercihine saygı gösterdi. İktidarı seçimleri kazanan Demokrat Parti’ye devretti. İktidarını sürdürmek için Bizans oyunlarına başvurmadı. Yasaları değiştirmeye kalkışmadı.
O tarihten sonra da, kısa dönemler hariç, doğru dürüst bir iktidar yüzü görmedi. Sağcı partiler çeşitli isimler altında ülkenin kaderinde hâkim oldular. Hâkim olmaya devam ediyorlar… CHP’ye de halkın çektiği ekonomik sıkıntıları, toplumsal bozuklukları dillendirmek, demokrasiyi, insanların hak ve özgürlüklerini, laik eğitimi vs. savunmak düşüyor. İktidar partisi de CHP’nin 40’lı yıllardaki politikasını istismar ediyor.
Zincirli hürriyet yıllarında muhalif medyaya yapılan baskılar, muhalif medyayı sindirme politikaları, üç çeyrek asır sonra günümüzde ileri demokrasi döneminde, zamanın koşullarına uygun olarak farklı biçimlerde sürdürülüyor. Gelecek seçimlerde koltuğu kaybedebileceği kaygısını taşıyan iktidar, RTÜK’ü muhalif medyanın sesini kısmak için baskı aracı olarak kullanıyor. Aktroller her daim verilecek görevi yerine getirmeye hazırlar.
Bu koşullarda, muhalif medya patronları, gazeteciler baskı altına alınmakta, RTÜK muhalif yayın yapan televizyon kanallarına akla ziyan cezalar kesmekte. Köşe yazarlığında yeni biri dertleniyor:
“Gazetecilik riskli, zor işmiş. Aman dikkat et. Başına derde sokma diye uyarıyor yakınlarım.”
Kıdemli bir köşe yazarı yanıt veriyor:
“Korka korka nereye kadar. Bugünlere bu korkuyla geldik.”
Onlar dertlene dursun fedakar güvenlik güçlerimiz verilen görevleri insan haklarına uygun nasıl yerine getireceğinin arayışı içinde. Bağımsız yargımız güvenirliğinin giderek aşınmasının kaygısını taşımakta. İktidar milletvekillerinin, yandaş medyanın gözleri, kulakları Külliye’de…
Anayasaya rağmen baskı politikalarını sürdürmekte kararlı görülen iktidar ise, yeni anayasa ile daha özgür, daha demokrat bir Türkiye vaat etmekte..
İster inan, ister inanma…
(*) www.edebiyatgunlukleri398074657.worldpress.com/2020/08/2O
Manşet fotoğrafı: aydinlik.com.tr
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: