Pazartesi, 13 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

Yunan felsefesinin İslam’la buluşması

Halil Ocaklı
Son güncelleme: 25 Ağustos 2025 06:07
Halil Ocaklı
Paylaş
Paylaş

Bu yazıda, Antik Yunan’dan Arap dünyasına uzanan bilgi dolaşımının, İslam dünyasında bilimsel ve felsefi düşünceye katkılarını incelemeyi amaçlıyorum.

Bir kültürün kimliği, yalnızca kendi iç birikimiyle değil, aynı zamanda dış kaynaklardan edindiği öğeleri dönüştürme kapasitesiyle de şekillenir. Yalnızca iç kaynaklardan beslenen kültürel yapılar, zamanla durağanlaşma ve tekdüzeleşme eğilimi gösterir.

Buna karşılık, ödünçlemelerle zenginleşen kültürler, yeni bakış açılarıyla daha yaratıcı ufuklara açılma potansiyeli kazanır. Bu süreç, ödünçlenen öğelerin zamanla o kültürün doğal bir bileşeni haline gelmesini ve kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar. Sonuçta kültürler, bu mekanizma sayesinde yalıtık olmaktan çıkarak sürekli evrilen açık sistemlere dönüşür.

Öte yandan, bu tür etkileşimlerde belirleyici olan asıl etken, dış kaynaklı öğelerin yerel bağlamda özümsenerek özgün bir senteze dönüştürülme kapasitesidir. Yeni düşünceler, sözcükler ve imgeler, kökenlerinin izlerini taşımakla birlikte, yerleştikleri yeni kültürde farklı anlamlar ve işlevler kazanırlar.

Bu duruma dilsel alandan verilebilecek güzel bir örnek, Eski Yunancada “yazmak, kazımak, işaretlemek, betimlemek” anlamına gelen graphē (γραφή) sözcüğüdür. Graphē, önce Aramice-Süryaniceye, oradan da Arapçaya ḥarf (حرف) biçiminde geçerek bildiğimiz “harf” anlamını edinmiştir. Çoğumuzun Arapça kökenli olduğunu düşündüğü bu kelime, aslında Eski Yunancadan başlayan uzun bir dilsel yolculuğun ürünüdür.

Eski Yunancada “töre, yasa” anlamlarına gelen nómos (νόμος) sözcüğü de benzer bir yolculuğun ardından Arapçada “namus” kelimesine evrilmiştir. Türkçeye Arapçadan geçen bu kelime, “cinsel ahlak, doğruluk ve dürüstlük” gibi daha özel anlamlarda kullanılmaktadır. Bu örnekler, ödünçlemelerin yeni kültürün ihtiyaçlarına göre anlam genişlemesine ya da kaymasına uğrayabildiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Yunan felsefesinin İslam dünyasıyla buluşması, salt bir bilgi transferinden öte, yaratıcı bir dönüşüm süreci olmuştur. Bu süreçte İslam düşünürleri, Aristoteles’in mantığından Platon’un idealarına, Plotinos’un mistik felsefesinden tıbbi bilgilere kadar uzanan geniş bir Yunan mirasını kendi kültürel ve dini bağlamlarında ele almışlardır.

Felsefenin göç yolları

Antik Yunan felsefesinin Arap-İslam düşünce dünyasıyla teması, tarihin en ilginç kültürel sentezlerinden birini oluşturur. 

İslam’ın 7. yüzyıl sonlarında Orta Doğu’da hızla yayılması, Antik Yunan mirasının Arapça dünyasında yeniden keşfi için ortam hazırlandı. Bununla birlikte, İslam coğrafyasının yalnızca Yunan birikimlerinden etkilendiğini ileri sürmek haksızlık olur. Aynı zamanda Roma, Bizans, Mısır, Sasani ve Hint uygarlıklarının felsefi ve bilimsel mirasından da önemli ölçüde beslendi. 

Özellikle Basra, Urfa, Nusaybin, Antakya, Şam, Kudüs ve İskenderiye gibi şehirlerin 633–646 yılları arasında Arap egemenliğine girmesiyle kadim bilgiler, Arap aydınlarının ilgi odağı haline geldi. Ancak adı geçen bu merkezlerde Yunan bilimi ve felsefesi öncelikli odak noktası olmuştu.

Erken dönem Arap toplumlarının sözlü kültüre dayalı bir çöl toplumu olduğunu fakat aynı zamanda “Leyla ile Mecnun” gibi eserler ürettiklerini de unutmamak gerekir. Diğer yandan “Mu‘allaqāt” adlı kasideler eseri Arap edebiyatının “Homeros destanları” gibi düşünülebilir.

Oldukça kısa sürede büyük bir askeri güç haline gelen Müslüman Araplar, kuzeye doğru ilerledikçe Geç Antik Çağ’ın yerleşik bilgi ve kültür ağlarıyla karşılaştı. Yunan bilgeliğiyle ilk kapsamlı temasın Şam, Harran ve Cündişapur gibi merkezlerdeki çeviri ve yorum etkinlikleri üzerinden gerçekleştiği kabul edilmektedir. (1)

Kuzey Mezopotamya’da ticaret ve bilgi aktarım yollarının kesişim noktasında bulunan Harran, bu süreçte kritik bir rol oynamıştır. O dönemde Harran’da, gökyüzü cisimlerine ve yıldızlara tapınan, özellikle astronomi alanında ileri bir bilgi birikimine sahip olan “Sabiiler” topluluğu yaşamaktaydı. 

Platon, Aristoteles ve Pisagor öğretilerine dayanan felsefi gelenek, büyük ölçüde Harran’da korunarak İslam dünyasına aktarılmıştır. Bu aktarım faaliyetleri, Arapçaya yeni kavramlar kazandırmış ve sonraki yüzyıllarda İslam düşüncesinin metodolojik araçlarını besleyen bir altyapı oluşturmuştur. 

Araplar bu birikimle tanıştıklarında, özellikle felsefe, tıp, matematik ve mantık alanlarında derin ve verimli bir etkileşim geliştirdiler. Bu etkileşimin bir çıktısı olarak Arap düşünce ufku genişlemiş ve Arapçada bilimsel-felsefi bir terminolojinin oluşumu hız kazanmıştır.

Bağdat’ın entelektüel yükselişi

İslam düşüncesinin Yunan felsefesiyle kurduğu ilişki, tarihin en parlak entelektüel sentezlerinden birini ortaya çıkarmıştır. Bu uzun soluklu sürecin kurumsal zirvesini, Bağdat’ta Abbasi Halifeleri himayesinde kurulan Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) ve ona bağlı atölyeler oluşturmuştur. Burada Platon, Aristoteles, Galen, Öklid, Hipokrat ve Ptolemaios gibi pek çok düşünürün eserleri, Süryanice aracılığıyla ya da doğrudan Yunancadan Arapçaya çevrilmiştir. (2)

Ancak yalnız kitap çevirmekle yetinilmemiş, metinler üzerinde tartışmalar yürütülmüş, eleştiriler getirilmiş ve yeni eserler üretilmiştir. Bu birikim, İslam filozofları tarafından benimsenerek Doğu Roma’nın Hristiyanlaşmasıyla geri plana düşen Antik Yunan bilgeliğine entelektüel bir diriliş kazandırmıştı. Bu bilgilerin yüzyıllar sonra Latince çeviriler yoluyla Avrupa’ya geri dönerek insanlığın ortak mirasına güçlü bir katkı sunması da bu sürecin çarpıcı bir yanını ortaya koymaktadır. 

İslam’ın Altın Çağı

Düşünsel ve bilimsel katkılarıyla İslam’ın Altın Çağı’na damga vuran birçok temsilci vardı; bunlar arasından öne çıkan on iki isim şunlardır (sıralama kronolojik):

Felsefe alanında:

  • El-Kindi (801–873) İlk büyük İslam filozofu
  • El-Farabi (870–950) İdeal devlet ve müzik felsefesi kuramcısı
  • İbn Sina (980–1037) Tıp ve felsefede otorite (El-Kanun fi’t-Tıb)
  • İbn Rüşd (1126–1198) Akıl-vahiy uyumunu savunan filozof

Bilim ve tıp alanında:

  • Ebu Bekir er-Razi (865–925) Deneysel tıbbın öncüsü
  • Ez-Zehravi (936–1013) Modern cerrahinin babası
  • İbnü’l-Heysem (965–1040) Optik biliminin ve bilimsel yöntemin öncüsü
  • İbn Zuhr (1094–1162) İlaç biliminin öncüsü

Matematik ve astronomi alanında:

  • Harizmi (780–850) Cebirin kurucusu, “algoritma” kavramının kaynağı
  • El-Battani (858–929) Yıldız kataloglarını hazırlayan astronom
  • Biruni (973–1048) Dünya’nın çevresini hesaplayan matematikçi
  • Nasirüddin Tusi (1201–1274) Kopernik’in kullandığı teknikleri geliştirdi

“Gerçeğin kendisi daha değerlidir”

8. yüzyıldan itibaren bilimsel yöntem tartışmaları hızlanmış, modern deneysel bilimin tohumları atılmış ve bilgi üretimi giderek kurumsal bir nitelik kazanmıştı. Çeviriler, cilt sanatı, kütüphaneler, gözlemevleri, tartışma meclisleri ve tıp okullarının yaygınlaşmasıyla bilimsel etkinlikler büyük bir artış gösterdi.

9.–13. yüzyıllar arasında Buhara, Semerkand, Nişabur, Merâğa, İsfahan, Bağdat, Kahire ve Kurtuba gibi merkezler, bilginin dolaşımını ivmelendirdi. (3)

Bu gelişmeler sonucunda, Aristoteles felsefesi İslam düşünürleri için vazgeçilmez bir analitik çerçeve haline geldi. Aristo’nun özellikle mantık ve metafizik sistemleri, Tanrı’nın varlığı ve evrenin rasyonel düzeni, neden-sonuç ilişkisi ve insan aklının sınırları konularını açıklamada en güçlü başvuru kaynaklarından biri oldu. 

Kilise dogmalarıyla uyumlu bir otoriteye indirgenen Aristoteles Batı’da soyut teolojik kalıplara sıkışırken İslam dünyasında daha yaratıcı ve dinamik yorumlara alan açtı. İbn Sina, Aristotelesçi metafiziği temel alsa da, onu aşan bir yaklaşımla varlık ile Tanrı’nın doğası arasında özgün bir kavramsal bağ kurdu. İbn Sina’nın, “Yol gösterenlere minnettarız, ancak gerçeğin kendisi daha değerlidir” sözü, onun gerçeğe olan bağlılığını ve bu uğurda hocalarını bile aşmaktan çekinmediğini gösterir. 

Bu perspektifin doğal bir uzantısı olarak İbn Sina’nın Tanrı’yı “varlığı zorunlu tek gerçeklik” olarak tanımlaması, Aristoteles’ten daha ileri bir metafiziksel temellendirmeye dayanır. Bu ontolojik çerçeve, yalnızca İslam felsefesi için değil, sonraki dönemlerde Batı skolastiği için de temel bir referans noktası oldu. 

Teoloji ve dinin siyasallaşması

Zamanla felsefenin bu rasyonel yükselişi karşısında teoloji bazı sınırlamalar getirmeye başladı. Bu anlamda, kelamın felsefe karşısında güç kazanması, özellikle Gazali (1058–1111) ile doruk noktasına ulaştı. Eş’arilik gibi kelam ekolleri, akıl-vahiy arasında bir denge kurmaya çalışsalar da, bilginin dinden bağımsız olamayacağını savunarak Gazali’nin etkisini daha da pekiştirmişlerdir. (4)

Böylece felsefenin usçu sorgulamaları, inanç esaslarını tehdit eden tehlikeli unsurlar olarak görülmeye başlandı. Gazali’nin felsefeye yönelttiği sert eleştiriler, İbn Sina ve Farabi gibi büyük filozofların acımasızca “dinsiz” olarak yaftalanmasına neden oldu. 

Tartışmalar, bilgi kuramı düzleminden giderek inançsal bir doğruluk/yanlışlık eksenine kaydı. Gazali’ye göre akıl yürütme, ancak vahiy ile uyumlu olduğu ölçüde geçerlidir; değilse insanı sapkınlığa sürükler.

İşte bu kırılma, İslam dünyasında aklın hareket alanını daraltırken, vahyi sorgulanamaz bir otorite olarak konumlandırmıştır. Kur’an’ın akıl yürütmeye yaptığı güçlü vurguya karşın, tarihsel pratikte akıl çoğu kez itaatin gerisine itilmiş; bilme ve araştırma arzusunun yerini zamanla dogmatik kabuller almıştır. Bu ortamda doğal olarak, dinin farklı yorumlar üzerinden siyasallaştırılması toplumda derin ayrışmalara zemin hazırlamıştır. 

Tarih göstermiştir ki, dinin siyasallaştığı toplumlarda krizler, sıkıntılar hiçbir zaman eksik olmamış ve gelişimi sekteye uğratmıştır. Müslüman toplumlar arasında mezhep ayrılıkları yüzünden yaşanan onlarca büyük çatışma da bu bağlamda değerlendirilebilir. 

Hakikat arayışının iktidar söylemlerine bağlandığı toplumlarda dini otorite bağımsızlığını yitirir, tekelci bir ideolojik yaklaşım gelişir ve inanç özgürlüğü aşınır.

Hükümetler yurttaşlara eşit yaklaşmalı, sosyal adaleti sağlamalı, çoğulcu, katılımcı, parlamenter demokrasiyi korumalı, hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkelerini eksiksiz işletmelidir; çünkü “devletin dini adalet”olmalıdır.

1-G. Endress, Die arabische Philosophie, C.H. Beck, München, 2011.

2-D. Gutas, Greek Thought, Arabic Culture, Routledge, 1998

3-Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, İBB Kültür A.Ş. Yay., 2008.

4-F. Griffel, Al-Ghazali’s Philosophical Theology, Oxford University Press, 2009.

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanHalil Ocaklı
Takip et:
Bayburt'un Sisne köyünde doğdu (1964). Almanya'da gurbetçi bir çocuk olarak büyüdü ve burada Yunan-Roma tarihi okudu. California Berkeley Üniversitesi'nde Proto-Altayca ve Japonca ilişkileri üzerine çalıştı. Bu süreçte Japonya'da Kyushu Üniversitesi'nde bir sömestr geçirdi. Çalışma alanı: Diyakronik (Artsüremli) Proto-Dil Tipolojisi. Türkiye ve ABD'de profesyonel turist rehberliği ve çevirmenlik yaptı, 50'den fazla ülke gezdi. Rodos'ta otel işletmeciliği yaptı. Hindistan'da çeşitli eğitimler aldı. Rusya'da Tver Devlet Üniversitesi'nde çalışırken Olga ile evlendi. Kadim Vedanta felsefesine derin bir ilgi duyuyor. Aksiyon dolu 35 yılın ardından, şimdi Bergamo (İtalya) ve Antalya'nın sade sakinlerinden biri olmaya çalışıyor.
Önceki Makale Moskova’da Woody Allen sürprizi
Sonraki Makale Külliye için özel giysi

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Gıda güvenliğimiz tehlikede mi?

Yıldırım Aktuğan
13 Ekim 2025
*Serbest Kürsü

İki sessizlik arasında Orta Doğu

Metin Duyar
13 Ekim 2025
EditörSerbest Kürsü

İnsan adaleti mi doğa adaleti mi?

Tijen Zeybek
12 Ekim 2025
Serbest Kürsü

Erdem, cehalet ve ihtiras

Melek Ay
12 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?