Eski dönemlerdeki tüm düzenlemeler güneşin dönümüne göre ayarlanmıştı. O yüzden belli günlerin tespiti gerekmiştir.
Örneğin ekinoks (gün-tün eşitliği) bunlardan biridir. Çok uzun süre, 21 Mart yılbaşı olmuştur. Bunun altında yatan neden de, o günden sonra artık güneşin “galebe” çalmasıdır. Günlerin uzaması demek, doğanın uyanmaya başlaması, ürünlerin yetişmesi, kısacası bereket gelmesidir.
Tahminlerimizin çok ötesinde gelişmiş astronomik bilgileri olan Mezopotamya (Mezopotamya Elence bir kelime olup; mezo: ara-potamos da nehir demektir. kastedilen Dicle ile Fırat nehirlerinin özellikle denize aktıkları bölgedir) halkları-Asur, Elam, Babil, Sümer bunları eksiksiz biliyorlardı. Her yıl 21 Mart’ta inana ile dumuzi (bizde daha sonra temmuz adını alan tanrı) kutsal evlilikleri olur ve doğa uyanmaya, bereketli olmaya başlardı…
Eski tüm diğer dinler ve medeniyetlerde de yılbaşı bu nedenle 21 Mart olmuştur ve nev (Farsça ve sanskrit: yeni) rûz (gene aynı dillerden gün) yani yeni gün olarak günümüzde de kutlanmaktadır
Peki nedir bu 1 Ocak-ne alâkası var yılın başlaması ile Fransızca bilen züppe delikanlıların dediği gibi “quelle alâka?..” Çok alâka…
Efendim; nasıl ki ilk ekinoks olan 21 Mart’tan itibaren gün geceden uzun olmaya başlıyorsa en uzun gece de büyük önemi haizdir. En uzun gece, güneşin en az olduğu gün olup o günden sonra dünyaya bereket bahşeden güneş gittikçe daha uzun süreli aydınlık ve dolayısı ile bereket getirerek, güç kazanmaktadır. Bugün de, kuzey yarımkürede 21/22 Aralık’tır… Bugün, karanlığın en uzun olduğu gündür ve ondan sonra “felaha-kurtuluşa” erme süreci başlamaktadır…
Ondan sonra garip bir olay olur ki Mezopotamyalılar bunu da tespit etmişlerdi: 21/22.12 ile 24/25.12 arasındaki 3 gün boyunca günler milimetrik olarak ne uzar ne kısalır ancak 25 Aralık’tan sonra günler uzamaya, geceler kısalmaya başlar…
İşte bu üç gün her din tarafından çok önemsenmiştir ve Mısır’da Horus da, İran’da Mitras da bu üç gün “ölüp” sonradan yeniden dirilmişlerdir… Bu o zamanların ifadesi ile “tanrının 3 gün ölümü (!)” olarak değerlendirilmiştir.
Bu “tanrının üç gün ölümü” fenomeni- İsa’ya da atfedilir- bilirsiniz ki; İsa çarmıhta idam edildikten sonra konduğu mağaradan üç gün geçtikten sonra “dirilmiş”tir…
Şimdi, demek ki en uzun gece tüm eski dinlerde bilinen bir vakıadır. Bir de 3 günlük tanrının ölümü mefhumunu eklersek buna “gerçek anlamda günlerin uzaması” 24/25 Aralık’tan itibaren başlar…
“Onu anladık, deminden beri kafa ütülüyorsun kardeşim, sadede gel, nedir bu 1 Ocak?”
Yavaş yavaaaaş- imdiii!
İsa sonuçta bir Musevi. Musevi olan her erkek de sünnet olmak zorunda. Hangi gün?
Bu kesinleşmiş olarak 8. gündür, mecbursunuzdur o gün bir Yahudi olarak oğlunuzu sünnet etmeye, çok ölümcül bir hastalığı yoksa..
24/25 Aralık gecesi doğduğu iddia edilen bu tarih 300 küsur yıl sonra İznik Konsili’nde “tespit” edilen yani daha önceki “tanrıların” gününden ve en uzun gece fenomeninden yararlanılarak uydurulan gün; İsa’ya da uygun görülmüş. Eh İsa da bir Yahudi olarak doğduğundan, 8. gün yani 1 Ocak’ta “sünnet” edilmiştir…
“Hadi yaaaa” demeyin..
Yılbaşında yani 1 Ocak’ta aslında gene Museviliğe ait bir “farz” sonucu Hz. İsa’nın bir Musevi olarak sünnetini kutladığımızı unutmayalım.
Nasıl bizde epey çok sayıda- gerçekten hangisinin o camiyi daha cazip hale getirmek için olduğunu bilemeyeceğim-Kakal-ı Şerifler veya Peygamberimize ait olduğu iddia edilen emanetler varsa- Orta ve Yakın Çağ’da 20’ye yakın kilise, İsa’ya ait olduklarını iddia ettikleri “kutsal sünnet derisi” (sanctum praeputium) bizdedir” diye ilan etmiş ve insanlar akın akın o kiliselere gelmiştir…
Ali Rıza Sığırcı
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır