Bundan iki buçuk yıl önce bir Alman grupla birlikte Avustralya ve Yeni Zelanda’ya bir seyahat yaptım.
Oldukça ilginç yerlerin gezildiği bu seyahat katılan herkes için oldukça öğretici bir kültür ve doğa turuydu. Herkes gibi ben de bu geziyi hep hatırlayacağım. Özellikle Gelibolu Savaşları’na verilen önem çok etkileyiciydi. Her iki ülke de, Gelibolu’da İngiliz subaylarının çatışmalarda Anzac (*) askerlerini, anlamsız bir şekilde ölüme yolladıkları düşüncesiyle Büyük Britanya ile hissi bağlarında bir kopuş yaşamışlar ve bağımsızlık fikirleri oluşmaya başlamış.
Bugün bu ülkelerde en küçük yerleşim yerlerinde bile Anzac anıtları ve çok yerde Gallipoli cadde ve sokakları var. Benim bu seyahate ilgili gruptaki Almanlardan farklı bir anım da oldu. 16 Şubat 2018 Cuma günü, 21 gün süren seyahatin sonuna yaklaşırken feribotla Yeni Zelanda’nın Güney Adası’ndan Kuzey Adası’na geçtik. Geminin varacağı liman başkent Wellington’du. Gece orada konaklanacaktı. Benim ise o akşam için ilk defa olarak herkesten ayrı bir programım vardı. Seyahate çıkmadan evvel yaptığım okumalardan edindiğim bilgiye göre Wellington’da bir Atatürk Parkı vardı ve ben oraya gitmeyi planlamıştım. Bu konuda rehber hanımdan da izin almıştım.
Hikâyenin devamı o gün aldığım notlardan anlatacağım…
Saat 17.00 sıralarında Wellington Harbour’un girişindeyiz. Çok şiddetli bir rüzgâr var. Üst güvertede artık durulamıyor. Elimden cep telefonum uçacak diye küpeşteye yaklaşıp fotoğraf çekmeye korkuyorum. O nedenle elimde Wellington Limanı’na girerken çekilmiş bir kent fotoğrafı yok. 18.00’de limana yanaştık. Otobüs ve şöför değişti. Yola çıktık. Büyükçe ve canlı bir şehir. İstasyonda otobüsten indim. Herkes otele gidecek, bense 18.40’ta 30 nolu otobüsü yakalayacağım. Bu otobüsün akşam son seferi. Otobüs tam vaktinde durakta, şöför Uzak Doğu kökenli. Gideceğim durağı söylüyorum. Tamam ama tam yerini bilmiyorum, zira ben de bu seferi bugün başkasının yerine yapıyorum diyor.
5050 nolu durakta ineceğim. 30 dakika sonra durağı buluyoruz. Zaten sondan bir evvelki durak. Ben ve otobüste kalan son biri; 40 yaşlarında bir hanım otobüsten indik. İndiğimiz yerin bir tarafı Wellington Limanı’na giden, biraz önce gemiyle geçtiğimiz boğaz. Öbür tarafta beş adet ev ve bir sırt var. Üstü sanki makilik.
Ben şimdi ne yapacağım diye düşünürken, kadın arkamdan seslendi, ‘Kime geldin’ diye. ‘Ben de Atatürk Parkı’na gitmek istiyorum’ dedim. Kadın bana baktı, ‘Yoksa Türk müsün?’ diye sordu. Evet cevabını alınca sırtındaki çantayı bir evin garaj kapısına bıraktı. ‘Türkiye’de bize o kadar iyi davrandılar ki, şimdi borcumu ödeme zamanı’ dedi.
Benle yol boyu yürümeye başladı. Bir yandan da sohbet ediyordu. Atatürk isimli bir parka yakın evinin olmasının ona huzur verdiğini söyledi. Çevre Gelibolu’nu andırıyordu. Özellikle Anzak Koyu’na benzer bir yer seçilmiş. Bir kilometre sonra sırta çıkan bir patikanın önüne geldik. Ben teşekkür edip, sırta çıkmamasını istedim. Ne de olsa akşamüstü iş çıkışında yorgun argın evine dönen bir kadın. İkna oldu. Dönüşte otobüse sırtın daha arkasındaki ikinci bir sırtın altından bineceğim. Bana yolu tarif etti. Topoğrafyaya hakim olmama biraz şaşırdı. Bir sorun olursa geri dön, eve gel, seni başka bir otobüs durağına bırakırım dedi. Sonra güle güle ‘Johnny’ Türk deyip, sarıldı, iki yanağımdan öptü. Ben sırtı tırmanmaya başladım. Bir yerde bir tabela, Atatürk Parkı yazıyor.
Kocaman bir park. Londra’dan bildiğimiz Hyde Park’ın en az iki katı büyüklükte. Uzaktan bir anıtın ucu görünmeye başladı. 15 dakika sonra anıta vardım. Etrafı inceleyip, hava kararmadan fotoğraf çekmeye başladım. Anıt bir hilal şeklinde tasarlanmış. Zeminde ise bir yıldız var. Yukardan bakınca ay-yıldız olarak görünüyormuş. Bir Yeni Zelandalı sanatçının eseri.
Bir an evvel son otobüse yetişmek için yeniden ikinci tepeye doğru yürümem lazım. Güneş de iyice alçalmış durumda. Tam o sırada 30 yaşlarında bir bey ve bir hanım köpek gezdirirken yanıma geldiler. Zaten parkta başka kimse de görünmüyor. Adam bana selam verip, hal hatır sordu. Türk olduğumu duyunca az ötede köpekle ilgilenen partnerine seslendi ‘Burada bir Türk var’ diye.
Kadın, anıta olan saygısından dolayı köpeğini bir çalıya bağlayıp hızlı adımlarla geldi, Türk olduğumu bana teyid ettirdikten sonra gözünden yaşlar akmaya başladı. İki kere Gelibolu’ya gelmiş. Büyükbabası Gelibolu’da Yeni Zelandalılarla birlikte savaşmış, büyükannesinin dayısı ise Avustralya birliğinde. Dayı savaşta şehit düşmüş. Büyükbaba ise geri dönmüş. Kadın büyükbabayı hiç görmemiş ama büyükannesi vasıtasıyla ne kadar kanlı ama centilmence bir savaş olduğunu ikinci elden duymuş. Bana, ‘Son centilmenler savaşı‘ dedi. Türkler katırlarla Anzaklar’a çatışmalar arasında su bile yollamışlar. Büyük dayı ise katolik bir aileden geliyormuş. Katoliklerde cenazenin bulunup, tören yapılması çok önemliymiş. Büyük dayının cenazesi Gelibolu’da kalınca aile çok üzülmüş.
1934’te Atatürk ‘Onlar artık bizim de çocuklarımızdır anneler rahat olsun’ diye meşhur demecini verince, bu uzak diyarlarda büyük bir rahatlama olmuş. Atatürk’ün mesajını papaz kilisede okumuş. Zaten Wellington’daki anıtta bulunan kitabede de bu sözler var. İki kez Gelibolu’ya gelmişler. ‘Çok iyi karşılandık, İstanbul, Efes ve Kapadokya’ya da gittik, insanlar bize çok iyi davrandılar’ diye anlattılar. Anıtın önünde fotoğrafımı çektiler. Evlerine davet ettiler, nazikçe reddettim. Ancak, otobüse binmeme gerek kalmadı. Beni arabalarıyla otelime bıraktılar.
21 Ağustos’ta, bundan tam 109 yıl önce Anzac’lar ve Türk Ordusu tarihte son kez karşı karşıya geldiler. İkinci Anafartalar Muharebesi diye anılan bu çatışmalarda İngiliz, Anzac ve Gurka askerlerinden oluşan kuvvetler Kurmay Albay Mustafa Kemal tarafından bozguna uğratıldı. 14 bin 300 kişilik 9. Birleşik Krallık tugayı 5 bin 300 kayıp vererek geri çekildi. Türk kuvvetlerinin kaybı ise 2 bin 600’dü.
Bu muharebe müttefiklerin Gelibolu’da gerçekleştirdiği son taarruzdur.
Not: Bu yazım daha önce noktakibris.com ve haber.aero sitelerinde yayınlanmıştır.
Manşet fotoğrafı: phillipawery.co.nz
(*) Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu (İngilizce Australian and New Zealand Army Corps’un kısaltmışı: Anzac-Anzak)