“Yobaz” kelimesi TDK sözlüğünde “Dinde bağnazlığı aşırılığa vardıran, başkalarına baskı yapmaya yönelen (kimse)” diye tarif ediliyor.
Diğer anlamları da “Bir düşünceye, bir inanca aşırı ölçüde bağlı olan (kimse)” ve “Halk ağzında kaba saba, incelikten anlamayan (kimse)”. Bu tanımları birleştirirsek; bir düşünceye ya da dine bağnazlık derecesinde bağlı ve bu düşünceyi kaba ve baskıcı bir üslupla çevresine empoze eden ya da etmeye çalışan kimse diyebiliriz.
İdeolojiler bir dünya görüşüdür. Yaşadığımız dünyanın nasıl bir dünya olduğunu bize anlatmaya çalışır. Toplumdaki olay örgüleri ve gerçeklik insanlar için oldukça karmaşıktır ve bunları anlayıp açıklayabilmek, sebep ve sonuç ilişkileri yaratabilmek oldukça zordur.
Biyolojik olarak beyin, her zaman en az enerji harcayacağı şekilde hareket etme eğilimindedir. Muhtemelen bu nedenledir ki binlerce yıldır doğaya, tanrıya, topluma, yaradılışa ve politikaya dair sorulara cevap bulmak için din, mit, gelenek ve ideoloji gibi hazır paketleri kullanmayı tercih ediyoruz.
İdeolojilerin bir özelliği de bireyleri etkilemesidir. İdeolojiler onu savunan bireye bir kimlik verir ve bu kimlik onu diğer bireylerden ayıran bir işlev görür. İdeolojilerin bahsettiği konuda söylediklerinin birbirini destekleyen, tutarlı düşüncelerden oluşup kendi iç mantığına sahip olması insanlara çekici gelir.
Yaşadığımız modern çağda inanılmaz bir hızla gerçekleşen sayısız değişiklik ve gelişme her alanda klasik anlayışların temellerini yerinden oynatabiliyor. Çoğu zaman bu değişikliklerin tümünü anlama, ayak uydurma ve içselleştirme hızına sahip olamıyoruz. Bu değişiklikler aynı zamanda onun yarattığı ortamı anlama, ifade etme ve çözümleme aşamasında tamamen yeni ideolojiler ve fikir akımları da ortaya çıkarıyor. Yazının girişinde belirttiğim yobaz kavramı tam burada önem kazanıyor. Yobaz tanımını yaparken ‘’herhangi bir din veya düşünceye’’ diye açıklamaya başlamış olsak da yobaz denilince akla ilk olarak gerici ve çağ dışı düşüncelere kökten bağlı bağnazlar geliyor.
Ancak bir ideolojinin veya düşüncenin modern çağda ortaya çıkmış olması, onun aydınlıkçı olması yayıldığı kitlenin dolayısı ile taraftarlarının iyi eğitimli olması, o ideolojinin yobazlarının olmayacağı anlamına gelmez.
“Yeni nesil yobazlık” diyebileceğimiz bu olgunun hakimiyet alanı sosyal medyadır. Online dünyada “yankı odaları” diye tabir edilen sadece kendi düşüncesine ait kullanıcılarla iletişimde oldukları bir “akvaryum” oluştururlar. Yeni dünyaya ait ideoloji ve düşüncelerin nispeten daha çağdaş ve ilerici görünmesi sebebi ile politik doğruculuk kalkanı da kendiliğinden oluşur. Kısa sürede organize olurlar, sosyal medyayı harekete geçirip linç mekanizmasını devreye kolaylıkla sokarlar.
Öncelikle iyi eğitimli olmanın dayanılmaz öz güveni bu insanlara o ideolojiyi en iyi onların anladığı ön kabulü getirir. Bunların çoğunluğu için o ideolojinin karşısındaki birisi, o ideolojiye taraftar ama bunu eksik ya da hatalı savunduğunu düşündükleri birinden evladır.
İdeolojilerin taban kazanıp kitleselleşmesini de sevmezler, çünkü öyle olduğunda onlara kimlik veren ve ana akımdan farklılaştıran oyuncak ellerinden kayıp gitmektedir. Yeni nesil yobazlığın bir diğer genel karakteri ise “Enizm”dir. Bu ideolojiyi ben buldum. Bir aktivistin, bir ideolojinin “en’i olması ve kendini sürekli bununla motive etmesinin gerekliliğine inanan düşünce modeli. Sosyal medyada olsak buraya bir gülme emojisi koyardım. Onlara göre o ideolojinin “en’i olmaları ve hep orada kalmaları gerektiğinden zaman zaman kendi çocuklarını “Enizm” adına kurban ederler. Her zaman bir ‘’en’’ yarışı vardır aralarında.
Tarihçi James Harvey Robinson, ‘’İnançlarımız oluşurken son derece dikkatsiz davranırız, ama biri bizi bu inançlarımızdan ayırmaya kalkıştığında şiddetli bir tutku ile karşı koyarız. Aslında bizim için inançlarımız fazla önemli değildir, önemli olan şey öz güvenimizin tehdit edilmesidir” der. Üzerinde düşünmeye değer bence.
Mitolojiye göre; Kral Peleus, Deniz Tanrıçası Thetis ile düğününü kutlamaktaydı. Eğlencede kargaşa çıkarmasından korkulan Nifak ve Fesat Tanrıçası Eris dışında bütün tanrılar ve tanrıçalar davet edilmişti. Düğüne çağrılmadığı için sinirlenen Eris, düğün meydanının tam ortasına üzerine “En güzeline” notu iliştirilmiş altın bir elma atar. Her tanrıça kendini en güzel olarak kabul ettiğinden hepsi elmanın kendisi için gönderildiğini düşünür. Böylelikle tanrıçalar arasında anlaşmazlık başlar. En ateşlileri Hera, Atena ve Afroditdir. Bu durum Zeus’a kadar gider ama o arada kalmaktan kaçınır ve o üç tanrıçadan hangisinin en güzeli olduğunu karar verecek kişinin Truva Kralı Priamos’un oğlu Paris’in olması gerektiğini söyler. Paris’in hakemliği ve devamındaki tercihi de Truva savaşına sebep olan Helena’nın kaçırılışına kadar giden bir dizi olaylara sebep olur.
Bugün mesela sosyal medyaya Eris’in altın elmasından atsak ve üzerine; en vegana, en feministe, en Atatürkçü’ye, en çevreciye, en hayvan severe vs. şeklinde not yazsak. Bir Truva savaşı çıkarmasa bile en azından İlyada Destanı’nı yeniden yazacak kadar malzeme çıkarır diye düşünüyorum.
İnsanlık birçok konuda çok aceleci davranıyor. Herkes yaptığı iyi davranışların ve yatırımlarının karşılığını kendisi için uzun ama insanlık için çok kısa olan ortalama atmış, yetmiş yıllık hayatlarında görmek istiyor. Hani ebeveynler çocuklarına der ya, ölmeden mürüvvetini göreyim diye. Bana sanki herkes ölmeden önce ideolojisinin mürüvvetini görme telaşındaymış gibi geliyor.