Bir ülkenin sınırları yalnızca haritalarla çizilmez; diliyle, kültürüyle, sokaklarındaki yaşamla şekillenir. Türkiye’de bu sınırlar sessizce yeniden çiziliyor. Son on yılda yaşanan büyük göç dalgası artık geçici bir kriz değil; kalıcı bir dönüşümün habercisi.
Suriyeli sığınmacılar “misafir” statüsünü çoktan aştı. Yeni mahalleler, yeni nüfus dinamikleri ve yeni diller bu ülkenin gerçeği haline geldi. Ancak bu değişim doğru yönetilmezse, bir dönüşüm değil, toplumsal bir kopuş yaşanabilir.
Rakamlar değil gerçekler konuşuyor
- Kilis’te her iki kişiden biri Suriyeli. Resmî veriler %40 dese de, saha araştırmaları bu oranın %50’yi geçtiğini gösteriyor.
- Türkiye genelinde okul çağında 1,2 milyon Suriyeli çocuk var. Bu sayı, İzmir nüfusunun neredeyse üçte biri.
- Türk kadınlarında doğurganlık oranı 1,49 iken, Suriyeli kadınlarda bu rakam 4,5 ile 5 arasında. Yalnızca nüfus artmıyor, aynı zamanda nüfusun yapısı kökten değişiyor.
Bu yalnızca bir demografik veri değil; ülkenin geleceğini sessizce yeniden yazan bir dalga.
Sokakta hissedilen yabancılaşma
- Gaziantep’te bir esnaf: “Arapça tabela asmadan müşteri gelmiyor.”
- Hatay’da bir öğretmen: “Sınıfımda Türkçe bilen öğrenci kalmadı.”
- İstanbul’da bir hemşire: “Doğum servisinde tercüman olmadan çalışamıyoruz.”
Bu yalnızca bir istatistik sorunu değil; aidiyet kaybı. “Evimde yabancıyım” hissinin giderek yaygınlaşması.
2030’a doğru uyarılar
Bilimsel modellemeler şu senaryoları öngörüyor:
- 2028: Büyükşehirlerde Arapçanın ikinci resmî dil gibi konumlanmaya başlaması.
- 2030: Suriyeli gençlerde işsizlik oranının %40’ı aşması.
- 2032: Yerel seçimlerde siyasi dengeleri etkileyecek yeni bir seçmen kitlesinin oluşması.
Bu bir kurgu değil, gerçeklerin soğuk projeksiyonu.
Tarih ne diyor?
- Lübnan, Filistinli mültecileri entegre edemedi; iç savaş kaçınılmaz oldu.
- Almanya, 60 yıldır Türk kökenli nüfusu tam olarak entegre edemedi.
- İsveç, göçmen gettolarındaki sosyal patlamalara çözüm bulamıyor.
Tarih, yönetilmeyen göçün nelere yol açabileceğini bize açıkça gösteriyor.
Çözüm var ama…
Sorunun çözümü ne ırkçılık ne de romantik yaklaşımlardan geçiyor. Bilimsel, gerçekçi ve cesur politikalar şart:
-Türkçe öğrenmeyene vatandaşlık verilmemeli.
-Entegrasyon programları yalnızca göçmenlere değil, yerli halka da anlatılmalı.
-Aile planlaması Suriyelilere öğretilmeli, Türk ailelere doğum teşvikleri yeniden düzenlenmeli.
– Kayıt dışı istihdam son bulmalı, yerel esnaf ve işgücü korunmalı.
Bu öneriler hayal değil.
Son söz
- Gençler: “Bu ülkede kalmak istemiyorum.”
- Yaşlılar: “Kendi evimde yabancı gibiyim.”
- Anneler: “Çocuklarımın sınıfında Türkçe duymuyorum.”
Gerçekler acıtabilir, ancak onları görmezden gelmek geleceği kaybetmek demektir.
Türkiye göçle değişiyor. Ancak bu değişim kader değil. Bilimle, akılla ve adaletle yönetilirse, gelecek hâlâ bizim elimizde.
Demografi yalnızca sayı değil; kimliktir, gelecektir. Bu ülkenin kimliğini korumak, sessiz kalmayanların sorumluluğudur.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: