Doğanın yeniden canlandığı, kış mevsiminden çıkıp bahar havasına geçtiği, güneşin yavaş yavaş ısıtmaya başladığı bugünlerde bir ağacın gölgesine oturup etrafı seyretmek kadar güzel bir şey olamaz…
Belki bazen ağaçların faydalarını unutuyoruz. Ağaçlar dünyayı daha sağlıklı, güzel ve yaşanabilir kılıyor. Her yönden ağaçlar insana, diğer canlı türlerine çevresel ve ekonomik faydalar sağlar. Altını çizmek isterim ki tek bir ağaç meyve vermez. O ağaç dar ağacıdır. Öyle ağaç deyip geçmeyeceksin, ağaç değil onun adı; zeytin, çınar, elma, kavak.. Kuş değil onun adı; güvercin, serçe, karga, saka… İnsan değil onun adı; yalancı, katil, ikiyüzlü, rezil… Yekta Kopan öyle diyordu.
Gerçekten de ilginç değil mi, insanoğlunun hayat serüveni beklenmedik bir hikâyeyle, ağaçla başladı. Hikâye, bu olay için bir araya gelen, birbirlerinin isimlerini bile bilmeyen iki kişiden oluşuyor. Bu kişiler kendi aralarında yaptıkları tartışma sonucunda yasaklı meyveyi aldı. Şeytan, Adem ve Havva’ya yasak ağaçtan yedikleri takdirde sonsuza kadar yaşayacaklarını söyledi.
Cennetteki en önemli sanat eseri olan bu iki kişinin, çok değerli ve anlamlı olan yasaklı meyveyi ağaçtan alan iki kahramanımızın yakalanıp cezalandırılmak için evrenin cehennemi olan dünyaya gönderilmesi ile insanoğlunun hikayesi başlamış oldu. Bu süreçte dünya denilen yerde iki kahramanımız yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken şeytan meleği onlarla birlikte kendi davasına sadık kalabilmek için üstüne düşeni yapmaya dünyaya geldi.
İşin en ilginç tarafı, onlara tüm ağaçlardan yiyebileceklerinin, yalnızca bir ağaçtan yememeleri gerektiğinin, aksi takdirde zalimlerden olacaklarını söylenmesiydi. O gündür bugündür insanlar varoluşun, var olmanın anlamını sorguluyor.
Doğu’dan Batı’ya neredeyse ağaç tüm kültürler kutsal, dinsel, mitolojik ve folklorik hikayelerde yer almış; tarihe tanıklık ederken kültürleri de biçimlendiren bir ağaç sembolünden bahsedebiliriz. Birçok din ve gelenekte önemli bir yere sahip olan ağaç, insanoğlunun yeryüzünde var olduğu günden bu yana kendisine bereket, ebedilik, doğurganlık, yaratıcılık, doğa ile insan arasında iletişim vasıtası gibi değişik anlamlarının yüklendiği bir sembol haline gelmiştir.
Farklı toplumlardaki ağaç ile ilgili mitolojik anlayışlara baktığımızda, Hint mitolojisine göre, tüm ihtiyaçları karşılayan, hayat veren ağaç olarak da bilinen Kalpavriksha’nın altında dilek dileyenlere sağlık ve ömürlerini uzatan meyveler verdiğine inanılmaktadır. Budist mitolojisine göre, Buda aydınlanmayı Bodhi ağacının altında yaşamış ve edindiği tüm bilgileri ağaç vasıtası ile evrenden almıştır.
Mısır mitolojisindeki Lusaaset ağacı; tanrıların soyları bu ağaç sayesinde vardı, yaşamın kaynağı onun etrafında dönerdi. İskandinav mitolojisinde Yggdrasil ağacı evrenin merkezinde bulunur ve İskandinav mitolojisinde yer alan 9 ayrı diyarı birbirine bağlar. Sibirya mitolojisi Kozmik ağacın dallarındaki kuşların, eteklerinde memelilerin ve köklerinde yılanların yaşadığına inanılmaktadır. Kuşların aydınlanmayı, memelilerin içgüdüsel davranmayı, yılanların ise bilgeliği temsil ettiği ifade edilerek insani özelliklerle dile getirilmiş. Yahudi mistisizmine göre Kabala ağacının sırrını çözmek, hayatın sırrını çözmek demektir.
Ağaç, her zaman mevsimlerin değişimi ve dönüşüm ile ilişkilendirilir. Her insanın her gün günübirlik karşısında duran, kendisine meyve veren, gölgesinde oturduğu, kışın yapraklarını döken ve yazın tekrardan canlandığını tecrübe edebiliyoruz. İnsanoğlu bu mevsimsel değişimlerin yaşamın farklı safhalarını işaret ettiğini görüyor. Bu yüzden insanoğlu sonsuzluğu, ölümsüzlüğü arzulamış ve bunun sonucu olarak sürekli hayat ağacı dediğimiz ölümsüzlük ağacını aramış.
Aklımıza gelebilecek dini, mitolojik, kültürel olsun felsefi mantık içerisinde ağaç motifine rastlıyoruz. Su, hava, ateş ve topraktan sonra insanın kendine en yakın hissettiği, kendine benzettiği nesne olarak ağacı sayabiliriz. Bazen doğanın güçlerini kendisinde barındırdığına inanılan, bezler, ipler bağlanan ağaçlar hep beklentilere, umuda, isteklere aracı olmuştur. İnsanları ırklarına göre kategorize ederken ağaçları da böyle isimlendirmeye çalışıyoruz.
İşte günlerden bir gün Newton bir elma ağacının altında otururken yerçekim kuvvetini buluşunun ilginç hikayesi bir ağaç sayesinde olmuştur. Newton bahçede bir elma ağacının altında oturmuş ve derin düşünceler dalmıştı. O esnada ağaçtan başına bir elma düştü. Bu elma ona yerçekimi hakkında yepyeni bir düşünce biçimi geliştirmesi için ilham verdi. Bugüne kadar milyonlarca elmanın düşüşünü gören insan sadece bir soru sordu: Elma neden düştü?
Son olarak, yıllar önce okuduğum ağacın önemini var oluş açısından anlatan hiç unutmadığım Susanna Tomara’nın, “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git” adlı kitabının son sayfasında şöyle der:
“Yolunu yitirdiğini, şaşırdığını hissettiğin zaman ağaçları düşün, onların büyüme biçimini anımsa. Unutma ki, yaprağı gür ama kökü zayıf bir ağaç ilk güçlü rüzgârda devrilir, oysa kökü güçlü ve az yapraklı ağaçta can suyu bin bir güçlükle dolaşır. Kökler ve yapraklar aynı ölçüde gelişmelidir, olayların içinde ve üzerinde olmalısın, ancak böyle gölge ve sığınak sunabilir, ancak böyle doğru mevsimde çiçekler ve meyvelerle donanabilirsin. Ve sonra, önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git.”
Mutluluk ayrıntılarda gizli, her şeyi hızlıca yaşadığımız bu hayatta aslında küçük şeylerle mutlu olabiliriz. Doğada ağaçtan tutun etrafımızdan geçip giden ve görmek için çaba harcamamıza dahi gerek duymadan ayrıntılara girmeden sadece hissedin mutlu olun.
Fırsat vermeyin, doğanın kıymetini bilin. Hep denilir ya; “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.”