Sıradan bir insanın hayat ile gerçeklik algısı, kaygı ve korku gibi duygulara karşı aşırı ve kontrol edilemeyen tepkiler ve taraflı bir şekilde neden sonuç ilişkisine bağlıdır.
İnsanın duygu ve düşünce durumundaki eksiklikleri hepimiz yaşamışızdır. Belli bir yaşa gelince tek önemli felsefenin hayatı kaliteli yaşamak olduğunu anlıyoruz çünkü bir tane ömrümüz var.
Birey olarak bugüne kadar zorluklarla, başımıza gelen olaylarla, toplumun beklentilerine cevap verebilmek, hayatla uyum sağlayabilmek için hep mücadele ettik. Ne geçti elimize? İçimizde hiç bitmeyen bir huzursuzluk, kendini kötü hissediyorsun, sanki her an yapılabilecek başka şeyler varmış da hayatı ıskalamışsın gibi bir his. Yaşadıkça zamanın hızlı geçtiğini görüyorsun. Bari geçmişe bakma ya da bakıyorsan orada çakılıp kalma…
Yaşadık ama güzel yaşadık diyebilmeliyiz. Memnunum bu hayatta geldiğim yerden, kaliteli yaşıyorum ve mutluyum diyebiliyorsa insan yaşam ile ilgili hedefine ulaşmış demektir. Herkesin kaliteli bir yaşam anlayışı farklı olabileceği kesin. Bu hayatı nasıl yaşamalı sorusuna eminim herkes farklı cevaplar verir. Yapılması gereken hayatı olduğu gibi kabul etmek, kendini, doğayı severek başlamak.
İnsan kendini tanıyor, değerini, kim olduğunu, neyi yapıp yapamayacağımı biliyorsa hayatın gerçekliğini kavramaya başlamıştır.
Hayatın gerçek anlamını, kendinizin gerçek anlamını kabul ettiğinizde problemi çözmüş oluyorsunuz. Bu mantığın üstüne kendinize ait bir anlam oluşturun.
Müşfik Kenter’in, “Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar…. Size sesleniyorum” başlıklı yazısında dediği gibi:
“Umut korku şüphe… Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? Hiç vaktiniz yok, “Fast live”,“Fast food”, “Fast music”,“Fast love”… Dikte ettirilen “yükselen değerler”, “in” ler, “out” lar… Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi. Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum! Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?… İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?… Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman? Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını. Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında… Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?.. Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?”
Evet, gerçekten yetmiyor. Günümüzde insanları saran teknoloji, sosyal medya, internet çılgınlığı, tüm toplumları ve kültürleri birbirine bağlıyor. Bu bağlar üzerinden bireyin değerleri, yaşam biçimleri ve kimlikleri belirleniyor, günümüz postmodern topluma uygun bireysel kimliklerin oluşmasına neden oluyor.
İşte internetin, sosyal medyanın insanlara tanımaları için sunduğu uçsuz bucaksız sınırsız kimlikler… Burada kimlik olarak tek değil çoğul kimlikler ile bir aradasınız. Herkesten, her kesimden arka arkaya gelen mesajların alıcı durumunda olan bir duyu organının karakteristik etkinliği yolunda uyarılması, harekete getirilmesi kimliklerin bilişsel, sosyal ve duygusal gereksinimlerini giderir. İnternet, iletişim çabaları sırasında birey kendi istek arzu, yapıp ettiklerine göre sosyal medyadan, teknolojiden istifade eder. Yani süreç kişinin algı, merak, yetenek, isteklerine göre değişken bir kimlik özelliği göstermesine sebep olur. Bu dünyada yaşanan düzensizliğin içinde sosyal medyadan dolayı bireyin kimlik olgusu silik, belirsiz, özgün değil, kuralsız, kendi başına buyruk, yaşadığı coğrafyaya, doğaya yabancı, imaj düşkünü, simgesel konulara yoğunlaşmış, zayıf kimliklerle oluşmuş durumdadır.
Postmodernizm ve kitle iletişim araçlarının bizi tutsak aldığı, bize egemen olduğu günümüzde kimliklerde görülen dağılmışlık, parçalanmışlık, esneklik, belirsizlik, güvensizlik içinde bireyler kendi ontolojik gerçekliğini görürler. Çünkü bireysel kimliğin oluşumunda toplumun ulusal, kültürel, ekonomik değer ve davranış kalıpları, kolektif semboller insanı insandan farklı kılan yapay bir kimliğin oluşumunu teşvik eder. Bizler istesek de istemesek de yaşamımızın bir parçası olan ve gelişmelerinden kendimizi soyutlayamadığımız sosyal medyanın, bağımlısı olmadan öğrenmek, bilgilenmek ve kullanmak zorundayız. Sosyal medyanın insan iletişimini olumsuz etkilediğini, insanların gerçek ortamdan uzak bir sanal ortamda var olma gayreti içerisinde olduğunu ve bu varoluş çabasının onları daha mutsuz , yetersiz ve birbirinden uzak kıldığını düşünüyoruz.
Basite aldığımız hayatlarımız gerçekten değerli olsaydı çok güzel şekilde değerlendirirdik. Her şeyi basit yaşamak gerekiyor. Mutlu bir hayat için gelecekteki endişelerden kurtulup geçmişte yaşamayı bırakmalı, kendinizi kendinizle vakit geçirmeyi yalnızlık sayamayacağınız lüks olarak görecek şekilde yaşayın.
Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin en üst seviyesinde bulunan kendini gerçekleştirme olarak ifade ettiği, kendimizi sevdiğimiz ve kendimize şefkat gösterdiğimizde öz saygı, öz güven başkalarınınkinden daha önemlidir. Bütüncül bir mantıkla insanın potansiyelini ve becerilerini tam olarak fark etmesi bunları en üst düzeyde geliştirmesi hayatın tam olarak yaşaması, hayattan zevk alması mutlu olmasıdır.
Yaşamın gerçek, yaşamanın sahte olmaması dileğiyle…
Fotoğraf: Uğur Bektaş