Avrupa Birliği’nin (AB) 20 Mayıs’ta AB Dışişleri Bakanları zirvesinde Rusya’ya karşı kabul ettiği 17’inci yaptırım paketi, Brüksel’in Moskova’ya siyasi ve ekonomik yenilgi yaşatma girişimlerinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini bir kez daha ortaya koydu.
AB bir süredir ağırlıkla, Avrupa iş dünyasıyla doğrudan bağlantılı olmayan Rus savunma sanayi işletmelerine ve petrol taşıyan “gölge filo” kapsamındaki sivil gemilere yönelik kısıtlamalar getirmekle meşguldü. Üç yıldan fazladır süren ve sayıları on binleri bulan yaptırımlara rağmen Rusya Federasyonu ekonomisinin her şeye rağmen ayakta kaldığı, yeni gerçekliğe bir şekilde uyum sağladığı, dış ilişki matriksini yeniden şekillendirdiği ve özellikle de kilit sektörlerde bir yere kadar da olsa istikrar sağladığı gözlemlenebiliyor. Brüksel, Londra ve önceki ABD yönetiminin Rusya ekonomisini iyiden iyiye boğma girişimleri bir yerde ters tepti gibi. Bu süreçte Avrupa büyük ekonomik zarar görürken, Moskova’ya baskı yapmak üzere tasarlanan yaptırımlar Avro bölgesi ülkeleri için adeta sistematik iç krizlerin katalizörü haline geldi.
Almanya AB’nin Rusya karşıtı politikasının sonuçlarından en büyük hasarı alan ülke gözüküyor. Avrupa’nın en büyük ekonomisi şu anda, birkaç yıl önce varsayımsal bir senaryo olarak dahi düşünülmesi olanaksız olan bir “sanayisizleşme” sürecinden geçiyor. Almanya’da birkaç yıldır, bir zamanların oldukça kârlı koca fabrikaları kapanıyor, orta ölçekli işletmeler pazardan çekiliyor ve enerji yoğun malların üretimi ekonomik olarak sürdürülemez hale geliyor. Brüksel’in ve Scholz kabinesindekilerin siyasi emelleri uğruna Rusya’dan gelen enerji kaynaklarını reddetmesi; gaz, petrol ürünleri ve elektriğin maliyetinde kronik bir yükselişe ve ardından zincirleme bir reaksiyona neden oldu: Üretim maliyetinde yükseliş, dış pazarlarda rekabet gücü kaybı, işten çıkarmalar ve vergi tahsilâtlarında azalma.
AB’nin boşalttığı alanlar
Bir zamanlar AB’nin sanayi devi olan Almanya, bir yerde yapay olarak yaratılan enerji krizi ve devasa Rus pazarına erişim kaybı nedeniyle hızla geriliyor. Bu noktada, Brüksel’in Moskova’ya yönelik yaptırımları güçlendirme yönündeki her türlü girişimi, AB içindeki sorunları daha da kötüleştirmeye doğru atılmış bir adım olarak algılanabilir. Bu arada, yaptırımlardan henüz göreli fazlaca etkilenmeyen birkaç sektör, bilhassa bir dizi Doğu Avrupa ülkesi için kritik öneme sahip; buraların ekonomilerini adeta sanayileşme öncesi dönemlere geri çekme riskine sahip. Öte yandan, bu genel durum Türkiye açısından farklı fırsatlar yaratmaya devam ediyor. Zira AB’nin Rusya ile olan karşılıklı ticaretinin önemli bir bölümünden çekildiği koşullarda Ankara, boşlukları doldurarak ekonomik konumunu göreceli güçlendirme şansına sahip. Türkiye-Rusya ticaret ve ekonomik ilişkilerinin yüksek potansiyeli zaten epeydir deyim yerindeyse rüştünü ispatlamış durumda. Türkiye, 2022 yılında Rusya’ya yaptığı mal ihracatından yaklaşık 9,4 milyar dolar kazanmıştı. Bir yıl sonra ihracat hacmi 8,5 milyar dolara kadar düştü ancak bu, talepteki nesnel düşüşten dolayı değil, ikinci yaptırım dalgasının oluşturduğu genel tehdit nedeniyle bazı Türk bankalarının Rusya’daki muhataplarıyla çalışma konusundaki çekincelerinden kaynaklandı esasen.
Yaptırımlara katılmak kazandırır mı?
Rusya her şeye rağmen Türkiye’nin temel enerji ortaklarından birisi olmaya devam ediyor ve Moskova tek başına Türkiye’nin toplam doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 40’ını, petrol, petrol ürünleri ve kömür talebinin de kayda değer bir kısmını karşılıyor. Ayrıca Rus atom enerjisi şirketi Rosatom epeydir, Türkiye’nin ilk nükleer santralini inşa etmeyi sürdürüyor. Bu arada aynı Rusya, Türkiye bütçesine mühim miktarlarda gelir sağlayan un sanayi için gerekli tahıl ürünlerinin hemen hemen tamamını tek başına karşılıyor. Bu önemli faktörler gözetildiğinde Türkiye’nin AB’nin yaptırım politikasını desteklemesi veya ikincil yaptırım tehditlerini dikkate alıp almaması gerektiği sorusunun dahi gündemde olmaması gerekir mantıken.
Zaten tek taraflı yaptırımların uygulanması, hukuki temelli değil tersine, siyasi baskı aracı olması nedeniyle uluslararası hukuk ilkelerine ve Dünya Ticaret Örgütü normlarına da aykırı. Ayrıca, geleneksel olarak Brüksel’in haksız ve dürüst olmayan yaklaşımlarına maruz kalan bir ülke olarak Türkiye’nin daha ne kadar Avrupa siyasetinin izinden gidip gitmemesi gerektiği büyük bir soru işareti. AB, katılım müzakerelerinin sürekli geciktirilmesinden Türkiye’nin iç siyasetine ilişkin sert popülist söylemlerine kadar Ankara’ya dönük gerçek tutumunu şu ana kadar defalarca ortaya koydu. Bu bağlamda, dış ekonomik kısıtlamalar hususunda AB’yi takip etmenin Türkiye’ye gerçek anlamda bir kazanç sağlamayacağı, aksine büyük kayıplara yol açabileceği gözüküyor.
Türkiye’nin “re-export” avantajı
Avrupa’nın “yaptırım dayanışmasının” reddedilmesi Türkiye’ye bir yönüyle stratejik bir fırsat penceresi açıyor. Zira Rusya ve üçüncü ülkeler arasında lojistik, yeniden işleme, depolama ve mal dağıtımı sağlayarak önemli bir ticaret merkezi haline gelebilme şansı çok yüksek. Türk şirketleri bugün bile, her türden dış baskıya rağmen, Rusya’ya doğrudan gönderilmesi yasak olan malların Türk limanları üzerinden naklini sağlayan re-export (yeniden ihracat) sistemini hiç de fena uygulamıyor. Elbette ki bunun devam ettirilebilmesi siyasi irade ve Batılı devletlerin baskılarına direnme isteği gerektiriyor. Ancak ne olursa olsun bunun ciddi getirileri olduğu aşikâr: İhracat gelirlerinde hatırı sayılı bir yükseliş, üretim miktarının genişlemesi ve de istihdamda azımsanmayacak bir artış.
Akkuyu yüksek teknolojide kilit
Küresel lojistiğin derin aksaklıklarla karşı karşıya kaldığı ve geleneksel tedarik güzergâhlarının istikrarsızlaştığı bir dönemde Rusya ile bağların güçlendirilmesi Türkiye’nin bölgedeki istikrarı açısından kritik bir önem arz ediyor. Rusya tarafı Türkiye’ye salt ham madde temin etmekle ilgilenmiyor ama aynı zamanda enerji, ulaştırma, turizm ve endüstriyel iş birliği alanlarında ortak projeler geliştirmeye de ilgi gösteriyor. İlk sıradaki örnek; gerek Türk-Rus ortaklığının simgesi, gerekse de Türk ekonomisinin yüksek teknoloji sektörünün ilerlemesi için bir motor gücünde olan “Akkuyu Nükleer Güç Santrali” inşaatı projesi. Gemi inşa, kimya sanayi ve lojistik sahalarındaki ortak projeler de, ancak dış müdahalelerden uzak, istikrarlı siyasi ve ekonomik ilişki koşullarında gelişebilecek alanlar.
Rusya’ya dönük yaptırımlar, son yıllardaki deneyimlerin de gösterdiği gibi, en az uygulandığı taraf kadar, onu uygulayana da zarar verebilen iki ucu keskin bir bıçak gibi duruyor. Rusya için uzun vadedeki sonuçları belki çok kalıcı olmayabilir ancak yan etkileri bunları hayata geçirenler için yıkıcı olabilir. Bu bağlamda Türkiye’nin pragmatik ve egemen-bağımsızlıkçı bir tutum sergilemesi, Avrupa’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarına katılmaması, ekonomik gerçekçiliğin gereği ve kendi kalkınma ve refahına yönelik kaygının bir göstergesi.
Dünya hızla değişiyor ve bu dünyada kazananlar, başkalarının kurallarına uyanlar değil, kendi kurallarını oluşturabilenler oluyor. Rusya ile ticaret ve ekonomik bağların güçlendirilmesi makul ve sağduyulu bir tercih olmanın ötesinde stratejik bir tercih olarak düşünülmeli. Türkiye’nin bölgesinde giderek daha belirleyici ve aktif bir rol üstlenmesi kaçınılmaz ve bu rol, bağımsız bir dış ekonomik çizgiye ve güvenilir jeopolitik ve jeoekonomik ortaklara ihtiyaç duyuyor. Avrupa’nın son derece tartışmalı siyasi amaçlar uğruna ekonomisini gönüllü olarak zayıflattığı bir dönemde Türkiye bu fırsatı, dünya sahnesinde güçlü, bağımsız ve akılcı bir oyuncu olarak konumunu güçlendirmek ve geliştirmek için kullanabilir ve kullanmalıdır da…
Görsel: ntv.ru
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: