O dönemde unvanım “Başasistan” idi. Psikiyatrist dostum Timuçin ise bana “Başcadı” diye takılmayı seviyordu
Cadı unvanını erkekler kadınlara takar zaten. Gerçekte bu isimlendirme Timuçin’inki gibi biraz iğnelemek, biraz da sevecenlik içerikli falan değildir, basbayağı kötücül bir adlandırmadır. Tarihte cadı olduğu gerekçesiyle on binlerce kadın katledildiğinden, Salem adlı Amerikan kasabasının cadı turizmiyle geçindiğini öğrendiğimden ve hazır bu hafta da cadılar bayramıyken, dilimize pelesenk olan bu kavram hakkında bilgiler derledim.
1692’de Salem’de toplam 19 (bazı kaynaklara göre 25) kişiyi boynuna ip dolayarak öldürmüşler. Tepelik bir yerde yüksekçe bir ağaca dayadıkları merdivene çıkardıkları kişilerin boynuna taktıkları halatı ağacın gövdesine sarmış, sonra da o yükseklikteyken merdivenden itmişler.
Ağaçtan fırlatılan gövdenin ağırlığıyla sıkışan ip beyne kan götüren atar damarların akışını da beyinden dönen toplar damarların akışını da kestiği için boğazlanan insan solar kızarır morarır ama hemen ölmez. Kansız kalan beyin henüz ölmediği için bütün vücudunda kasılmalar da oluşur. Ölümlerin en kötüsüyle, nefessiz kalmanın yarattığı adrenalin pompası etkisindeki panik duygusuyla, yavaş yavaş ve çok acı çekerek ölür.
Ayrıntısını duymaktan hoşlanmadığınız bu işlemi pek adil buluyor bazıları. “Asacaksın bunları” nidaları ile kendilerince suçlu buldukları insanların öldürülmesi, üstelik böyle en acılı biçimde öldürülmesi için ortalığı çınlatanları kastediyorum. “Yaratan da yok eden de Allah’tır” lafını inançla yineliyor olsalar da sıra başkalarının canını almaya gelince hiç mi hiç akıllarına gelmiyor bu.
Kendini Tanrı yerine koyan insanların insanlara yaptığı bu işlemi, birazdan aynı akıbete uğrayacak olanlar da seyrediyor Salem’de. Kasten seyrettiriliyor. Asılanlardan biri de 4.5 yaşında bir çocuk üstelik. Hepsinin suçu ortak. Onlar cadıymış. Yanlış anlaşılma olmasın, asanlar değil, astıkları cadıymış…
Bu katliamı aklını kaçırmış bir çete yapmıyor. Kasabanın bu iş için kurulmuş özel mahkemesi yargılayıp karar veriyor ölümlerine. Kasabanın halkından isteyenler de mahkemeye gidip yargılamayı izliyor. İdamın yapıldığı tepeye ise komşu köy ve kasabaların insanları bile doluşuyor. İdamlar bölgede yaşayanların toplu iradesiyle gerçekleştiriliyor. (Sen gel de tam da bu Cumhuriyet Bayramı’nda, köhne 17. yüzyılda falan değil modern Cumhuriyet döneminde, devlet eliyle ve de ortak iradeyle asılanları hatırlama…)
Salem’in matematik eğitimi almış aydınlarından biri ise rasyonel aklıyla itiraz ediyor. Taraftar da topluyor bir süre sonra. Mahkemenin öldürdüklerinin cadı olduğuna ilişkin delillerinin sadece varsayımlara ve inançlara dayandığını söylüyor. Bu kez de onun taraftarları çoğalıyor ve sonunda kamu vicdanı tersine dönünce mahkeme yanlış yaptığını kabul edip özür diliyor. (Bu Amerikan hikayesiyle sizin Deniz Gezmişleri mi yoksa Adnan Menderesleri mi hatırladığınız da fark etmez aslında.)
Bu konuya daha o zamanlar yayın yasağı konuyor. Gördüklerini anlatanların anılarını okumak bile yasaklanıyor. Bu konuda yazılanlar toplanıp meydanlarda yakılıyor. (Şimdi de faşizmi ve Nazizm’i anımsadık mı?)
Salem, günümüzde Boston kentinin kuzeyinde küçük bir şehir. 1690’larda ise bölgenin en önemli şehri çünkü Avrupa ve diğer bölgelerle yapılan ticaretin ana kapısı olan korunaklı bir limana sahip. Malın ve paranın el değiştirdiği yer özetle. Zaten işin içinde para olmasa…
Salem Avrupalıların Amerika kıtasına ulaşabilmesinden sonra başlayan Yeni Dünya (!) yağma sürecinde İngilizlerin kurduğu ilk kolonilerden biri. İlk yerleşimciler Püriten Protestanlar. Yani o dönemin İngiliz hükümetinin yaptığı dini reformları kabul etmedikleri için ana vatanlarını terk eden koyu dindar Hristiyanlar.
Bu adamlara göre şarkı söylemek, dans etmek ve oyun oynamak bile günah. Çünkü bunları sadece şeytana tapanlar yani cadılar yaparmış. O yüzden onlara göre küçücük çocukların oyun oynaması bile günah. (Hay Allah, gel de 21. yüzyılın Afganistan çağrışımından kaçın kaçınabilirsen.)
Gel gör ki cadı kavramı da, cadı avı da Amerika’nın Salem’inde üretilmemiş. İnsanları iyi ve kötü diye ayıran akıl, tek tanrılı dinler dönemine gelindiğinde iyiliği Tanrı’dan kötülüğü de şeytandan biliyor. Din kitapları bunu destekleyen ibarelerle dolu. İnsanın kötücül özellikleri şeytana, cinlere, kötü ruhlara falan fatura ediliyor. (Bizde hâlâ suç işleyenlerin ilk lafı “şeytana uydum” demek oluyor)
1450’li yılların Avrupa’sında bütün kötülüklerin anası sayılan cadıları bulup yok etmek için düzenlenen cadı avları bir salgına dönüşüyor. 1486’da yazılan “Malleus Maleficarum” adlı kitap bu avcılığın hangi yöntemlerle yapılabileceğini öğretiyor. Bu kitap defalarca yeniden basılarak İncil’den bile daha çok satan kitap oluyor. Hristiyanlığın 1500’den 1660 yılına kadar süren bu çılgınlık döneminde Almanya başta olmak üzere Avrupa’da 80 bin kişi cadı olduğu gerekçesiyle meydanlarda yakılıyor.
Yakılan her on kişiden sekizi kadın. Çoğu bekar ya da dul yani bir erkeğin koruma kalkanında değil. Büyük çoğunluğu da akıllı ve bilgili kadınlar. Başlangıcından sonra giderek daha da katılaşmış olan dini düzen tarafından dizginlenememiş olanlar. Bu kadınların bir kısmı da eski zaman ebeleri ve doktorları. Onların ölüm fermanını verenleri bizzat doğurtmuş ya da hastalandıklarında iyileştirmiş olan kadınlar. İnsanları iyileştirecek güçleri ve bilgileri olduğuna göre kötüleştirecek hatta öldürecek güçleri de vardır diye düşünülüyor.
Avrupa’nın komşu adası İngiltere’ye bu salgını İskoçya kralı 6. James getiriyor. İskoçya kralı olmak üzere yetiştirilen bir prens o. Düşmanlarının kendisine saldırıp saltanatını yıkacağı korkusuyla eğitilerek büyütülüyor. Bazı saldırılara da uğruyor ama sonunda kral oluyor. Sonra da Danimarka prensesi ile evleniyor. Genç çiftin gemisi Danimarka dönüşü fırtınaya yakalandığında James bu fırtınanın kendisini öldürmeye niyetlenenlere hizmet eden büyücü ve cadılar tarafından çıkarıldığını derhal anlıyor!
Semavi dinlere göre dünyada Allah’ın kulları olan iyi insanlar ile şeytanın kulları olan kötüler var. Şeytanın hizmetine girenler onun anüsünü (popo deliğini) öperek kulu oluyorlar. Her dinin Allah’ın kullarına neyi nasıl yapacağını öğreten kitabı olduğu gibi, şeytanın da bir kitabı var. Şeytana tapanlar da o (gizli) kitabı okuyup ne yapacaklarını öğreniyorlar. Şeytana tapan o insanlara cadı deniyor.
Cadılar şeytanın aklı sayesinde kendilerini ustalıkla gizliyorlar. Öyleyse onları tanıyacak işaretler bulmak gerekiyor. Genç İskoçya Kralı James bu amaçla “Demonology” adında bir kitap yazıyor. (Yüzyıl önce yazılan kitaptan kopya çekiyor mu bilmiyorum) James, şeytan ve cinleri araştırmaya ve cadıları saptamaya yarayan bu kitabıyla o kadar başarılı oluyor ki şeytanın kitabı yaya kalıyor.
6. James daha sonra İngiltere’ye de kral oluyor. Ancak korkusu azalacağına artıyor. Onun bu saplantılı kaygısı kendisi ve yazdığı kitap sayesinde İngiltere’ye de yayılıyor. Ana kıta gibi bu adada da ihbar edilen kadınlar toplanıp işkenceyle itirafa zorlanıyor ve yakılıyor. Bu konudaki takıntısı o kadar yoğun ki Kral James bu süreci bizzat yönetiyor, cadıları da bizzat kendisi sorguluyor.
Bu kitap dindarların başucu kitabı oluyor. Orada anlatılanlarla cadılar açığa çıkarılabildiği için Avrupa’da sönmeye başlayan cadı avcılığı İngiltere’de artıyor. Cadı olduğu anlaşılanlar meydanlarda yakılan büyük ateşe atılıyor. Bazen bir bazen onlarca kişi birden yakılıyor. Bu katliamı seyretmeye gelen halk, diri diri yakılan insanların attıkları çığlıklar eşliğinde daha iyi birer kula dönüşüyor. Böylece Allah’a iman tazeleniyor.
Yazı uzadığı için cadı avının Amerikan bayramına dönüşmesi haftaya kaldı.
Kralın hikayesini bu kanaldan izleyebilirsiniz: