İnsanın varoluşunun gereği olarak sevdiklerinin kendisine değer vermesini istemesi ihtiyaçtan dolayıdır.
Öyle değil mi, yüreğimizle bağlı olduğumuz herkesin bize değer vermesini isteriz. Hangi çağda, hangi toplumda yaşarsak yaşayalım doğuştan gelen, kişisel hayatı düzenleyen, insan ilişkilerinde çok büyük etkisi olan değerler yumağının içindeyiz. Bunun yanı sıra toplumda belirleyici olan maddi manevi unsurların sonucu ortaya çıkan değerler insan için gerçekler ve bu gerçeklerin anlamlarıdır.
Sözlük anlamı olarak değer “bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet. Kişinin isteyen, gereksinim duyan bir varlık olarak nesne ile bağlantısında beliren şey. Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel değerlerini kapsayan maddi ve manevi öğelerin bütünü”dür.
Sanatı, dini, aklı, iradeyi, duyuları ve duyguları, hukuku ve düşünme tarzlarını işleyerek onlara yeni biçimler kazandırır. Değer felsefesi aksiyolojik mantık olarak bilgilerimizin, duygularımızın, kavramlarımızın gerçek anlamı sonucunda ortaya çıkan bir varoluş biçimidir.
Aklınıza gelebilecek olan değerlerin hepsi öğrenilen, öğretilen, insanı sosyalleştiren bir değerler bütünüdür. Değer mantığını doğru eylemde bulunarak evrensel nitelik olarak ele aldığımızda doğruluk, yardımseverlik, sözünde durma, iyilik yapma, hırsızlık yapmama, saygı, sevgi gösterme herkes tarafından her toplumda kabul edilebilir yargılardır. Ama her toplumda bu değerlerin karşılık bulması aynı derecede, aynı bilinç ve aynı mantıkla olması imkansızdır.
Değerin etkilediği, duygu, düşünce ve davranışın kişide gösterdiği oranlar farklıdır. Nesnel dünyada insan daha farklı, değişik değerleri yaşarken ya da yaşatırken hem kendi hem de toplumun zihinsel akıl süzgecinden geçirerek bu değerlere bağlı olarak yaşamını sürdürür. Fark edilirse kişinin kendi duygu ve düşünce anlayışı bilgi birikimi doğrultusunda, nesnel dünya görüşü ışığında varoluşunu algılayıp, gerçekleştirme çabası ile yaşamaktadır. Değerler bir toplumun çimentosudur. İnsanın içselleştirdiği insani duygu, düşünce ve davranışları sonucunda değer yargıları oluşur.
Son günlerde toplumda iletişime geçtiğim birçok kişide ahlaki değerlerden yoksun olarak günlük hayatlarında paraya bağlı kalarak yarar-zarar mantığı ile değer çatışmalarına girdiğini görüyorum. İnsanı değerlendirirken bulunduğu statünden, ekonomik gücünden, dış görünüşünden bağımsız değerlendirip öyle değer vermeliyiz. Altını çize çize insanın değerini maddi unsurlar belirlemiş olsa da kaliteli bir ruhun değeri hakkında maddi unsurlar belirleyici olamaz. Bir insanın diğer bir insandan bir anlam ifade etmesi kişinin kendisi tarafından topluma, kişilere yansıttığı kendi değeridir. Değeri ele alırken ahlaki anlamda iyi- kötü; sanatta estetik yönden güzel-çirkin; bilimde doğru-yanlış; siyasette özgür- muhafazakar; dini yönden ise sevap-günah olarak kavranmasında akıl belirleyici rol oynamaktadır.
Bence akıl, hissetme, duygu, duyu, arzu etme, ihtiyaç duyma kendi başına bir değerlilik ölçütü olarak ele alınabilir. Bu düşüncenin mantığına göre, saydıklarım değer biçme yetisi olmaktan ziyade kendi başına var olan değeri kavrama yetisidir. İnsanın yaşadığı toplumda ahlaki, dini, siyasi, sosyal, ekonomik ve estetik değerler her zaman olacaktır.
Özdemir Asaf’ın dediği gibi, “gerçek değer, gelmesi boşluk dolduran değil, gitmesi boşluk yaratan”dır; boşluğun sebebi olanın gidişi insanı hüzne sürükler. Değer vermek insanın hem kendisini hem de yaşadığı toplumu anlama çabasıdır.
Değer konusunu ele alırken sürekli hoşuma giden bir hikayeyi hatırlıyorum. İngiltere’nin en ünlü ve en prestijli sanat galerilerinden biri olan Ulusal Galeri’de bir kız çocuğu vitrinde çok güzel bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça yüksektir. Çocuk bu tabloyu abisinin doğum günü için almayı ister. Bu çocuk biriktirdiği tüm para ile Ulusal Galeri’ye gelir. Bir süre beğendiği tabloyu yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur. Tabloyu yapan ressama “abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum” der ve elindeki bir torbanın içindeki demir paraları uzatarak “Bütün param bu kadar” diye ekler. Ressam kısa bir şaşkınlıktan sonra hafif bir gülümseme ile “peki” der
Yaptığı tabloyu kendi elleri ile özene bezene paketler. Tabloyu çocuğa satar. Tabloyu alan çocuk teşekkür ederek evin yolunu tutar. Galeri sahibi dahil birçok sanatsever ressamın yaptığı bu davranışı şaşkınlıkla ve hayretle izler. Ressamın yaptığı tablonun her bir tonun öteki tonlara oranla ışık yoğunluğu derecesi bu tablodaki değerlerin dağılımı nesnelere verdiği hacim, resmin içindeki mekana derinlik kazandırmasından dolayı galerinin en harika tablosu, şaheseriydi. Ressamın etrafındaki herkes şaşkın şaşkın sorarlar: “Sen ne yaptın, galerinin en değerli tablosu o, resmin değeri milyonlar eder. Neden bu kadar düşük bir fiyata sattın?”
Ressam mutluluğu mimiklerine yansımış bir şekilde cevap verir: “Evet, haklısınız… Ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu çocuk gibi bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?”
Sözün özü günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor. Fakat hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar. Paranın sanatı sevdiği bir gerçektir. Sanat da parayı hep kendisine çekmiş olsa da ressam değer verme, değer biçme konusunda insanlara verilebilecek en iyi bir davranış modelini göstermiştir. Ressamın yaptığı bu hareket değer biçme mantığının sonucu olarak, bir davranışın veya olgunun iyi veya kötü olduğuna karar vermektir.
Kulağınıza küpe olsun, bunu hiçbir zaman unutmayın: Ederin miktarı bellidir, değerin miktarı yoktur…