17. yüzyılda Avrupa’da yaşanan ve kıtayı adeta kan gölüne çeviren ünlü 30 yıl savaşlarını sona erdiren 1648 tarihli “Vestfalya Antlaşması” ya da “Vestfalya Barışı”, çağdaş ulus devletler sistemini doğurduğu içindir ki, dünya siyasi tarihinin en önemli belgelerindendir ve birçok tarihçiye göre de diplomasi olgusu söz konusu antlaşma ile başlamıştır.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra çok uzun bir süre boyunca Amerikan dış politikasının beyni ve teorisyeni olan, birçok başkana ulusal güvenlik danışmanlığı, uzun süre dışişleri bakanlığı yapan diplomat ve siyaset bilimci Henry Kissinger da yeni dünya düzeninin ve diplomasinin tarihini Vestfalya Antlaşması ile başlatır.
Bir taraftan Amerikan yayılmacılığının yılmaz bir savunucusu olarak Güney Amerika’daki sosyalist hükümetlerin devrilmelerini planlarken, öte yandan Vietnam savaşının bitirilebilmesi için yoğun çaba harcayan ve bu konudaki başarısından dolayı kendisine ironik bir biçimde Nobel Barış Ödülü verilen Kissinger!
“Vestfalya sistemi” de denen ulus devletler arası ilişkileri tanımlayan diplomasi tam bir bilek güreşidir aslında. Diplomasiyi yürütenlerin amacı ülkelerinin siyasi, ekonomik ve askeri tüm kapasitelerini ve de ülkelerinin jeopolitik konumunu kullanarak çıkarlarını olabildiğince artırmaktır. Kısaca tüm devlet kapasitesi kullanılarak girişilen bu mücadelenin adıdır diplomasi.
Küreselleşme olgusu siyasi sınırları flulaştırıp ulus devletlerin egemenliklerini zayıflatsa ve devlet-iktidar bütünlüğünü kısmen bozup iktidarın bir kısmını uluslararası kuruluşlara devretse de, günümüzde esas olarak diplomasi ulus devletler arasında yürütülmektedir.
Uzun bir geçmişi bulunan diplomasi yazılı ve yazılı olmayan kurallarıyla başlı başına bir dünyadır. Bu dünya duygusuzdur, akıl ve mantık konuşur, esneklik, ölçülülük ve soğukkanlılık anahtar özelliklerdir. Diplomasi masası samimi sohbetlerin yapıldığı yuvarlak bir masa değil dikdörtgendir, karşılıklı çıkarların müzakere edileceğini gösterircesine karşı karşıya oturulur.
Zaman zaman kimi ülkelerin çıkar birliktelikleri ekseninde bir araya gelerek kurdukları organizasyonlar, aşk değil mantık evlilikleridir. Peki neden diplomasinin öneminden ve diplomatik tavrın gerekliliğinden bahsetme gereği duyduk?
Türk siyasetinin eski bir hastalığıdır, içerideki mevcut sorunlar ağırlaştıkça, baş edilememeye başlandıkça ve çözümsüzleştikçe sorumluluk dış güçlere ya da üst akla atılarak güya aklanılmaya çalışılır. Ülkenin başına gelen her kötü şeyden dış güçleri sorumlu tutarak topu dışarıya atmak, siyasetçiye küçük bir nefes aldırsa da, adeta görünmez bir canavar suçlandığı içindir ki, sorunları soyutlaştırmaktan ve çözümünü zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz, meseleler oldukları gibi durmaya devam eder. Kaldı ki; ülkemiz diplomatların “dünyanın kalbi” dedikleri Avrasya’da ve Avrasya’nın da merkezinde bulunduğu içindir ki, geçmişten beri büyük ve emperyalist güçler bu bölgeyle yakından ilgilenmişler, bu topraklarda bağımsız, inisiyatif alabilen ve oyun kurabilecek kadar güçlü bir ülke olmasını hiçbir zaman istememişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin iyice zayıflayıp, “hasta adam” olarak adlandırılmasından ve dağılacağının anlaşılmasından sonra Batı’nın gündemine gelen ve adına “Doğu Sorunu” denilen olgu, bu toprakların nasıl kontrol altında tutulabileceği ve tutulması gerektiği düşüncesine dayanır.
Bu bakış açısı bugün de devam etmektedir, egemen güçlerin ülkemiz için biçtikleri rol; küçük, denetlenebilir, kendilerine bağımlı ve küresel pazarda önemli bir tüketici olmaktır, hepsi bu kadar.
Bunun ötesine geçemememiz için ellerinden geleni yapmaktadırlar ve yapacaklardır. Çünkü bencillik uluslararası ilişkilerin doğasıdır, her ülke önce “ben” der, öteki ülkelerin kendisinden güçlü olup belirleyici olmalarını tabii ki istemez, dolayısıyla da güçler dengesinin hep kendi lehine olmasını arzu eder, bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Demem o ki; egemenlerin ya da dış güçlerin bizi sorunlu ve zayıf görmek istemeleri yeni bir şey değildir, kadim bir durumdur. Dolayısıyla şeytan taşlamak ve durmadan başkalarını suçlamak yerine devlet aklı, diplomasi, akıl ve mantıkla hareket ederek, kendi göbeğimizi kesebilmek için çalışmak tek çıkar yol gibi gözükmektedir.