Erdal Çolak
Bu hayatta birilerine gel de “dürüst ve gerçekçi ol” de, inanın insanı linç ederler! Ne biz onlara böyle söyleyebiliriz ne de onlar bunu kabul eder…
Biliyorum kendini tanımak, kendini anlamak sanıldığı kadar kolay olmasa da “gerçekçi ol” diyerek karşımdakini zor durumda bırakıyorum. İnsanları kandırıyor, olayları kendi açından anlatıyor, yorumluyor, abartıyorsun, böyle bir kişilik yapın var. Gerçekçilik olgusundan uzak insanlarda genellikle kendine güvenin azalması, yetersiz hissetme, bu nedenle de geleceği hakkında endişeleri olan bir kişilik yapısı vardır. Kendi gerçekçi tarafını tanımıyorsan ne istediğini sorgula ki arzuların, hırsların, heveslerin seni nasıl bir kişiliğe meylediyor onu anla bari. Bu hayatta kendini bil yeter. Harika olmak için bir çabaya düşme, yapamayacağın, yerine getiremeyeceğin, veremeyeceğin ödünlerle yaşama.
Harika insan herkesi mutlu eder, sen gerçekçi ol… Gerçekçi insanlar dayanışmayı, paylaşmayı, yardımlaşmayı sever, adil, insaflı, vicdanlı, merhametli, hoşgörülü ve barışçıl olur. Etrafımızdaki insanlar bu gerçekçi kimliğimizle, dış dünyaya verdiğimiz mesajlarla bizi tanıyor. Harika olmaya gerek yok gerçekçi ol. Bu dünya bir panayır yeri gibi, herkes ya bir şey satıyor ya da kendisiyle ilgili bir şeyi pazarlıyor; hatta bazen kendini pazarlıyor. yediğini içtiğini pazarlıyor. gittiği mekanı, bir ürünü, bir hizmeti, bir yeri, bir fikri ya da bir bilgiyi satıyor bir şekilde…
Ya sen neden maske takıyorsun, kızgınsan kızgın ol, gülüşün sahte olmazsın. Gündelik hayatta sıkça rastlıyoruz maske takan gerçekçi olmayan insanlara. Sevmediği halde sever gibi yapan, başkalarının mutsuzluklarına sevinen, kendi konforu için durmadan yalan söyleyebilen vasıfsız, duygusal zekaları gelişmemiş, kompleksli, duyguları ve davranışları tutarlı olmayanlar maskeli insanlar. Gerçekçi olmak cesaret ister. Nasıl desem bilemiyorum ki; toplumdaki bu insanları anlayabilmek, duygu ve düşünce dünyalarını okuyabilmek için hep bir çaba içerisinde olmalı mıyız? Hem hayatın hem de bu tür insanların yaşattığı ikiyüzlülüğün, sahtekarlığın çıkılmaz dar düşünsel ve duygusal sokaklarında insanın aynı kalabilmesi kendini istediği gibi ifade edebilmesi gerçekten çok zor. İnsani özelliklere sahip bu insan türünün kime, neyi, niçin yaptığını anlayabilmek zor.
Gerçekçi bir kimliğe sahip değilsen kalbin mutsuz, ruhun huzursuz olur. İnsanın benliğine yakınlığı ilgili bir şey bu. Gerçekliğin var olduğu yerlerden biri fiziksel, nesnel dünyadır. Diğeri ruhsal yaşantılarımızın, arzu ve isteklerin, umutların, düşüncelerin yer aldığı tinsel, bilişsel dünya. Nesnel anlamda ideaların yani düşüncede var olan kavramların dünyasıdır. Bunun formülü basit, hem de çok basit: Var olan bir durumu nasılsa öyle görmek. Kişi önce kendini veya başkalarını kandırmadan olanı olduğu gibi gören bir yapıya sahip olunca benliğine sadık kalmış oluyor. Duygu, düşünce, davranış fizyolojik olarak doğaya uygun ilişkide bulunduğu sürece kişi gerçekçiliği her alanda hisseder. Bazen düşünmüyor değilim, sansürü kendime mi yoksa başkalarına mı uygulamalıyım… Belki de çok fazla realist olan bu gerçekliği savunan kişiler elbette ister istemez duygusuzluğa bürünüyor. Hele ki bu kadar bilgi kirliliğinin yaşandığı, nesnel dünyada kafasının sürekli karıştığı, neyin gerçek, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu düşündüğümüz, ne yapacağımızı bilmeden, anlamlandırmaya çalıştığımız bir dünya. Bence gerçek sonsuz olandır. Yani bitmeyen, tükenmeyen her şey gerçektir; bir şey bitiyorsa hiçbir gerçekliği yoktur.
Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Biri çıkıp da bize şöyle dese ki, gerçekte varlıkla ilgili bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir öznenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur. Bakınız tanrı, ruh, özgürlük kavramlarına… .Duyularımızla hissedebiliyor muyuz? O halde onlar hakkında zihnimizin çalışması mümkün değildir çünkü haklarında deneysel olarak hiçbir veriye sahip olmadığımız varlıkları bilimsel olarak bilmek mümkün değilse bir gerçeklik olarak bizi kabul ettiren acaba ne olabilir? Duyularımızla algıladığımız gerçek üstü olan şeylerin bilgisi olabilir mi? Burada insan bilincinin üzerine büyük bir yük biniyor. Bilinç; bir insan dâhil her şeyin içinde bulunduğu gerçeklik noktasıdır. Fakat insanda anlama, kavrama kabiliyeti, idrak etme becerisi, hep o an içindeki bilinç seviyesine bağlıdır. İşte buradaki gerçeklik bilincine ulaşma, kişinin kendi varlığının ve dış dünyanın farkında olması ve tecrübe etmesi, hissetmesi, algılaması ve bilme yeteneğidir. Bilinçli gerçekçi bir varlıkta benlik duyusu ile birlikte kendi varlığının, iç âleminin ve dış dünyanın farkında olma hissi vardır.
Burada şu nokta çok önemli: Kavramlar bizi ayrıntıların içerisinde boğulmamızı engeller. Anlam, düşünce, duygu karmaşasından kurtararak çevremizdeki olup biten olayları ve objeleri daha kolay tanımamızı, anlamlandırmamıza yardımcı olur. Bana göre kavramlar var olanın, var olmayanı anlamaya, yorumlamaya, tanımamıza yardımcı olan pencerelerdir.
Hayatta elinizden geldiği kadar gerçekçi olun, gerçeklik kişinin onuruna, karakterine zarar vermez. Sadece çok dürüst ve gerçekçi olursanız çok üzülürsünüz Ne sesinden anlayan vardır ne de sessizliğinizden. Ne diyordu Nazım Hikmet, “Hak etmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken, nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden…”