İsmail Boy
2022 yılının ülkemize sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini diliyoruz, yeni yıla girerken bir yaş daha alıyoruz yani biraz daha yaşlanıyoruz. Ülkemizdeki yaşlıların durumuna biraz yakından bakılacak olursa Türkiye’de 2019 yılı rakamları ile 8,5 milyon +65 yaş üstü insanın yaşadığı belirtiliyor. TÜİK yeni rakamları yayınladığında yaşlı insanlarımızın en son sayısını öğrenmiş oluruz ama görünen o ki, nüfusumuzun %10’dan fazlası 65 yaş üstü insanlarımızdan oluşmaktadır.
Türkiye’de yasalar gereği 65 yaşına gelen her Türk vatandaşı yaşlı sayılıyor. Her ne kadar günümüz medeni toplumlarında 65 yaş “ileri orta yaş grubu” olarak sınıflandırılsa bile Türkiye’nin de dahil olduğu birçok ülkede, devletler vatandaşları 65 yaşına bastıklarında “yaşlı” diyerek emekliye sevk ediyorlar.
Emekliye ayırdığımız bu insanlar gençliklerinde çok çalışmışlar, çok üretmişler, çok tüketmişler. Üretirken ülkeye direkt vergiler vermişler, tüketirken de satın aldıkları ile endirekt vergilerini ödemişler. Bu vatandaşımızdan toplanılan vergilerin ülkeyi yönetenler tarafından nasıl harcandığı ayrı bir yazı konusu ama devletin bu vatandaşlarımızdan almış olduklarına karşı onlara neler vermiş sorgulamak gerekir.
Eğer insanoğlunun hayatını çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık olarak değerlendirecek olursak yaşamın son evresindeki bu yaşlılar gurubunun en bariz özelliği yüksek bir bilgi birikimine ve deneyime sahip olmaları. Ancak yaşlanma olgusu çoğu zaman bu bilgi birikimi ve tecrübeye bakmaksızın işsizliği ve ekonomik bazı zorlukları da beraberinde getirmekte. İşverenler 65 yaşına gelen çalışanının ya işi bırakmasını istiyor ya da daha hafif işlere yönlendiriyor.
Emekli maaşlarının durumu ortada, devletin iyileştirme çabaları ise yetersiz. 2022 yılında en düşük emekli maaşı aylık 200 doların altında kalmış, günlük 7 dolar karşılığı TL bile veremediğimiz emeklilerimizin olduğu gerçeği ortada duruyor. Bugünkü ekonomik koşullarda emeklilerimizin aldıkları maaşlarla rahat bir geçim sağlamaları oldukça güç.
İşin daha vahim tarafı da, 65 yaş üstünde olup çalışmak zorunda olan insanlarımızın arasındaki kadın yaşlılarımızın durumu. 65 yaş üstü kadının emekli olduktan sonra veya yaşlandığında yeniden iş bulabilmesi neredeyse imkansız. Ülkemizde yaşlı erkekler (fiziksel sınırlamaları yoksa) nispeten çalışma olanağı elde edebilirken, yaşlı kadınlarımız ne yazık ki bu olanaktan tamamen mahrum kalıyor.
Kadınların ortalama yaşam sürelerinin doğal olarak erkeklerden daha uzun olması sebebiyle dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim ülkemizde de yalnız yaşayan kadın grupları oluşmakta ve maalesef bu grubun içinde düzenli bir gelire sahip olan yaşlı kadınlarımızın oranı da oldukça düşük.
Ortalama yaşam sürelerinin erkeklerden uzun olması toplumda kadınları daha görünür kılıyor. Onların daha uzun yaşaması genetik bir durum olarak açıklanmasının yanı sıra, kendilerine erkeklerden daha iyi bakmalarına bağlanabilir ancak toplumda yalnız yaşayan yaşlı kadınların görünür olmalarını sadece erkeklerden daha uzun yaşamalarına bağlamak da çok doğru olamaz. Zira toplumumuzda yaşlı insanlar eşlerini kaybedip yalnız kaldıklarında, kadınların yeniden evlilik isteklerinin, erkeklerinki kadar kolay kabul gördüğü söylenemez. İstatistiklere bakıldığında, yaşlı bir erkek eşini kaybettiğinde ikinci evliliğini çok rahat yapabilmesine karşın yaşlı bir kadın kocasını kaybettiğinde çoğunlukla ikinci evliliğini yapmıyor. Bunun nedenlerinden biri kadının tek başına hayatını sürdürebilme yeteneğinin erkekten daha fazla gelişmiş olması ama elbette ki bu durum kadının ikinci evlilik isteğinin kabul edilmemesi için sebep teşkil edemez. Bu durum tamamen toplumsal bir değer yargısından kaynaklanmaktadır, bizde nedense yaşlı kadınların çalışmaları da evlilik isteği gibi yadırganmakta ve kabul görmemektedir. Oysa birçok ülkede emekli maaşları yetmeyen yaşlı kadınlara, kamusal alanlarda, örneğin müzelerde çalışma saatleri içinde sergilenen eserlere gözetmen olarak veya metroların danışma bölümlerinde gideceği yönü soran yolculara yardımcı olabilecek görevler vererek yani onları fiziksel olarak yormayacak işlerde görevler verilmekte, bizde ise yaşlı kadın ve iş denildiğinde akla nedense sadece torun bakmak gelir…
Bir ülkedeki emekli maaşları, devletin yaşlı vatandaşlarına verdiği değerin göstergesidir, onların yaşlılıkta rahat edebilmeleri yaşam koşullarının iyileştirilmesi ile yakın ilişkilidir.
Ülkemizdeki emekli maaşları maalesef çok düşük, iktidar düşük maaşların açıklamasını, emeklilik havuzuna akan suyun yani aktif çalışanların ücretlerinden kesilerek biriktiği havuzda yeterince fonun oluşmaması, o nedenle de yaşlılara gönüllerinden geçen maaşları verememeleriyle yapıyor.
Dünyadaki sosyal güvenlik sistemleri şöyle çalışır: Bağımlı nüfus dediğimiz yaşlılarımıza ödenen paralar, çalışan nüfusun ücretlerinden kesilerek devlete ödenen primler ile finanse edilir.
Çalışma çağındaki (15-64 yaş) her 100 kişinin kaç yaşlıya bakması gerektiği hesabı ile bulunan bir “bağımlılık oranı” vardır, 2015 yılında bu oran Türkiye’de 15 iken, gelişmiş ülkelerde 12 civarındadır. Yani aktif çalışan 100 Türk insanı 15 bağımlıya (emekliye) bakmak durumundadır. Bu iş aynen orta öğrenimdeki havuz problemi gibidir, Türkiye’de 100 kişinin su taşıdığı havuzu 15 kişinin kullanmasına karşın, Batı’da 100 kişinin doldurduğu havuzdan sadece 12 kişi besleniyor gibi düşünülebilir.
Türkiye’deki genç işsizlik oranının % 25lerde seyretmesi bu havuzu doldurmakta ne kadar zorlanıldığının önemli bir göstergesidir. 84 milyonluk nüfusun içinde çalışabilir yaş grubundaki insan sayısı genel nüfusun yarısını buluyor, bu çalışabilir yaş gurubundaki insan sayısının ise ancak %48’i aktif olarak çalışabiliyor. Bu da kabaca genel nüfusun %25’i aktif çalışabiliyor anlamına geliyor. Bu rakamın daha iyi anlaşılabilmesi için şu örnek verilebilir: Türkiye ile aynı nüfusa sahip Almanya’da aktif çalışan oranı, genel nüfusun % 45-50’lerine ulaşmış durumda, haliyle Almanlar bu havuz doldurma ve emeklilerini besleme konusunda bizden çok daha başarılılar.
Türkiye yaşadığı ekonomik krizler nedeniyle bu havuz doldurma işinde önünde iki büyük tehlike bulunmaktadır, bunlardan biri kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı işçi çalıştırma ihtimali ile havuzun dolmasının yavaşlamasıdır.
İkincisi ise, ülkemizdeki hızlı yaşlanma süreci; 2015 yılında 15 olan bağımlılık oranının 2030 yılında 20’ye yükseleceği öngörülüyor yani nüfusumuzun hızla yaşlanmaya başlaması tehlikesi var.
Yani kısaca havuza su taşıyan çalışan insan sayısı azalırken, suyu tüketecek olanların yaşlıların sayısı artacak demektir. Çözüm istihdam ve üretimde daha çok insanımızın kayıt içinde çalışabileceği üretim araçlarına yatırım yapmaktan geçiyor…