Demokrasinin en temel noktası, bireylerin siyasetle ilgilenmesi ve siyasal süreçlere aktif katılım göstermesidir.
Ancak pratikte, bu ilkeden sapmalar olduğunu, tam anlamıyla uygulanmadığını görüyoruz. Türkiye’de ekonomik krizler ve hukuki düzenlemeler gibi çeşitli alanlarda karşılaşılan olumsuz politik gelişmelere karşın, geniş toplum kesimlerinin büyük ölçüde sessiz kalması üzerinde durulması gereken bir olgu. Esasen yalnızca bugüne özgü olmayan bu tablo; Türkiye’nin siyasal kültürüne ve tarihsel süreçlerine dayanan derin yapısal nedenlerden kaynaklanıyor.
Toplumun siyasete ilgisizliği, bireylerin değişen öncelikleri nedeniyle giderek artıyor. Özellikle yüksek enflasyon ve işsizlik gibi ekonomik zorluklarla boğuşan kesimler için siyasal katılım, çoğu zaman temel geçim sorunlarının gölgesinde kalıyor.
Ayrıca, devletin sunduğu sosyal yardımlar ve ekonomik destekler, bireylerin hükümetlere eleştirel yaklaşmasını zorlaştırıyor. Ancak siyasal pasiflik yalnızca ekonomik faktörlerle değil; aynı zamanda bireylerin gelecekte anlamlı bir değişim olacağına dair inançlarını yitirmeleriyle de ilgili.
Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında, iktidarlara yönelik eleştirilerin ve kitlesel protestoların belirli dönemlerde baskı altına alındığı görülüyor. 1980 darbesi sonrasında uygulanan sıkıyönetim politikaları, 1990’lı yıllarda siyasi parti kapatmaları ve 2016’daki darbe girişimi sonrasında yürürlüğe giren olağanüstü hal uygulamaları, halkın doğrudan siyasi sürece katılımını zorlaştıran örnekler. Bu tür deneyimler, bireylerde siyasete mesafeli durmanın bir hayatta kalma stratejisi olduğu düşüncesini güçlendirmiştir. Toplumsal tepkilerin sonuçsuz kalacağı öngörüsü, zamanla bireyleri daha fazla edilgenliğe itmiştir.
Diğer yandan, medya ve iletişim kanallarının büyük ölçüde merkezileşmesi, yurttaşların olayları tarafsız ve çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendirme olanaklarını kısıtlıyor. Çoğulcu ve bağımsız medya ortamının eksikliği, halkın siyasal bilincini daraltmakla kalmayıp, toplumsal hareketsizliği besleyen unsurlardan biri haline geldi. Ana akım medyanın çoğu, belirli ideolojileri destekleyen yayınlar yaparak bireylerin farklı görüşlere ulaşmasını ve eleştirel düşünmesini zorlaştırıyor.
Bu makale, Türkiye’deki siyasal pasifliğin nedenlerini ve bu durumun toplumsal etkilerini, çözüm önerileriyle birlikte tarihsel, ekonomik ve sosyal psikolojik açılardan tartışmayı amaçlıyor.
Tarihsel arka plan
Bir toplumun siyasal kültürü, yalnızca yönetim anlayışını değil, bireylerin devletle kurduğu ilişkiyi ve politik süreçlere katılımını da belirler. Tarihsel deneyimler ve toplumsal dinamikler doğrultusunda şekillenen bu kültür, Türkiye’de güçlü devlet anlayışına dayanarak gelişmiş, bireysel siyasal katılım ise sınırlı kalmıştır. Halkın olumsuzluklara karşı tepkisiz kalması büyük ölçüde bu yapının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
1-Güçlü devlet geleneği ve bireyin ikincil konumu
İmparatorluktan Cumhuriyete miras kalan en önemli siyasal kültürel unsurlardan biri, güçlü devlet anlayışıdır. Osmanlı’da devlet, toplumu yönlendiren ve düzenleyen merkezi bir otoriteydi. Halk ise yönetime katılabilen bir unsur değil, yönetilen topluluktu. Bu çerçevede, devletin çıkarları genellikle bireysel hak ve özgürlüklerin önünde tutulmuş, halkın siyasi süreçlerde doğrudan rol alması teşvik edilmemiştir.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, merkeziyetçi yönetim anlayışı büyük ölçüde devam etmiş, halkın yönetime katılımı esas olarak seçimlerle sınırlı kalmıştır. Çok partili hayata geçiş (1946) ve demokratikleşme çabaları, bireysel siyasi katılımı artırmaya yönelik adımlar sunsa da, devletin belirleyici rolü varlığını sürdürmüştür. Özellikle askerî darbeler ve olağanüstü dönemler, halkın devlete karşı çekingen bir tutum benimsemesine neden olmuştur.
1980 askeri darbesi sonrası yaşanan gelişmeler, bu tabloyu daha da pekiştirmiştir. Siyasi partilerin kapatılması, sendikal faaliyetlerin yasaklanması ve ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, halkın politik süreçlere katılımını ciddi şekilde daraltmıştır. Bu dönemden itibaren siyasetin riskli bir alan olduğu algısı güçlenmiş, bireyler politik konulara daha mesafeli yaklaşmaya başlamıştır.
2-Darbeler, krizler ve siyasal katılımın zayıflaması
Türkiye’nin siyasi tarihinde yaşanan askeri darbeler ve krizler, siyasal sürece katılımı olumsuz etkileyen önemli faktörler arasında yer almıştır. Askeri müdahaleler, demokrasinin kesintiye uğramasına neden olurken, halkın siyasetle olan bağını zayıflatmış ve katılım konusundaki motivasyonunu ciddi şekilde düşürmüştür.
Özellikle 1960, 1971, 1980 ve 1997’de gerçekleşen askeri müdahaleler, halkın siyasete duyduğu güveni sarsarak bireylerin siyasi süreçlere katılımını zorlaştırmıştır. Kriz dönemlerinde eleştirileri sert bir şekilde bastıran yönetimler, toplumda tepkisizliği teşvik eden bir ortam yaratmıştır. Benzer şekilde, 2016 darbe girişimi sonrası olağanüstü hal sürecinde muhalif seslerin ve medyanın bastırılması, protesto hakkına getirilen kısıtlamalar, politik süreçlere katılımı caydıran faktörler arasında yer almıştır.
3-Bürokratik vesayet ve sivil toplumun zayıflığı
Siyasal katılımın düşük olmasındaki bir diğer önemli etken, Türkiye’de yerleşik olan güçlü bürokratik vesayet anlayışı. Bürokratik vesayet, seçilmiş yöneticilerin iradesi yerine, devletin kalıcı kurumlarının (ordu, yargı, bürokrasi) siyasi süreçlerde belirleyici rol oynaması. Güçlü bürokratik yapılar, halkın yönetime doğrudan katılımını zorlaştırarak siyaseti belirli elitler arasındaki bir mücadele alanına dönüştürür.
Sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve halk hareketleri, farklı dönemlerde baskı altına alınmış ve siyasi süreçlere etkili olmaları sınırlandırılmıştır. Özellikle 1990’lı yıllarda siyasi partilerin kapatılması, yargı organlarının siyasallaşması ve üniversitelerde akademik özgürlüğün kısıtlanması, halkın örgütlü siyasal katılımını zayıflatan gelişmeler arasında sayılabilir.
4-Siyasete kuşkucu ve korkulu yaklaşımı
Türkiye’de toplumun geniş bir bölümü siyaseti, riskli ve tehlikeli bir alan olarak görmeye devam ediyor. Bu algının oluşumunda, yaşanmış baskılar, hukuki süreçler ve siyasi davalar etkili olmuştur. Vatandaşlar, politik görüşlerini açıkça dile getirmenin olumsuz sonuçlar doğurabileceğine inancıyla, kendilerini geri çekme eğiliminde olmuşlardır.
Özellikle 2013’te Gezi Parkı protestoları sonrasındaki işten çıkarmalar ya da yargılanmalar, “siyasetle ilgilenmenin bazı maliyetleri” olabileceğine dair yaygın bir kanaat oluşturdu. Bu tür olaylar, ilerleyen yıllarda halkın politik eylemlerden kaçınmasına ve kamusal alanda siyasi görüşlerini daha temkinli ifade etmesine yol açtı.
Türkiye’de siyasal kültür, bireysel katılımı teşvik etmek yerine, devletine bağlı pasif yurttaşlık anlayışını güçlendirdi. Osmanlı’dan devralınan merkeziyetçi yönetim geleneği, askeri darbeler ve bürokratik vesayet, halkın siyasete katılımını kısıtlayan başlıca unsurlar olarak öne çıkıyor. Bunun sonucunda, toplumun önemli bir kesimi, olumsuz politik uygulamalara karşı etkili bir tepki göstermeyip, sessiz bir kabule yönelmekte veya pasif direniş sergiliyor.
Siyasal pasifliği aşmak ve daha güçlü bir demokrasi kurmak için, yasalar çerçevesinde demokratik katılımı teşvik eden kapsamlı reformlar gerekiyor. Bu doğrultuda, sivil toplum kuruluşlarının etkinliğinin artırılması, ifade özgürlüğünün güvence altına alınması ve halkın siyasal süreçlere güvenini yeniden inşa edecek mekanizmaların oluşturulması büyük önem taşıyor.
Mahir Vecdi Başkesik
Fotoğraf: egitimis.org.tr