“Adalet mülkün temelidir” derlerdi. Oysa bugün bu söz, giderek daha fazla insan için yalnızca nostaljik bir alıntıdan ibaret.
Türkiye’de adalet arayışı, birçok vatandaş için artık lüks haline geldi. Mahkeme salonları, haklının değil, güçlü olanın kazandığı arenalara dönüşürken; sokaktaki insanın zihninde büyüyen tek cümle şu: “Bu ülkede kimse hakkını arayamıyor.”
Adalete değil, tesadüflere bağlı bir sistem
Yargı bağımsızlığına dair şüpheler, uzun süren davalar, siyasi etkilerle şekillendiği iddia edilen kararlar… Bu tablo, insanların “adil bir yargılanma” umudunu törpülüyor. Giderek yaygınlaşan bir kanaat var: “Mahkemeye düşersen, zaten kaybettin.”
Üstelik bu sadece mahkemelerle sınırlı değil. Kamuda işe alımlardan, iş kazalarındaki ihmallere; sosyal yardımlardan, kadın cinayetlerine kadar uzanan bir yelpazede, toplumun geniş kesimleri “adaletsizlikle yaşamayı öğrenmek zorunda bırakılıyor.”
Cezasızlık ve kayırmacılık: Hukuk mu hiyerarşi mi?
Kadın cinayetleri ve iş kazalarına ilişkin cezaların çoğu zaman yeterince caydırıcı olmadığı, yolsuzluk iddialarının ise bazen uzun süre gündemde kalmadan işleme alınmadığı görülüyor. Bu durum, “kim olduğuna göre farklı muamele” algısını güçlendiriyor ve toplumda hukuka duyulan güveni zayıflatıyor.
Sonuç olarak, vatandaşlar yasal süreçlerden çok, kişisel bağlantılara ve aracı kişilere güvenmek zorunda kalabiliyor.
“Susarsan kurtulursun” psikolojisi
Gazetecilerin susturulması, sosyal medyada düşünce belirtenlerin gözaltına alınması, vatandaşta “konuşursam zarar görürüm” korkusunu büyütüyor. Haksızlığı dile getirmek cesaret, hakkını aramak risk işi haline geldi.
Bu suskunluk hali, sadece bireysel travmalara değil, toplumsal çöküşe de zemin hazırlıyor.
Adalet parası olanın mı?
Adaletin erişilebilirliği sadece hukuki değil, ekonomik bir mesele de artık. Avukat tutmak, dava açmak, hakkını yıllarca takip etmek ciddi bir maddi güç gerektiriyor. Geçim derdindeki bir insan için adalet aramak, “önce hayatta kalmak” savaşının arkasına atılıyor.
Çözüm var mı?
Evet, var. Ama kolay değil.
Bağımsız ve tarafsız yargı mekanizmaları kurulmadan, medya ve ifade özgürlüğü sağlanmadan, cezasızlık kültürüyle hesaplaşılmadan ve hak arama yolları sadeleştirilip hızlandırılmadan bu psikoloji değişmez.
Toplumun sadece hukuk reformuna değil, bir adalet kültürüne ihtiyacı var. Güçlünün değil, haklının kazandığı bir iklimi yeniden inşa etmeden hiçbir ekonomik ya da siyasal reform anlamlı olmayacaktır.
Son Söz: Geleceği korumak bugün susmamaktan geçer
Adaletsizlik yalnızca bir hukuk sorunu değil, bir toplum psikolojisi sorunudur.
Giderek yaygınlaşan “hakkını arama, başına iş gelir” korkusu, yalnız bireylerin değil, toplumun da ruh sağlığını zedeler.
Çünkü bu psikoloji, bir ülkenin yalnız adaletini değil, geleceğini de sakatlar.
Oysa hak aramak bir suç değil, insanca yaşamanın asgari şartıdır.
Ve bizler, hakkını aramanın onur sayıldığı bir toplumda yaşamalıyız.
Adaletin olmadığı yerde güven olmaz, güvenin olmadığı yerde gelecek kurulamaz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: