Yaklaşık 50 yıl önce, II. Dünya savaşı sonrası uygulamaya konulan sosyal devlet anlayışı terk edilerek, başını İngiltere ve ABD’nin çektiği yeni bir düzene geçildi.
Adına “neoliberalizm” dedikleri bu yeni sistemde devlet özel girişimcinin önünde bir ayak bağı gibi görünmeğe başlıyordu. Yeni sistemin hedefi sivil toplum örgütlerini ve sendikaları olabildiğince zayıflatmak, devleti de her türlü sosyal hizmetten uzaklaştırmak, hızlı bir özelleştirme hareketine girip ülkeyi yabancı sermayeye açmak ama bu arada yabancıların kazançlarını da garanti altına almaktı.
Türkiye’de bu sistem 1980 darbesi sonrası Turgut Özal döneminde kısmen uygulamaya konuldu ama devamı gelmedi.
Dünya 1999 yılına geldiğinde komünizm çökmüş, ABD ile SSCB arasındaki “Soğuk Savaş” sona ermiş ve tek kutuplu bir güç olan Amerika ile baş başa kalmıştı.
ABD, adına “küreselleşme” dediği ekonomik ve siyasi bir ağdan ibaret olan yeni bir düzeni gelişmekte olan tüm ülkelere empoze etmeye başladı.
“Küreselleşme” denilen şey kısaca her türlü mal, hizmet ve finansmanın ülkeler arası hareket edebilmesi için sınırlarını açılması, engelleyici her türlü gümrük tarifelerinin kaldırılması demekti.
Ucuzlayan ve artan ulaştırma ve iletişim imkanları ile kısa zamanda ülkeler arası bu ekonomik ağlar kurulmaya başlandı.
Türkiye 2002 seçimleri sonrası AKP iktidarı ile hem “neoliberalizm” hem de “küreselleşme” hareketine kucak açtı. Önce hızla özelleştirmeye başladı, sonra devletin sağlık, eğitim ve hatta altyapı hizmetlerinden çıkması sağlandı, ülkeye gelen yabancı kredileri üretim yerine altyapı işlerini ihale ettiği 5 müteahhit firma arasında bölüştürdü.
Bu arada gümrük vergilerini indirip tarım ve hafif sanayi üretimini dev yabancı şirketlerin rekabetine açtı. Adı üstünde henüz daha gelişmekte olan bir ülke statüsündeki Türkiye’de birçok yerli üretim sektörü dev uluslararası firmaların rekabetine dayanamayıp teker teker yok olmaya başladı. Öyle ki bir zamanlar tarım ve gıdada dünyada kendi kendine yetebilen birkaç ülkeden biri iken -bu satırların yazarı senelerce Orta Doğu ülkelerine nohut, fasulye, mercimek ihraç ederken- birdenbire nohut, mercimek ithal eden ülke pozisyonuna düştü. Sistem ülke ekonomisinin bozulmasına, işsizliğe, hayat pahalılığına neden olurken bazı insanlar çareyi ülkeyi yönetenlere yanaşarak sistemden (devletten) yararlanma yoluna gitti.
Sonuçta “neoliberal küreselleşme” denilen sistem, devletin imkanlarını kendisi için kullanmak istemeyen dürüst insanlar geçim sıkıntısı çekerken, iktidar yandaşlarının devleti soyduğu bir sistem haline geldi.
Bu yeni sistemde sadece Türkiye değil gelişmekte olan birçok ülke benzeri sorunları yaşadı ve Küresel Neoliberalizmin ekonomik çıktısının “Gelir Dağılım Adaletsizliği” olduğu gerçeği kabul edildi.
Ne yazık ki bu gelir dağılım adaletsizliği ülkemizde 15.000 TL (500 euro bile değil) borç yüzünden intihar eden bir insan haberi gibi üzücü olaylarla 2024 yılına girmemize neden oldu.
Ancak görünüş o ki bu sistem devam ettikçe, bu gelir dağılım adaletsizliği sürdükçe benzeri kötü haberleri almaya devam edeceğiz.
Hepinize önümüzdeki günlerde gelecek fırtınalar için tanrıdan size direnme gücü vermesi dileği ile mutlu bir yıl diliyorum…