Salı, 25 Kas 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
*Serbest Kürsü

Türkiye neden F-35 almamalı?

Alper Eliçin
Son güncelleme: 24 Kasım 2025 19:32
Alper Eliçin
Paylaş
Paylaş

Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Mart 1945’te, Türkiye ile 1925’te imzalamış olduğu dostluk ve tarafsızlık anlaşmasını iptal etmesi Ankara’nın dış politikasında bir dönüm noktası olmuştur.

Sovyetlerin anlaşmanın iptalinden sonra Haziran 1945’te tam da Avrupa’da sınırların yeniden çizileceği Postdam Konferansı öncesi Kars, Ardahan ve Artvin’i istemesi ve Boğazlar’da üs talep etmesi, 1946’da ise sınıra asker yığmaya başlaması Türkiye’de büyük güvenlik kaygılarına neden olmuştur. Stalin’in bu büyük hatası, Türkiye’yi mecburen tarafsızlık ilkesinden uzaklaştırmış ve Batı ile tek taraflı sıkı bağlar kurmaya itmiştir.

Savaş sonrası Batı’nın liderliğini Birleşik Krallık’tan devralmış olan ABD öncülüğünde kurulan NATO’ya girmek için Kore’ye ciddi miktarda asker yollayan ve kayıplar veren Türkiye, 18 Şubat 1952’de ittifaka girmiş ve kendisini Sovyet tehdidine karşı büyük oranda güvence altına almıştır.

NATO üyeliği sonucunda silahlı kuvvetleri de ağırlıklı olarak ABD silahlarıyla donatılmaya başlanmıştır. Bu dönemde, önce Kore, sonra da Vietnam Savaşları sonrası ABD ordusunda ortaya çıkan askeri malzeme fazlasının bir bölümü Türkiye’ye aktarılmıştır. Her üç kuvvetin de ABD silahlarıyla donatıldığı bu süreçte Türk Hava Kuvvetleri de tüm platformlarını ABD’den temin etmiştir. Ayrıca başta pilotlar olmak üzere tüm kritik personel de ABD standartlarına göre eğitilmiş, hemen hemen tüm pilotlar bu eğitimlerin bir bölümünü olsun ABD’de almıştır.

ABD ile olan iyi ilişkiler, Kıbrıs sorunu nedeniyle 1964’te bozulmaya başlamıştır. 5 Haziran 1964’te ABD Başkanı Lyndon Johnson’un, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’yü Kıbrıs konusunda uyarması ile ortaya çıkan ilk krizin ardından ilişkiler 1974 Barış Harekatı sonrasında iyice bozulmuştur. ABD Türkiye’ye silah ambargosu koymuş, bundan da Türk Hava Kuvvetleri son derece olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Önceleri gayriresmî olarak başlayan silah ambargosu, 5 Şubat 1975’de ABD Kongresi’nin aldığı bir kararla resmileşmiş, 26 Eylül 1978’e kadar sürmüştür.

Bu süreçte Türkiye savunma sanayisini geliştirmeye önem vermeye başlamıştır. Evren ve Özal döneminde düzelen ilişkiler, bu kez 1 Mart 2003’te, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’ı işgaline izin veren tezkerenin TBMM’de reddedilmesi sonucu ağır tahribata uğramıştır. İzleyen yıllarda ABD’nin Türkiye’nin PKK sorununa önem vermemesi, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt oluşumuna İsrail ile İran arasında bir tampon oluşturacağı düşüncesiyle destek vermesi, gerginliğin sürmesine neden olmuştur.

En nihayetinde, Irak ve Suriye’de ciddi bir tehdit oluşturan IŞİD konusunda Türkiye’nin yeterli girişimlerde bulunmaması, hatta dönemin başbakanı Ahmet Davudoğlu’nun ‘Orta Doğu’nun kızgın çocukları’ diyerek bu katil sürüsüne sempati göstermesi, ABD açısından bardağı taşıran son damla oldu. Sonuçta ABD, PKK’nın Suriye kolu olan YPG’yi kendine müttefik olarak seçti ve IŞİD’e karşı kara gücü olarak kullanmaya başladı.

Bu arada uzun yıllardır devleti ele geçirmek için faaliyet gösteren CIA’in taşeronu Fethullah Gülen terör örgütü (FETÖ), 15 Temmuz 2016’da, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde çöreklenmiş olan birimleriyle darbe girişiminde bulundu. Başarısız darbe girişimi esnasında, örgüt üyeleri F-16’larla da saldırılarda bulundu. Türkiye’nin hava savunma sistemleri doğal olarak bu uçaklara karşı düşman tanımlaması yapamadığından, ülke zorlu bir gece geçirdi ve ABD’ye olan güven iyice sarsıldı. Bu darbe girişiminin akabinde, Türkiye 2019’da Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almak zorunda kaldı. Avrupa NATO’suna üye pek çok ülkenin ve ABD’nin zaten gayriresmî olarak uyguladığı silah ambargosu bu alımdan sonra iyice sertleşti. Türkiye ABD tarafından CAATSA (Hasımlara Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası) kapsamına alındı. Türkiye artık ABD Kongresi tarafından “düşman ülke” olarak tanımlanmıştı. Aynı yıl, üretim partneri olarak yer aldığı F-35 projesinden dışlandı, parasını ödemiş olduğu 6 adet F-35 uçağı da kendisine teslim edilmedi. Avrupa ülkeleri ve ABD tarafından uygulanan bu ambargolar, başta Türk Hava Kuvvetleri olmak üzere, kara ve deniz kuvvetlerini de olumsuz etkiledi. Sadece MİLGEM (Milli Gemi) projesi sayesinde deniz kuvvetleri bu baskıdan bir miktar korunabildi.

Soru işaretleri

Tüm bu ambargolardan daha önemlisi, NATO ülkelerinde ortaya çıkan Türkiye’ye bakış açısındaki stratejik değişim oldu. Daha önce NATO içinde önemli bir müttefik olarak görülen Türkiye konusunda soru işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Sonuçta Türkiye bir müttefik olarak değil, taraf değiştirmemesi, Batı çıkarlarına zarar vermemesi için yönetilmesi gereken bir ülke olarak değerlendirildi. ABD ise dış politikasında Türkiye’ye olan yaklaşımını Hindistan’la olan ilişkileri ile benzeştirmeye başladı.

Türkiye’yi yönetenlerin, Gazze’deki Hamas gibi İhvan’ın bir parçası oldukları intibaını vermesi ve Sayın Erdoğan’ın Hamas’ı bir terör örgütü değil de kurtuluş örgütü olarak değerlendirmesi, ABD ile ilişkileri daha da karmaşıklaştırdı. ABD dış politikasında büyük etkisi olan, hatta benim kanımca arka planda  ABD’nin uluslararası ilişkilerini yöneten İsrail, 2000’li yılların başına kadar bölgede en büyük müttefiki olarak gördüğü Türkiye ile bir anda karşı karşıya geldi. İsrail’in ABD Kongresi’ndeki büyük gücü ve Yunan lobisi, Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da bozulmasına yol açtı; görüldüğü kadarıyla bu ilişkinin düzelmemesi için daha uzun yıllar çaba gösterecekler. Hamas’ın Sayın Erdoğan tarafından Kuvayımilliye’ye benzetilmesi de bu bağlamda olumlu bir katkı yapmayacak.

Türk Hava Kuvvetleri, son yıllarda uygulanan ağır ambargolar nedeniyle artık terör örgütlerine karşı mücadele yeteneği dışında sadece tören geçişi yapabilecek bir konuma düştü. İsrail ve Yunanistan gibi ülkeler karşısında tüm etkinliğini kaybetti. Nakliye filosundan savaş uçaklarına, yerden havaya savunma sistemlerine kadar son derece zayıf bir döneme girdi. Suriye hava sahasını İsrail’e teslim ettik, bölgede burnumuzu bile çıkaramıyoruz. Buna karşılık, daha geçen Çarşamba İsrail Hava Kuvvetleri Türkiye-Suriye sınırında bir dizi istihbarat uçuşu yaptı. Ege’de de hava üstünlüğü Yunanistan’da ve uzun yıllar bu durum devam edecek. Yunanistan bu üstünlüğünü kullanarak Ege ve Doğu Akdeniz’de oldu bittiler yapmayı hızlandırdı. Bir AB ülkesi olmasını da Türkiye’ye karşı bir politik avantaj olarak kullanıyor.

Sonunda bu zafiyet, devletimizi yönetenlerin de dikkatini çekmiş olacak ki, uzun yıllar sonra, 2030’dan itibaren teslim alınmak üzere 20 adet Eurofighter uçağının alımı için ciddi diplomatik çaba gösterildi. Ana muhalefet partisinin de Almanya’yı ikna etmek için verdiği destek sonucunda da olumlu sonuç alındı. O tarihe kadarki açığı kapatmak için de Katar ve Umman ile ikinci el Eurofighter alımları konusunda görüşmeler yapılıyor. 40 adet yeni nesil F-16V uçağı için ise pazarlıklar yıllardır sürüyor. Kargo filomuzu kısmen yenilemek amacıyla 12 adet Hercules C-130J-30 alımı için de Birleşik Krallık ile anlaşma imzalandı. Bu uçaklar 25 yaşlarında ve 50-60 yaşlarında olan, biri geçenlerde Gürcistan’da havada dağılan uçakları ikame edecek. 2026’da teslim edilmeleri bekleniyor.

Ambargo kalkıyor

Öte yandan, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ve Avrupa’yı tehdit eder hale gelmesi, geliştirdiği ve seri üretebildiği gelişmiş SİHA’lar, askeri elektronik sanayide yaptığı atılımlar, zırhlı araç ve mühimmat üretim kapasitesi, Türkiye’yi Avrupa’nın savunması için önemli bir konuma getirdi. O nedenle, Avrupa Türkiye’nin insan hakları karnesindeki artan zafiyetine rağmen, Türkiye ile askeri ilişkilerini geliştirmeye başladı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bu ilişkiyi bozmak için büyük uğraş verse de, başarı şansları oldukça düşük. Şu anda Avrupa’da Fransa ve Danimarka dışında Türkiye’ye ambargo uygulayan ülke de kalmadı.

Türkiye bu avantajlı konumunu kullanarak, ABD’nin ambargosunu da kaldırtmaya ve F-35 alımının önünü açmaya çalışıyor. Trump yönetiminin uluslararası ilişkilere transaksiyonel açıdan bakması, bürokrasiyi kullanmak yerine kararları çok dar bir kadroya danışarak kendi başına alması, benzer bir sistemin uygulandığı Türkiye ile ilişkileri de değiştirdi.

Trump’a yaranmak isteyen Ankara rejimi, bu narsist lidere her türlü kolaylığı sağlayarak ikili ilişkileri düzeltmek için uğraş veriyor. Bu amaçla, Suriye’de SDG/YPG’nin silahlı güçlerinin hiyerarşik yapısını bozmadan Suriye ordusuna entegre olmasına razı olmuş gibi. Daha da önemlisi, İsrail’in çıkarlarını korumaya yönelik Gazze planını destekliyor ve Hamas’a bu konuda baskı yapıyor. Tam bir “U dönüşü!”

ABD yasaları kapsamında, Trump’ın Kongre’ye rağmen CAATSA yaptırımlarını teorik olarak aşması olası. Buna başkanlık yaptırım kaldırma yetkisi (Presidential waver) deniyor. Bu yetkiyi kullanabilmesi için Kongre’ye ulusal güvenlik çıkarı gibi bazı gerekçeler sunması gerekiyor. Türkiye’nin stratejik önemi, S-400’leri kullanmaması, Rusya ile ilişkileri azaltması, bu açıdan kolaylaştırıcı olacaktır. Tabii, Suriye’de esneklik, Gazze’de İsrail çıkarlarını kollamak da buna eklenebilir.

Gelecek yıl sonbaharda yapılacak seçimlerde topal ördek konumuna düşmesi pek muhtemel olan Trump bu yetkisini kullanır mı bilmiyoruz. Ancak F-35 alımının önü açılsa bile Türkiye bu uçakları almaktan imtina etmelidir. Her ne kadar F-35’ler son derece gelişmiş beşinci nesil uçaklar olsa da, bizim hava kuvvetlerimize katılımı çok ciddi riskler taşımaktadır. Bunları maddeler halinde sıralayalım:

1-Türkiye’nin bakım ve işletiminde büyük deneyim sahibi olduğu ve teknolojisine hakim olduğumuz F-16’larda bile ABD yenileme ve mühimmat konusunda engeller çıkarmış, yeni alımları kısıtlamıştır. Türkiye halen bu uçakları sınırlı yeteneklerle kısıtlı sürelerle uçurabilmektedir.

2-F-35’ler çok daha karmaşık uçaklar olup, parça lojistiği dahil pek çok konuda ABD’deki merkezi bir yapıya doğrudan bağlıdır. O nedenle uçakların ABD ile bir sorun halinde etkin olarak uçma yeteneğini kaybetme olasılığı F-16’lara oranla çok daha hızlı bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bazı uzmanlar bu süreyi 5-6 ay olarak belirtmektedir. Hatta uçaklardan kill-switch (uçağın uzaktan kilitlenmesi) özelliği olduğu konusunda da iddialar devam etmektedir.

3-ABD artık, Türkiye dahil pek çok ülke için güvenilmez bir müttefiktir. Askeri, siyasi ve ekonomik olarak güven kaybına uğramıştır. Güvenilmezliğinin son örneği şu sıralar Ukrayna’yı sırtından bıçaklama girişimidir. Dolayısıyla Türkiye’nin başta hava kuvvetleri olmak üzere silah alımlarında olanaklar el verdiği oranda ABD menşeili ürünlerden uzaklaşması ve tedarikçi gamını genişletmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, hava gücümüz sadece ABD’nin bir taşeronu olarak kalacak, izin verilmeyen operasyonları yapamayacaktır. İsrail, hatta Yunanistan açısından bu bir risk oluşturmayabilir ama, daha bağımsız bir dış politika yürütmek isteyen Türkiye için ABD’ye aşırı bağımlılık sorunludur.

ABD’ye olan güvensizlik nedeniyle, Kanada yeni F-35 alımlarını sınırlamış, Portekiz Eurofighter ve İsveç’in Gripen E uçaklarına yönelmiştir. Keza Kolombiya ve Ukrayna Gripen E almak istemektedir. Brezilya’ya ise halen bu uçakların teslimatı yapılmaktadır. Gripen E’lerin motorları ABD yapımı olmakla birlikte, Eurofighterlarda kullanılan Eurojet EJ230’ların (her ne kadar maliyetli ve zaman alıcı olsa da) bu uçaklara entegrasyonu da mümkündür.

Orta boy kargo uçakları alımında ise pek çok ülke C-130’lar yerine Brezilya’nın ürettiği Embraer C-390 tipi uçaklara yönelmektedir. Yine motorlarda ABD bağımlılığı sürse de, komple ABD uçağı alımına göre C-390’lar daha fazla bağımsızlık sağlamaktadır. Keza NATO ve Hollanda, ABD yapımı AWACS (erken uyarı uçakları) yerine Gripen E’yi de üreten SAAB’ın GlobalIE uçaklarını değerlendirmeye almış, Fransa ise bu uçakları seçmiştir.

Toparlarsak, F-35’ler Türkiye’ye, İran veya Rusya ile sorun yaşamadığımız sürece, bir avantaj sağlamaz. İsrail’le bir sorun çıkması halinde ise, Türkiye’nin bir hava üstünlüğü sağlaması askeri ve siyasi nedenlerle zaten olanaksızdır.

Yunanistan’ın F-35 ediniyor olması ise ciddi bir sorundur ve Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta kendisine üstünlük sağlayacaktır. Ancak, yukarıda belirttiğim nedenlerle, Türkiye ya bu uçakları edinemeyecek ya da edinse bile etkin olarak kullanmasına izin verilmeyecektir. Yunanistan ile bir savaş olmayacağını kabul etsek bile, bu Türkiye’nin dengelemesi gereken bir risktir.

Yunanistan göreceli olarak küçük bir yüzölçüme sahiptir. Dolayısıyla Türkiye gibi uçaklarını menzil dışında konuşlandıramaz. Bu nedenle Mora Yarımadası’na konuşlandırılması düşünülen F-35’leri Türkiye’nin havalanmadan önce üslerinde imha etmesi mümkündür. Meteor füzeleriyle donatılmış Eurofighterlar ve (günün birinde gerçekten beşinci nesil standardına ulaşırsa) milli Kaan uçaklarından oluşan filomuzla Yunanistan’la hava dengesini kurabiliriz.

Bitirirken son bir not: Ukrayna Savaşı bizlere büyük askeri üslere gereksinim duyan savaş uçaklarının ciddi risk altında olduğunu göstermiştir. O nedenle eldeki F-16’lar ve gelecek olan Eurofighter’lara ek olarak, karayollarından kolaylıkla kalkabilen, bakımı bir iki personel tarafından kısa sürede yapılabilen Gripen E’lerle filonun daha da çeşitlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.

Fotoğraf: Kaszynzki, Lockheed Martin

İlgili yazı:

“Eurofighter”la stratejik hamle

***

Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:

X

Bluesky

Facebook

Instagram

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanAlper Eliçin
Takip et:
1974 yılında Alman Lisesi’nden mezun oldu. Öğrenimine Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde devam etti. İngiltere’de Sussex Üniversitesi’nde Yöneylem Araştırması ve ABD’de Clemson Üniversitesi’nde İşletme alanlarında yüksek lisans yaptı Dünya Bankası'na değişik projelerde danışmanlık yaptı, Çukurova Metropolitan Bölgesi Kentsel Gelişim Projesi'nde ise proje direktör yardımcılığı görevini üstlendi. Gayrimenkul geliştirme projelerindeki deneyimini zaman içerisinde turizm yatırımlarına yönlendirmiştir. İş yaşamına 1990 yılından itibaren Pegasus Havayolları'nda kurucu ortak olarak devam etti, şirkette genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı. İstanbul Havayolları'nda genel müdür yardımcılığı, Kavrakoğlu Management Institute’da başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Havayolu yönetimi, yeniden yapılandırılması, şirket birleştirme, ayırma ve satın almaları ve gayrimenkul yönetimi konuları uzmanlık alanlarından. Merkezi Paris'te olan Milletlerarası Ticaret Odası Havacılık Komitesi'nde uzun yıllar Türkiye'yi temsil etti, Türkiye Havacılık Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği Başkan Yardımcılığı görevlerinde de bulundu. 2008 yılında BCD Eğitim ve Danışmanlık Ltd’nin kurucu ortağı oldu. Halen serbest danışman ve eğitmen olarak çalışmaktadır. Bugüne kadar Türkiye, KKTC, Rusya, Gürcistan, Azerbaycan, Romanya, Mısır, Belçika, İsviçre ve Avusturya’da eğitimler vermiş, danışmanlık yapmıştır. Ayrıca, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde dijital yayın organlarında köşe yazarlığı yapmaktadır. Çok iyi düzeyde Almanca ve İngilizce biliyor. Dağ tırmanışları ve doğa yürüyüşlerine ilgi duyuyor, Ağrı ve Musa dağları tırmandığı dağlar arasındadır. Okumak ve seyahat etmekten büyük zevk alıyor.
Önceki Makale Putin’in hoşlanmadığı maddeler

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

“Yandaş ekonomi” modeli

Yıldırım Aktuğan
24 Kasım 2025
Serbest Kürsü

Komisyon’un “İmralı” kararı

Gürsel Demirok
24 Kasım 2025
EditörSerbest Kürsü

İnsan daracık ekrana sığar mı?

Tijen Zeybek
23 Kasım 2025
Serbest Kürsü

Yabancı dilin en kolay yolu

Halil Ocaklı
22 Kasım 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?