Diller, tarih boyunca fetihler, göçler, ticaret ve diplomasi gibi çok yönlü sosyokültürel etkileşimler yoluyla birbirini beslemiş ve izler bırakmışlardır.
Kendi dillerinde karşılığı olmayan kavramları toplumlar, başka dillerden alarak hem iletişimi kolaylaştırmış hem de dillerini zenginleştirmiştir. Bu doğal süreç, dilleri adeta canlı organizmalar gibi, belirli değişim kurallarına bağlı olarak sürekli evrilen yapılar haline getirmiştir.
Köklü ve güçlü bir yazılı geleneğe sahip Yunanca, Akdeniz kıyı bölgelerinde kültürel temaslarda önemli bir kaynak dil olarak işlev gördü. Yunanlı filozoflarca üretilen düşünceler, kavram ve terimler doğrudan ya da aracı diller üzerinden geniş coğrafyalara yayıldı.
Antik mirasın dolaşıma girmeye başladığı çağlarda Yunanca, zengin bilgi birikimiyle diğer kültürler üzerinde kalıcı izler bıraktı. Nitekim klasik ve Helenistik dönemde Yunan birikimi, hem getirdiği yenilikler hem de bilginin dolaşımını örgütleyen pratikleriyle Mezopotamya geleneğinin önüne geçti.
Örneğin, Orta Doğu’da yıldızların hareketi çoğunlukla kehanet amacıyla yorumlanırken, Miletli Thales ve onu izleyen düşünürler, doğa olaylarına ilişkin gözlemlerden akla dayalı evrensel ilkeler türetmeyi yöntem olarak benimsediler.
Bu yenilikçi yaklaşım, yepyeni teoriler geliştirmeye, bunları tartışmaya, terminoloji oluşturmaya ve bilimsel düşünce yöntemini ilerletmeye alan açıyordu.
Milattan Önce (M.Ö.) 4. yüzyılda Büyük İskender’in seferleriyle başlayan Helenistik Çağ, Antik Yunan birikiminin başka kültürlere yayılmasındaki en kritik evre oldu. Bu dönemde Yunanca, İngilizcenin günümüzde oynadığı role benzer biçimde, geniş kapsamlı bir iletişim dili haline gelmeyi sürdürdü.
Üstelik bu nüfuz yalnızca Helenistik Çağ’la sınırlı kalmadı; Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlık dönemlerinde de sürdü. Ardından, erken Orta Çağ’da Bizans’ın manastır kültürü ve entelektüel birikimiyle iç içe geçti. Sonraki dönemde ise Aramice/Süryanice merkezli çeviriler sayesinde canlılığını asırlar boyunca korudu.
Hristiyanlığın İbranice, Aramice, Yunanca ve Latince dışındaki dil topluluklarına yayılması yoğun olarak 2. ve 5. yüzyıllarda gerçekleşti. Bu dönemde Kıptiçe, Ermenice ve Gotça gibi dillere İncil çevirileri yapıldı.
Daha sonraki yüzyıllarda Slav dünyası ve başka bölgelerde yeni çeviri dalgaları ortaya çıktı. Böylece kutsal metinlerin çeviri tarihçesi, kavramların dilden dile geçiş mekanizmalarını anlamak için değerli bir kaynak oluşturmaktadır. (1)
Antik Çağ’da kavramların yolculuğu
Çevirilerde sıklıkla öncü rol üstlenen Süryani bilginler, teolojik metinlerin yanında birçok Yunanca eseri de Süryaniceye kazandırdı. Doğu Roma ile Sasani arasındaki temas bölgesindeki konumu ve Hristiyanlık öncesine uzanan bilgi geleneği sayesinde Süryanice, kavramların yolculuğu için güçlü bir zemin oluşturmuş bulunuyordu.
Antik Yunan düşüncesine ait felsefe, matematik, tıp, astronomi ve doğa bilimleriyle ilgili kavramlar, kısmen değişerek ama çekirdek anlamlarını büyük ölçüde koruyarak Süryanice ve ardından Arapçaya yönelen bir rota izledi.
Süryaniceye ve Süryaniceden yapılan sistemli çeviriler, Abbasiler dönemindeki aydınlanmacı düşünsel paradigmanın gelişimine ortam hazırladı. Bağdat’ta başlayan büyük ölçekli çeviri hareketi, “Beytü’l-Hikme” olarak bilinen kurumda bilginin sistematik biçimde toparlanıp işlenmesiyle doruk noktasına ulaştı.
Bağdat’ın sıra dışı entelektüel ortamı, dönemin en büyük çevirmeni, Hristiyan bir Arap olan Huneyn bin İshak’a (808–873) ideal çalışma koşulları sundu. Dört dil bilen (Yunanca, Süryanice, Arapça, Farsça) Huneyn, aralarında Galen ve Hipokrat’a ait metinlerin de bulunduğu 116 eseri tek başına Arapçaya çevirmesiyle tanınır. (2)
Huneyn ekolünün en önemli özelliği, çevrilen metinlerde kavramsal ve terminolojik bir standart yakalamaya odaklanmasıydı. Bu standardizasyon, metinlerin hem doğru aktarılmasını sağlıyordu hem de yabancı terimlerin Arap dilinin ses yapısına uyumlaştırılmasına ya da karşılık türetilmesine yardımcı oluyordu.
Örneğin Yunancada mantık, söz ve sebep anlamına gelen ‘Logos’ sözcüğünü transfer etmemiş, karşılık olarak ‘Mantık’ sözcüğünü türetmişlerdir. Bu yaklaşım yalnızca sözcüklerin değil, düşünme biçimlerinin de yeni dillere aktarılmasının yolunu açmıştı.
Felsefe: Bilgelik sevgisi
Geniş bir coğrafyaya yayılmış olan etkileşim ağları sayesinde, kültürler arasında beklenmedik bağlantılar kurulur ve dolaylı ödünçlemelerin önü açılır. Bu duruma verilebilecek en belirgin örneklerinden biri, Eski Yunanca “Philosophia” (φιλοσοφία) kavramından türeyerek Arapçalaşan “felsefe” sözcüğüdür. Bu kelime, “philos” (sevgi) ve “sophia” (bilgelik) sözcüklerinin bir araya gelmesinden oluşur ve “bilgelik sevgisi” anlamına gelir.
İçinde farklı dinamik katmanlar barındıran bu etkileşim, Türkçeye kadar uzanmayı sürdürmüştür.
Şöyle ki, etimolojik analizler, yukarıda örnek olarak verilen “felsefe” kavramının Yunanca olduğunu ve Arapça aracılığıyla Türkçeye geçerken anlamını koruduğunu kuşkuya yer kalmayacak şekilde ortaya koymaktadır.
Bunun dışında, Türkçede sıkça kullanılan ve Arapça kökenli olduğu düşünülen başka kavramlar da Yunancadan Süryaniceye, Süryaniceden Arapçaya ve Arapçadan da Türkçeye aktarılmıştır. Türklerin İslamiyet’i benimsemesi bu anlamda kilit bir rol oynamıştır.
İslamiyet’le Arapçanın yükselişi
İslamiyet’in benimsenmesiyle birlikte Arapçadan Türk dillerine ödünçlemelerde belirgin bir artış görüldü. Kur’an-ı Kerim’in Arapça okunması gerektiği ve bunun bireyin sevabını artıracağı inancı, Türk topluluklarının Arapçayla olan temasını güçlendirdi.
Böylece Arapça lehine son derece geçirgen bir ortam oluştu ve bu durum, alıntı sözcüklerin Türkçeye hızla yerleşmesini sağladı. Bu süreçte, bazı Yunanca sözcükler de dile adapte olma sürecini tamamlamış bulunuyordu
Bu arada, bazı sözcüklerin Türkçeye girişi, Türklerin Anadolu’ya gelişinden ve burada Rumlarla komşu olmalarından daha erken dönemlerde gerçekleşmiş olmalıdır. Dolayısıyla bunlar, Anadolu Rumlarıyla kurulan temasların ürünü değil, daha eski aktarım katmanlarının izleri olabilir. (3)
Bu aktarım zincirlerini daha geniş bir açıdan görebilmek için, Arapçanın merkezi konumuna bakmak gerekir. Arapça, İslam’ı kabul eden toplumlarda yalnızca ibadet dili olarak kalmamış, zamanla gündelik yaşamın farklı alanlarına da yayılmıştır. (4)
Bu yolla Arapça, manevi yaşantının ötesinde, bilimin, felsefenin ve edebiyatın ortak dili haline gelmiştir. Geniş kültürel yayılım, Arapçanın farklı halkların zihin dünyasına doğrudan nüfuz etmesini sağlamıştır. Arapçanın etkisine maruz kalmanın bir çıktısı olarak, Türkler yeni kavramlara Türkçe karşılıklar türetmek yerine çoğu zaman Arapçalarını alıp kullanmayı tercih ettiler.
Kavramların büyüleyici serüvenini somutlaştırmak amacıyla, Yunanca > Süryanice > Arapça rotasını izleyerek günümüz Anadolu Türkçesine yerleşmiş 45 sözcükten oluşan bir liste hazırladım.

Not: Bu araştırma için en eski yazılı kayıtlar, fonolojik dönüşümler, anlam sürekliliği ve aracı dillerin etkileri gibi temel etimolojik ölçütlere başvurdum.
Kaynakça:
1-Sidney H. Griffith, The Bible in Arabic: The Scriptures of the ‘People of the Book’ in the Language of Islam, Princeton University Press, 2013.
2-Dimitri Gutas, “The Emergence of Arabic Scientific Terminology at the Eastern Contact Zone: Calque and Loanword in Early Abbāsid Time (750–800 CE)”, De Gruyter, 2024.
3-Franz Rosenthal, The Classical Heritage in Islam, London: Routledge, 1994 (ilk baskı 1975).
4-Ahmet Y. Ocak, Türkler ve İslamiyet, İstanbul: Timaş Yayınları, 2016.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
