Türkçenin Anadolu’daki dönüşümünü anlamak için öncelikle bu zengin etkileşimin tarihsel bağlamına bakmak gerekli.
Anadolu binlerce yıldır kıtalar arasında stratejik bir geçiş yolu olarak göçlerin, ticaretin ve kültürlerin buluşma noktası. Geçmişten günümüze yenilenen nüfus geçişleri sayesinde Anadolu dil, inanç, mimari ve sanat alanlarında zenginleşmiş; kültürlerin iç içe geçtiği bir mozaik oluşmuş. Bu çeşitlilik, Anadolu’nun dilsel dokusunda bugün de hissediliyor.
Hititler, Frigler, Luviler, Hurriler, Urartular, Kimmerler ve İskitler gibi birbirinden farklı kökenlere sahip topluluklar hem dilleriyle hem de kültürel birikimleriyle bu coğrafyada derin izler bırakmış.
Batıdan gelen Helen dillerini konuşan toplulukların Anadolu’ya sistemli olarak girişleri Milattan Önce (M.Ö.) 1200’lerden itibaren hız kazandı. M.Ö. 1000’lere gelindiğinde Batı Anadolu kıyılarında çok sayıda Yunan kolonisi kuruldu. Özellikle doğu bölgelerinde Ermeni nüfusunun, güneyde ise Kürtlerin ve Arapların yoğun olduğu bir demografik yapı ortaya çıktı.
M.Ö. 4. yüzyıla gelindiğinde ise Büyük İskender’in seferleriyle birlikte bölge, yoğun bir Helenistik etki altına girmeye zorlandı. Ardından kurulan Helenistik krallıklar ve yürürlüğe konulan kentleşme politikaları nedeniyle Yunanca; idareden ticarete, eğitimden sosyal ilişkilere kadar pek çok alanda yaygın şekilde kullanılmaya başlandı.
Helenistik dönemde Yunancanın egemen dil olarak öne çıkması, yerel dilleri bütünüyle ortadan kaldırmadı. Tersine, “Anadolu Yunancası” olarak da bilinen Rumcada bazı arkaik dillerin izleri belgelenebilmekte.
Roma döneminde Latince Anadolu topraklarında resmi devlet diliydi ancak halk arasında yaygın olarak kullanılmıyordu. Roma döneminden sonra ise Yunan dili, 11. yüzyıla dek Anadolu’nun geniş bölümünde baskın iletişim dili olarak varlığını sürdürdü.
M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun büyük bölümü Pers egemenliğine girdiğinde Fars dili resmi yazışmalarda ve yönetici sınıflar arasında “prestij dili” olarak kullanılıyordu. Ancak Farsça, hiçbir zaman Anadolu’da geniş halk kitlelerinin günlük konuşma dili haline gelmedi.
Bununla birlikte, Türk dilleri ve bölgedeki diğer dillerin Pers egemenliğinden itibaren Farsçadan çok sayıda ödünçlemelerde bulunduğu bilimsel olarak izlenebilmekte. Aslında Farsçanın Türk dilleri üzerindeki etkisi, Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya gelmeden çok daha önce başlamış ve özellikle İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte hızlanmıştır.
Türklerin Anadolu’ya kitlesel girişi esas olarak 11. yüzyılın ortalarına, özellikle 1071 Malazgirt Savaşı sonrasına rastlar. Oğuzlar ve diğer Türk boyları önce İran’a, sonra Anadolu’ya göç ederek yeni yerleşim alanları kurdu ve dilsel tabloyu yeniden şekillendirdi.
Bu göçlerin temel nedenleri arasında, Orta Asya’da yaşanan savaşlar ve siyasi istikrarsızlık, çevresel koşulların olumsuz etkileri, Moğol istilası karşısında daha güvenli bir yurt arayışı ile Bizans İmparatorluğu’nun giderek zayıflaması sayılabilir.
Bu dönemde Anadolu’ya ilk gelen Oğuz boyları, Farsçadan etkilenmiş olan kendi lehçelerini taşımışlardı ancak zamanla Arapçadan da önemli ölçüde etkilenmiştir. Selçuklu döneminde resmi yazışmalar Fars dilinde ve Arap harfleriyle yapılıyordu.
Anadolu’ya yerleşen Türk toplulukları, burada çoğunluğu Rumca, Ermenice ve Kürtçe konuşan yerli halklarla yoğun bir etkileşime girdi. Zamanla bölgedeki birçok yerli unsur, İslamiyet’i ve Türkçeyi benimseyerek yeni bir toplumsal kimliğin oluşumuna katkıda bulundu.
Bu yeni toplumsal düzenin temelinde, Anadolu’nun sahip olduğu dil zenginliği önemli rol oynamıştır. Batı ve kıyı bölgelerinde Rumca yaygınken doğu ve güneydoğuda ise Ermenice, konuşulan dil ve yazılı kültür açısından belirgin bir ağırlığa sahipti. Kürtçe, özellikle güneydoğuda geniş bir alanda varlığını sürdürüyordu. Ayrıca, Bizans’ın idari uygulamaları çerçevesinde özellikle Güneydoğu Anadolu’da Arapça konuşan gruplara da rastlanıyordu.
Antik dillerin izleri, Anadolu’nun çok dilli ortamı sayesinde yerel düzeyde varlığını sürdürmüş; örneğin Kapadokya Yunancası, Karadeniz’de Romeyka Yunancası ve Güneydoğu’da çeşitli Süryanice lehçeleri bu çeşitliliğin canlı örnekleri olmuş.
Eski Anadolu dillerinden süzülerek Türkçeye geçmiş sözcüklerin izlerini, çoğu zaman yer adlarında gözlemlemek mümkündür. Özellikle Orta Anadolu’da, Hititçe ve Luvice kökenli yer adları halk dilinde yaşamaya devam etmektedir. Benzer şekilde, Hakkâri ve Van çevresinde ise Kürtçenin yanı sıra, antik Urartu diline ait unsurlar da bazı yer adlarında varlığını sürdürmektedir. Örneğin, Niğde’nin eski adı olan Nahita, büyük olasılıkla Anadolu’nun en eski dillerinden biri olan Luvice kökenlidir ve “kutsal su kaynağı” anlamını taşır.
Benzer şekilde, Kapadokya’daki turistik bölgenin adı “Göreme”, kulağa Türkçe gelse de aslında eski Yunanca “Korama” isminden evrilmiş bir yer adıdır. Bu durum, Anadolu’nun dil belleğinde yer alan ve Türkçe yapısına uyarlanmış yüzlerce yer adından yalnızca biridir.
Gazi Üniversitesinden hocamız Prof. Dr. Mehmet Ali Kılıçbay özü Türkçe olan kent adlarının çok sınırlı olduğunu söylüyor. Bence 81 il adında Adıyaman, Denizli, Kırklareli, Ordu ve Tunceli dışında gerçek anlamda Türkçe olan kent adı yok.
Kaldı ki Kırklareli adı eskiden Rumca “Saranta Ecclesia” (Σαράντα Εκκλησιές) idi. Osmanlı döneminde önceleri “Kırk Kilise” sonra ise “Kırklareli” biçimine evrildi.
Denebilir ki, Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir ve Tekirdağ gibi Türkçe olan başka yer adları da var ancak bunlar tümüyle Türkçe olmayan birleşik adlardır. “Ak” Türkçe + “Saray” Farsça, “Kırık” Türkçe + “Kale” Arapça, “Kır” Türkçe + “Şehir” Farsça, “Tekür” (Tekfur) Ermenice + “Dağ” Türkçe.
İç Ege’de, bazı köylerde Lidya ve Frig dillerinden kalma terimler folklorik anlatılarda yaşamaya devam etmektedir. Örneğin, Manisa ve Kütahya çevresinde “gordi” (Frigce: dağ) ve “bagis” (Lidce: bereketli toprak) gibi sözcükler, köy adlarında hâlâ izlenebilmektedir. Doğu Anadolu’da ise, Ermenice farklı lehçeleriyle konuşulmaya devam etmiş ve bu bölgenin kültürel zenginliğine katkı sağlamıştır.
Malatya’nın antik adı “Meliddu”, Hititçede “bal” anlamına gelen bir terimle ilişkilendiriliyor. Hitit hiyeroglif metinlerinde sıklıkla rastlanan bu yer adının, bölgenin arıcılıkla ünlenmesinden kaynaklandığı varsayılıyor. Türklerin Anadolu’ya gelişiyle birlikte evrilerek Malatya formunu alan bu ad, Hitit dönemine ait dilsel bir miras olarak Anadolu’nun dil belleğinde varlığını sürdürüyor.
Tüm bu dilsel ve kültürel çeşitliliğin izleri yalnızca modern kültürde değil, genetik yapı üzerinde de hissediliyor. Nitekim yapılan genetik araştırmalar, günümüz Anadolu halkının genetik olarak önemli ölçüde yerli halklara (Rum, Ermeni, Kürt, Arap, Süryani, Yahudi, Keldani, Gürcü, Laz, Çerkez vb.) yakın olduğunu ortaya koyuyor.
Orta Asya kökenli genetik mirasın toplam payı, bölgelere göre değişmekle birlikte yüzde 10-15 aralığındadır. (1) Bu oran, Anadolu’da dilsel değişimin arka planında yoğun bir kaynaşma ve etkileşimin varlığını açıkça göstermesi bakımından önemlidir. (2)
Dışarıdan bakıldığında, Türkçenin 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’daki yerel dillerin kullanım alanını daralttığı ve onları geri plana ittiği gibi bir izlenim oluşabilir. Ancak bu, gerçeğin yalnızca küçük bir bölümünü yansıtır. Aslında tam tersine, Türkçe çevresindeki dilleri asimile etmek yerine, onlardan çeşitli ögeler alarak kendi yapısını zenginleştirmiştir.
Bu karşılıklı etkileşim sayesinde, Türkçenin farklı dillerden ödünçlediği unsurlar yüzyıllar boyunca kesintisiz biçimde birikmiş ve dildeki mevcut çeşitliliğin temelini oluşturmuş. Anadolu halkları tüm tek tipleştirme politikalarına karşın dilleri ve kültürel çeşitliliği büyük oranda yaşatmayı sürdürmüş.
Bugün artık Anadolu’nun tüm renklerini ve kültürel birikimine katkı sağlamış tüm bileşenlerini kucaklamanın zamanı gelmiştir. Çünkü bu birikim yalnızca kültürel mirasla sınırlı değildir, aynı zamanda Anadolu’nun kadim halklarını ve gen havuzumuzdaki etnik köken çeşitliliğini de içine almalıdır.
Bazı çevrelerde hâlâ tek tip bir kültür oluşturma arzusu sürse de, günümüz koşullarında ne dilde ne de toplumsal alanda gerçek bir homojenlik sağlamak artık gerçekçi değil. Bu çeşitliliğin kaçınılmazlığı, bizlere konuyu daha geniş bir perspektiften ele alma gerekliliğini de hatırlatıyor. Çünkü başka dillerden ödünçlenen sözcükler ve yapısal özellikler Türkçenin zayıfladığını değil, daha da zenginleştiğini göstermektedir.
Nitekim Anadolu Türkçesini ana dili olarak konuşan kişiler olarak gündelik yaşamda karşılaştığımız sıradan bir duyuru cümlesini rahatlıkla anlayabiliriz. Günlük dilin akışında sözcükleri tanır ve anlamlarını biliriz, ancak çoğu zaman kökenleri hakkında bir fikrimiz olmadan kullanırız.
Şimdi bu gerçeği daha somut bir örnekle ele alalım: Aşağıdaki duyuruda geçen 32 kelimenin hangilerinin Orta Asya kökenli olduğuna, hangilerinin başka dillerden alındığına birlikte bakalım:
“Salaş lokantanın şık garsonu, plajdaki müşterilere megafonla anons yapıyor: “Lütfen dikkat, akşam saat 20.00’deki Fenerbahçe-Galatasaray maçı restoranımızda dev ekranda. Tüm misafirlerimiz davetlidir efendim; bira ve cips sadece 500 lira.”
Duyuru metninde geçen sözcükler alfabetik olarak:

Duyuruda kullanılan 32 sözcükten yalnızca 4 tanesi Türkçe: Tüm, yapmak, 500 ve 20.00’deki. Diğer 28 sözcük Türkçe kökenli değil ve bunda kesinlikle bir sakınca yok. Tersine, bu durum Anadolu’nun geçmişini iyi bilenler tarafından bir kazanım olarak kabul edilir. (Fener-bahçe ile Galata-saray ikişer kelime olarak değerlendirilmiştir)
Söz konusu 32 kelimenin köken dağılımı: Fransızca (7), Arapça (7), Farsça (5), Türkçe (4), İtalyanca (3), Rumca (2), İngilizce (2), Macarca (1), Keltçe (1).
Sonuçta, geçmişte burada yaşamış tüm halklar, kültürel ve genetik miraslarıyla günümüz Anadolu halkının atalarının önemli bir kısmını oluşturur. İşte bu gerçeği kabullenmek, ideolojik kutuplaşmanın azaltılması ve toplumsal barışın sağlanması yanı sıra, bizi hem köklerimize yakınlaştırır hem de geleceğe yeni pencereler açar.
Bu topraklar binlerce yıldır farklı toplulukların iç içe yaşayabildiği bir uygarlıklar beşiği olma niteliğini korumuştur. Anadolu’yu anlamak ve sahiplenmek, aslında insanlığın ortak birikimine sahip çıkmak anlamına gelir. Burası ne yalnızca Avrasya ne de yalnızca Orta Doğu; burası, uygarlıklar diyarı Anadolu.
Kaynakça:
1-Cinnioglu, C., King, R. J., Kivisild, T., Kalfoğlu, E., Atasoy, S., Cavalleri, G. L., … & Tyler-Smith, C. (2004). Excavating Y-chromosome haplotype strata in Anatolia. American Journal of Human Genetics.
2-Kars, M. E., Sağlıcan, E., Somel, M., & others. (2021). The genetic structure of the Turkish population reveals high levels of variation and admixture.
İlgili yazı:
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: