Erdem Eren (tasam.org)
Devletlerin uluslararası ilişkilerindeki politika ve uygulamalarının iki önemli öğesi bulunmaktadır. Dış politika analizlerine de konu edilen bu öğeler süreklilik ve değişimdir. Bir ülkenin dış politikasında süreklilik öğesi genel olarak iç politikaya nazaran daha fazla hissedilmektedir. Özellikle güçlü ülkelerin dış politikalarındaki süreklilik öğesi ise güç olarak nispeten daha zayıf konumda olan devletlere göre daha belirgindir. Bir ülkenin dış politikasındaki süreklilik ve değişim öğesini besleyen birçok iç, dış, fizikî, beşerî ve benzeri faktörler mevcuttur. Bu faktörler ekonomik kapasite, jeopolitik konum, tarihsel bilinç, ulusal karakter, kültür gibi örneklendirilebilir.
Türkiye’nin Balkanlar politikasında Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar genel bir değerlendirme yapıldığında süreklilik öğesinin de değişim öğesinin de kompleks bir şekilde yer aldığı görülmektedir. İlk olarak Türkiye’nin Balkanlar politikasındaki süreklilik öğeleri incelendiğinde; Türkiye bölgenin ve bölge ülkelerinin barış ve refahını korumayı amaçlamış ve bağımsızlıklarını destekleyerek bu ülkelerin başta Avrupa Birliği (AB) ve NATO gibi uluslararası örgütlere üyeliklerini de teşvik etmiştir. Öte yandan Türkiye bölge ülkelerinin çıkarlarıyla ortak bir dış politika güderek iyi ikili ilişkiler kurmaya çalışmış ve böylelikle kendi menfaatlerini de bu ülkeler nezdinde güçlendirmeyi ve Müslüman ve Türk azınlıkların hak ve özgürlüklerini iyileştirmeyi hedeflemiştir.
Türkiye’nin Balkanlar politikasında değişim öğesini tetikleyen en temel faktörler ise genellikle dış kaynaklı gelişmeler ile iç kaynaklı değişimlerdir. İç kaynaklı değişimlerin en temel örneği hükûmet değişimleri ile beraberinde gelen politika farklılıklarıdır. Dış kaynaklı gelişmeler ise bölgede meydana gelen değişimler ve ortaya çıkan kriz ve fırsatlardır. Yugoslavya Federasyonu’nun dağılması, bölge ülkelerindeki rejim değişiklikleri ve rejimlerin uygulamaları, bölge ülkelerinde Müslüman ve Türk azınlığa dair gelişmeler örnek olarak verilebilir. Türkiye’nin lehine veya aleyhine gelişen iç ve dış kaynaklı bu faktörler Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan ikili ve çoklu ilişkilerini ister istemez değiştirmiştir.
2002 yılına gelindiğinde Türkiye’de iç kaynaklı bir gelişme olarak hükûmet değişikliği yaşanmış, AK Parti iktidara gelirken Türkiye’nin Balkanlar politikasında süreklilik öğelerinin yanında değişim öğelerine yenileri eklenmiştir. İlk olarak dış politikanın inşa ve uygulama aşamasında hem Ankara’daki hem de bölge ülkelerinde aktör sayısı kişi ve kurum olarak artmıştır. Bunda Türkiye’nin AK Parti hükûmetleri döneminde bölgeye yönelik sergilediği kamu diplomasisi yaklaşımının ve bu yaklaşım perspektifinde faaliyet yürüten kurumların sayısının artması etkili olmuştur. TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı), YTB (Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı), YEE (Yunus Emre Enstitüsü) gibi kurumlar bölgede toplumlara birebir dokunan uygulamalara imza atmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin Balkan ülkelerine yönelik politikalarında hem başbakanlığı hem de cumhurbaşkanlığı döneminde lider etkisiyle belirleyici rol oynamaya başlamıştır. Erdoğan özellikle Balkan ülkeleri liderleriyle dostluğa varan önemli ilişkiler geliştirmiş nitekim bu ilişkiler devletler ve toplumlar arası ilişkilerin gelişimine de etki etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Eski Üyesi Bakir İzetbegoviç, Bulgaristan Eski Başbakanı Boyko Borisov, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile olan ikili ilişkileri bunlara örnek olarak verilebilir.
Türkiye’nin son yirmi yılda çok boyutlu kurum ve aktörlerle Balkanlar’da izlediği dış politika bölgedeki etkinliğini eskiye nazaran nispeten arttırmış, Türkiye’nin bölgesel politikası ABD, AB, Rusya, Çin gibi üçüncü aktörlerle karşılaştırmaya bile başlanmıştır. Gelinin noktada Türkiye kurumsal ve lider bazlı dış politikasını ve bunun etkilerini hem kendi hem de bölge devletleri ile toplumları nezdinde daha çok avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Girişimci ve insani dış politika olarak adlandırılan bu yaklaşım ile Türkiye bölgesel krizlerde arabulucu rol oynamaya da başlamıştır. Bu noktada Türkiye özellikle Bosna-Hersek örneğinde olduğu gibi Sırp-Boşnak ve Sırp-Arnavut toplumları arasındaki krizlerin özellikle sıcak çatışmaya dönüşmemesini engellemede büyük rol oynamaktadır.
Sonuç olarak bakıldığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6-8 Eylül’deki Bosna-Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan gezileri her şeyden önce özellikle son yirmi yılda elde edilen süreklilik öğelerinin korunmasına yönelik bir anlam taşıdığı gibi Türkiye’nin Balkanlar’da güçlü bir aktör olduğunun mesajının verilmesidir. Üç ülke nazarında bölge ülkeleriyle kurulan olumlu ilişkilerin güçlenerek sürdürülmesi Türkiye’nin bölgedeki en büyük arzusunu oluşturmaktadır. 2023 seçimlerinin sonuçları ne olur bilinmez ancak Türkiye’nin bölge politikasının önemli bir revizyon geçireceğini anlamak oldukça elzemdir.
Makalenin tamamını okumak için tıklayın