Küresel konjonktürün de ivme kazandırıcı etkisiyle son yıllarda enerji kaynaklarının önemi katlanarak artmıştır.
Özellikle hidrokarbon yataklarının tespit ve işletmesine yönelik faaliyetlerin kurulu ve faal haldeki geleneksel teknolojilerin işlevini sürdürmesi için hızlandırıldığı aşikârdır. Türkiye de gelişen ve büyüyen ekonomik, teknolojik ve stratejik bünyesinin artan talebine karşılık olarak gerek kara alanlarında gerekse denizlerdeki münhasır ekonomik bölgelerinde (MEB), ek olarak da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ruhsat sahalarında araştırma, arama ve keşif faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır.
Bu kapsamda büyük bir potansiyel barındırdıkları konusunda hemen tüm otoritelerin hemfikir olduğu Akdeniz ve Karadeniz’deki aramalar kritik kabul edilerek çalışmalar planlanmıştır. Ancak 462 bin kilometrekareyi bulan deniz yetki alanlarının tamamının taranması çok büyük mali yük getireceği gibi zaman ve kaynak israfına yol açacak, aynı zamanda da sonuç alınamayan sondajların sayılarının artmasından dolayı motivasyon kaybına sebep olacaktır. Böylesi olumsuzlukların önüne geçilebilmesi için arama, keşif ve sondaja yönelik faaliyetlerin daraltılmış alanlara yönlendirilerek daha yüksek potansiyelli sahalarda yoğunlaşması gerekmektedir.
Türkiye’nin Mavi Vatan’daki münhasır ekonomik bölgelerinin tektonik, jeofizik (sismik ve gravite), morfolojik ve stratigrafik verilerini ve bu verilerin muhtelif disiplinlerdeki yorumlarını içeren çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunlar hem jeolojik ve litolojik temel yapısının anlaşılmasında etkin bir dayanak teşkil etmekte hem de deniz tabanlarının strüktüral ve jeomorfolojik karakterlerinin ortaya konmasına katkı sağlamaktadırlar.
Türkiye’nin deniz yetki alanlarındaki hidrokarbon rezervuar ve kapanlarının konumlanabilecekleri jeomorfolojik yapıların belirlenmesine ek olarak diğer yer bilimsel verileri de göz önünde bulundurmak suretiyle daha isabetli ve tutarlı bilgiler üretilmeye çalışılmıştır. Bu sebeple öncelikle ana yapısal morfolojik üniteler haritalandırılmış, daha sonra da farklı çözünürlüklerdeki batimetrik modeller, deniz tabanının karadaki temaslı yapılarının özellikleri ile taban jeolojisi, jeomorfolojisi ve strüktürüne ait verilere dayanılarak yapısal nitelikleri açısından hidrokarbonların kapanlanabileceği birimler ile hidrokarbon rezervuarlarına has göstergeler barındıran morfolojik yapılar belirlenmiştir.
Çalışmanın bir sonraki basamağında daha detaylı jeomorfolojik veriler özelinde odaklanılacak potansiyel rezervuar sahaları belirlenmiştir. Çünkü hidrokarbon istihsali için olmazsa olmaz şartlardan biri rezervuarlar, yani hidrokarbonların toplanabileceği yapısal kabuk birimleridir. Bu birimlerin tespitiyle sondaj öncesi detaylı çalışmaların doğru ve daraltılmış sahalara odaklanması mümkün olacaktır.
Çalışma kapsamında, Türkiye‘nin Akdeniz, Karadeniz ve Marmara Denizi’nde gelecekteki hidrokarbon arama hedef alanlarını keskinleştirmek için bu büyük veri setiyle desteklenen jeomorfolojik tanımlama ve yorumların ışığında yüksek potansiyelli sondaj lokasyonlarına dair öngörü ve çıkarımlar ortaya konmuştur. Her üç denizde de yapısal olarak kapan ve rezervuar sahası olmaya aday yapısal birimlerin bulunuğu ve detaylı tetkiklerin yönlendilmesi için buraların uygun lokasyonlar oldukları anlaşılmıştır.
Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı Tetis sahası Alpin Mobil Kuşağı olarak tanımlanan önemli bir petrol ve doğal gaz havzası konumundadır.
Paleotetis ile Neotetis’in açılıp kapanma süreçlerince de desteklenen Tip-II kerojen içerikli kaynak kaya oluşumu bu sahanın kendine has bir hidrokarbon rezervuar yapısıyla temsil edilmesine yol açmıştır. Bu kuşağın Doğu Akdeniz Havzası olarak tanımlanan bölümünde karadaki işletim sahalarının yanı sıra denizde de Nil Deltası’nın deniz dibindeki kısımları ve İsrail açıklarındaki Leviathan bölgesi gibi önemli hidrokarbon yatakları keşfedilmiştir.
Akdeniz’deki offshore yatakların zenginliğine delil teşkil eden bu tip keşifler sahaya ilgiyi artırmış ve yeni kaynakların keşfine yönelik çalışmaları hızlandırmıştır.
Türkiye de mevcut verilere ek olarak Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin Paşa gemileriyle sismik araştırmalarını sürdürürken Antalya Körfezi ve Taşucu Platosu açıklarında, bunlara ek olarak da KKTC’nin ruhsat sahalarında Yavuz ve Abdulhamid Han derin deniz sondaj gemileriyle sondajlara devam etmektedir.
Ancak henüz kayda değer bir keşif söz konusu olmamıştır. Bu sebeple daha önceki bazı çalışmalarda da vurgulanan ve jeomorfolojik proksileri dikkate alan lokasyonların öncelenmesinin keşif başarı oranını artıracağı düşünülmektedir.
Akdeniz’de tamamen Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi içerisinde yer alan beş potansiyel hidrokarbon sahası bulunmaktadır.
(Dr. Atilla Karataş, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın