Bu yazım ilk olarak Hindistan’da yayımlanan The Times of India gazetesinde çıkmıştır.
***
Orta Doğu’nun bir türlü dinmeyen kanayan yarası Gazze’de, uluslararası diplomasinin yoğun ve bir o kadar da çelişkili çabalarıyla yeni bir ateşkes süreci daha başlıyor.
Ancak bu defaki süreç, öncekilerden farklı olarak, sahnedeki aktörlerin kişisel hırsları, politik gelecekleri ve beklenmedik ittifaklarıyla şekilleniyor. Bu kırılgan barışın mimarları olarak karşımıza çıkan iki isim ise Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan. Bu ateşkes, sadece bombaların susması anlamına gelmiyor; aynı zamanda Washington ve Ankara hattında kurulan, çıkara dayalı ve riskli bir oyunun da başlangıcını işaret ediyor.
Hatırlanacağı üzere, Gazze’de kalıcı barış arayışları yeni bir olgu değil. Daha önceki ateşkes denemeleri, büyük umutlarla başlamış ancak sahadaki gerçekler ve tarafların güvensizliği nedeniyle kısa sürede çökmüştü. Donald Trump’ın henüz resmi olarak göreve başlamadan önce, Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff marifetiyle başlattığı ilk girişim de bu akıbetten kurtulamamıştı. O süreç, beklendiği gibi, kalıcı bir çözüme evrilemedi ve İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalar yeniden alevlendi. Savaş devam ederken dahi Katar’da yürütülen barış müzakereleri hiç hız kesmedi, fakat bu görüşmelerden de somut bir uzlaşı çıkmadı. Geçen ay İsrail’in, müzakerelerin merkez üssü olan Katar’daki Hamas unsurlarını hedef almasıyla birlikte ise diyalog kapısı tamamen kapandı.
Bu tıkanıklığın ardından sahneye yeniden, kendine has “diplomatik” üslubuyla Donald Trump çıktı. Mısır’da başlayan yeni müzakere sürecinde Trump’ın, hedefe ulaşmak için muhataplarını tehdit etmekten çekinmeyen ısrarcı ve baskıcı tavrına bir kez daha tanık olduk. Trump, bu defa oyunu farklı bir stratejiyle kurdu. 20 maddelik kapsamlı bir barış planını masaya sürerken, bir yandan İsrail Başbakanı Netanyahu ile hassas bir uzlaşı diplomasisi yürütüyor, diğer yandan da bölge ülkeleri üzerinde dolaylı bir baskı mekanizması işletiyordu.
Trump’ın bu yeni stratejisinin kilit noktasında ise Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan vardı. Trump, Hamas üzerinde etkili olabilecek, onları masaya oturtup “evet” dedirtebilecek yegâne ülkenin Türkiye olduğunun bilinciyle hareket etti. Bu doğrultuda, geçen ay Erdoğan’ı Washington’a davet ederek, tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde ona övgüler dizdi. Bu davet, Türkiye’deki iç siyasi gelişmeler ve Batı ile yaşanan gerilimler ışığında, uluslararası arenada meşruiyet arayışında olan Erdoğan için reddedilemeyecek bir fırsattı. Beyaz Saray’da ağırlanmak, Erdoğan’ın hem iç kamuoyuna hem de uluslararası çevrelere verdiği önemli bir mesaj niteliğindeydi.

Ancak bu görüşmenin bedeli vardı. Trump, kameralar önündeki övgülerin ardından, kapalı kapılar ardında Erdoğan’dan net bir talepte bulundu: Hamas’ı bitirecek adımları atmasını istedi. “Ben senin için çok şey yaptım, şimdi sıra sende. Hamas’ı barış konusunda ikna etmen lazım” sözleri, dostane bir ricadan çok, üstü kapalı bir ültimatomdu. Bu, Erdoğan için oldukça zor bir pozisyondu. Zira kendisi, Batı’nın “terör örgütü” olarak tanımladığı Hamas’ı yıllardır açıkça destekleyen, uluslararası platformlarda adeta avukatlığını üstlenen bir liderdi. Ancak Trump’ın baskısı ve sunduğu siyasi fırsatlar ağır bastı. Erdoğan, tüm ağırlığını koyarak Hamas’ı bu plana razı etti ve örgütün tasfiyesine yol açacak sürecin başlamasını sağladı. Bu, Erdoğan’ın dış politikasındaki keskin “U dönüşlerinden” bir başkasıydı. Fakat Trump’ın kamuoyu önündeki övgüleri sayesinde, bu dönüşü Türkiye kamuoyuna diplomatik bir zafer olarak sunmayı başarıyor. Netice itibarıyla, bu yeni ateşkesin mimarı en az Trump kadar Erdoğan oldu.
Peki, şimdi ne olacak? Bu ateşkes ne kadar kalıcı olabilir? Öncelikle, Netanyahu gibi şahin bir liderin bu plana “evet” demesi, planın hazırlık aşamasında İsrail’in de parmağı olduğunu ve kendi çıkarlarına uygun maddeler içerdiğini düşündürüyor. İsrailli esirlerin serbest bırakılması, İsrail’in Gazze’nin bir bölümünden çekilmesi ve bölgedeki sivillere yönelik insani yardımların önünün açılması gibi maddeler, kuşkusuz olumlu ve önemli adımlar.
Ancak planın kırılganlığını gösteren pek çok belirsizlik de mevcut. Gazze’nin yönetiminin ne kadar süreyle ve ne ölçüde uluslararası bir komisyon tarafından üstlenileceği meçhul. Bu geçiş sürecinde Hamas’ın gerçekten silah bırakıp bırakmayacağı, siyasi bir yapıya dönüşmeyi kabul edip etmeyeceği en kritik soru işareti. Rehineleri serbest bırakıldıktan sonra İsrail’in, Hamas’ın varlığını tamamen ortadan kaldırma bahanesiyle Gazze’ye yönelik saldırılarına yeniden başlamayacağının bir garantisi yok. Tüm bu unsurlar, ateşkesin pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteriyor.
Bu defa diğerlerinden farklı olan temel dinamik, Erdoğan’ın kişisel olarak Trump’ın yanında bu sürecin bir parçası olmasıdır. Erdoğan, adeta Hamas’ı siyaset sahnesinden silecek adımları bizzat atıyor, şu ana kadar bunda başarılı olduğu da söylenebilir. Ancak bu, her şeyin sonu değil, belki de yeni ve daha karmaşık bir dönemin başlangıcıdır. Başta Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri, yıllardır başkenti Doğu Kudüs olan ve 1967 sınırlarına dayanan bağımsız bir Filistin devleti umudunu korusa da, sahadaki yeni gerçeklikleri de zımnen kabul etmiş durumdalar. Gazze’nin yönetiminin uluslararası bir komisyona devredilmesi, Filistin sorununun geleceği üzerinde derin etkiler yaratacaktır.
Kim bilir, belki de kalıcı bir barış beklerken, Gazze’yi yönetecek bu uluslararası komisyonun kendisi kalıcı hale gelir ve Filistin davası bambaşka bir yola evrilir. Zaman gösterecek.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
