İsmail Boy
06 Ekim 1981 günlerden Salı, sabah iş yaptığımız kuruluşa gitmek üzere Trablus’ta kaldığım otelden taksiye bindim. Gideceğim yer yaklaşık 10 kilometre mesafedeydi, yolumuzun üzerinde Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin sarayı bulunuyordu, buradan her geçişimde saray bahçesinin büyük duvarları boyunca belirli aralıklarla duran asık suratlarındaki ciddiyet ile nöbet tutan Libyalı genç askerleri görürdüm. O gün öğlene doğru işimi bitirip otele doğru dönerken yine aynı sarayın önünden geçtim ama bu kez askerlerde bir gariplik vardı, hepsi nöbet tuttukları kulübelerinden çıkmış, bazıları bir araya gelip ellerindeki silahlar ile havaya ateş ediyorlardı, o esnada oradan geçmekte olan araçlar da korna çalarak onlara eşlik ediyorlardı.
Arap şoförüm gülerek bir şeyler söyledi ama hiçbir şey anlamadım, otele geldiğimde lobide insanların televizyonun başına toplanmış olduğunu gördüm. Herkes son derece mutlu, sevinç içinde birbirlerini kucaklıyordu. Ekranda tekrarlanan görüntülerde Mısır lideri Enver Sedat’ın o sabah Kahire’deki bir stadyumda Mısır ordusunun Süveyş kanalını geçmesinin 8’nci yıldönümü törenindeki resmi geçitte kendi subayları tarafından düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmesi vardı.
Televizyonda bir nokta hemen dikkatleri çekiyordu: O güne kadar ekranın köşesindeki Orta Doğu haritasında yeşil renkte gösterilen Arap ülkeleri içinde tek başına siyah renkte duran Mısır da artık diğer Arap ülkeleri gibi yeşile dönmüştü.
Kısa bir sürede halk caddelere döküldü, yollarda bir sürü araç belirdi ve hep birden kornaları çalarak suikastı kutlamaya başladılar, sokaklarda daha önce görünmeyen gençler bindikleri araçlardan yarı bellerine kadar sarkmış, ellerinde yeşil bayraklar ile çılgınca bağırıyorlardı. Olayı bilmeyen yabancı biri Libya’nın Afrika kupasını falan kazandığını, o nedenle bu insanların sokaklarda kutlama yaptıklarını zannederdi.
Doğrusunu isterseniz korkmuştum, resepsiyondaki görevli ülkede 3 gün bayram tatili ilan edileceğini söyler söylemez artık bu şehirde daha fazla kalmanın gereksiz olduğuna karar verdim. Hemen otelden çıkıp biletimi değiştirebileceğim bir seyahat acentesi aradım, yol boyunca evlerden ve işyerlerinden milli marş olduğunu tahmin ettiğim müzik sesleri geliyordu ama öylesine yüksek volümde çalınıyordu ki sokakta yürüyen iki insan birbirini duymakta zorlanırdı.
Yeşil Meydan’a vardım, normal zamanlarda araçların girmesinin yasak olduğu, etrafından dolaşılarak geçilen bu alan şimdi arabalar ile dolmuştu. İnsanlar araçlarını lunaparklardaki çarpışan otomobiller gibi hiçbir kurala uymadan sürüyorlar, bazen birbirlerine sürtünüyor veya dokunuyorlardı ama araçtan inmeden biraz geri manevra ile tekrar kornalarını çalıp ellerindeki bayrakları sallayıp, bağırıyor ve araçlarını sürmeye devam ediyorlardı.
Dünyanın başka bir köşesinde örneğin Rio Karnavalında veya Münih Bira Festivalinde ya da herhangi bir köşesinde yapılan kutlamalarda böyle bir çılgınlığın yaşandığını sanmıyorum, burada sanki bütün bir ulus cinnet geçiriyor gibiydi.
Bulabileceğim ilk uçak ile Trablus’tan ayrılmak niyetindeydim, karşıma çıkan ilk seyahat acentesine girdim, içeride birkaç yabancı müşteri daha vardı, anlaşılan onlar da benim gibi korkmuş ve bir an önce buradan ayrılmayı düşünmüşlerdi. Bir köşede Türkçe konuşan iki kişi gördüm, Aytaç Bey ile orada tanıştık. Yanındaki de onun şirketinden ama Libya’da çalışan ve Arapça bilen biriydi, o da bu olaylar nedeniyle biran önce Türkiye’ye dönmeye karar vermişti. Dönüş için ikimiz de akşam kalkacak Zürih aktarmalı İstanbul uçağına biletimizi aldık, havaalanında buluşmak üzere ayrıldık.
Aytaç Bey ile uçakta biraz sohbet ettik, Libya’da inşaatları olan büyük bir grubun dış ticaret firmasında genel müdürlük görevini yürütüyordu. Sohbetin ortak konusu ihracat yaptığımız ülkeler oldu, Libya pazarın Orta Doğu’nun en zor pazarlardan biri olduğu konusunda hemfikirdik. Bir ara İran pazarı ile ilgilenip ilgilenmediğimi sordu, İran pazarına dair hiçbir fikrim yoktu. Kendisinin birkaç defa Tahran’a gittiğini, çok güzel işler yaptıklarını ve arzu edersem bir sonraki sefere birlikte gidebileceğimizi söyledi.
Türkiye’ye döndükten sonra Libya’da takılan paralarımızın ödemesi gerçekleşti ama Libyalıların kendi istekleri ile değil. Bizim gibi Libya’ya ihracat yapan firmaların ve buradaki bazı müteahhitlik firmalarımızın hak ettikleri paraları tahsil edememelerine ilişkin şikayetler artınca, Türk Hükumeti, Libya hükumeti ile barter (takas) anlaşması yapmış ve Libya’dan satın aldığı petrolün ödemesinin bir kısmı bu alacaklara saydırmıştı, bu vesile ile bizim paralarımız da Merkez Bankası aracılığı ile ödenmiş oldu.
Libya pazarı artık bir süreliğine gündemimizden çıkmıştı, yeni bir pazar arayışı ile İran’a gitmeye karar verdim.
İran pazarında yaşanılanları da başka bir yazıda sizlerle paylaşmaya çalışacağım…