Lev Nikolayeviç Tolstoy bir ekim gecesi dönmemek üzere evini terk etti. Dünyanın en ünlü kişisi, Kont Tolstoy sıradan elbiseler içinde gizlice arabaya bindi ve uzaklaştı.
Son zamanlarda sürekli tartışma yaşadığı karısı Sofiya’ya şunları yazmıştı:
“Gidişim sana acı verecek, üzgünüm, bana inan ve başka türlü yapamayacağımı anla. Benim evdeki durumum çekilmezdi ve çekilmez oldu. Öteki nedenlerin yanı sıra, şatafatlı koşullar içinde, eskiden olduğu gibi, yaşamayı sürdüremedim ve benim yaşımdaki ihtiyarların göreneğine uyarak, dünyayı terk edip, yaşantımın son günlerini sessizlik ve yalnızlık içinde geçirmek istedim…”
Fakat Tolstoy’un 82 yaşında ayrıldığı Yasnaya Polyana’daki bu ev öyle sıradan bir yer değildi. Doğduğu, bahçesinde oynadığı, kırlarında dolaştığı, ava çıktığı, köylülerin derdini dinlediği, baba yadigarı bir yerdi. Tolstoy iki yaşında annesini, dokuz yaşında babasını kaybetmişti. “Sevginin manevi gücünü onda buldum” dediği teyzesi büyütmüştü onu. Kazan Üniversitesinde doğu dilleri ve daha sonra hukuk eğitimini yarıda bırakıp, kendi kendini eğitmek ve yazar olmak üzere döndüğü yerdi terk ettiği ev.
Tolstoy başarmıştı. Çok büyük bir yazar olmuş hatta dünyanın en ünlü kişisi haline gelmiş ama ruhundaki fırtınalar dinmemişti. Hayatın anlamını sorguluyor, felsefecilerle, bilim adamlarıyla konuşuyor ama sorularına yanıt bulamıyordu. Farklı dini görüşler benimsemiş, Tanrı ile insan arasında aracılığa gerek olmadığını düşünmüş, kiliseyle ters düşerek aforoz edilmişti. Devleti, çarları da eleştiriyor, savaşa, şiddete, baskıya karşı çıkıyordu. Tolstoy hayatı boyunca hep arayış içinde olmuş, sonunda sevgi ve sadeliğin gücüne inanmıştı.
Michel Aucouturier, Tolstoy’un güncesi için şöyle diyor:
“Tolstoy’un güncesi, bir kavganın, sürekli bir hoşnutsuzluğun ve sürekli bir kendini aşma gereksinmesinin kesin tanıklığını belirtir.”
Evet Tolstoy için büyük bir yazar olmak, zengin ve ünlü olmak önemli değildi. Hatta bencil ve kibirli yazarlar dünyasını kıyasıya eleştiriyor, insanlık için bir şeyler yapmak gerektiğini söylüyordu.
Evine sürekli ziyaretçiler geliyor, müritleri çoğalıyordu. Tolstoy ailesinin de basit yaşaması ve lüksü terk etmesi gerektiğini düşünüyordu. Fakat karısı Sofiya ile sert tartışmalar yaşıyorlardı. Tolstoy’un eserlerinin telif haklarını bir kuruluşa devretmek istemesi ipleri iyice germişti.
Tolstoy’un özellikle 50’li yaşlardan sonra yaşadığı sıkıntılara ve arayışına anlam veremeyen Sofiya 1882’de ona yazdığı bir mektupta şöyle diyor:
“Seni çok sık düşünüyorum ve içim sızlıyor çünkü mutlu değilsin gibi geliyor bana. Senin için kaygılanıyor ve bir tür şaşkınlık duyuyorum. Niçin? Hangi nedenle?”
Ruhunda fırtınalar esen büyük bir yazarın karısı olmak kolay değildi belli ki. Yazarın 48 yıllık hayat arkadaşı Sofiya 13 çocuk doğurmuş, Tolstoy’un en büyük yardımcısı olmuştu. Tolstoy’un yazdıklarını temize çeken, zaman zaman da ona fikir verendi Sofiya. Tolstoy kağıt israf etmeyi sevmezdi. Kağıdın her tarafını notlarla, çiziklerle, ilavelerle doldururdu. O yüzden yüzlerce sayfalık romanlarını temize çekmek öyle kolay bir iş değildi. Sofiya bunu zevkle yapıyor, ona yardımcı oluyordu. Gerilip üzüldükleri çok oluyordu ama aralarında önemli bir sevgi bağı da vardı. Sofiya zaman zaman dert yanıyor, kıskanıyor, kızdığında da günlüğüne yazıyordu.
Günlüğüne şunları yazmış bir ara:
“Beni üzen ve küçük düşüren bu sevgi, onu tedirgin ediyor. O, kendi kendini yetiştirmeyle ilgili fikirlere ve Hristiyanlığa inanıyor. Bunu kıskanıyorum.”
Sofiya’nın kıskançlık duyduğu kişilerden biri Tolstoy’un evlenmeden önce kendisinden bir çocuğu da olan Aksiniya adındaki köylü kızıydı. Tolstoy ile farklı bir dostluk ilişkisi bulunan ve Savaş ve Barış’taki Nataşa’nın esin kaynağı olduğu bilinen kardeşi Tanya Behrs’i de kıskanıyordu Sofiya. Halkla olan ilişkisini bile kıskanıyordu. Evine gelip giden, Tolstoy’la yakın muhabbet kuran Çertkov gibilerindense hoşlanmıyordu hiç.
Tolstoy ise özellikle son yıllarında çok önem verdiği düşüncelerine kayıtsız kalmasına çok kızıyordu Sofiya’nın. Şöyle yazmış günlüğüne:
“Böyle yaşayamayacağımı ve yaşamak da istemediğimi bir anlasalar artık, özel giysili uşaklarla çevrilmiş, gümüş tabaklar içerisinde dört türlü yemek ve bütün bu gibi gereksiz şeylerle ve başkaları kendileri için en gerekli şeyleri bile bulamadıkları halde… Oysa hepsi onlardan bir tek fedakarlık beklediğimi biliyor: Yalnızca lüksten vazgeçmelerini, Tanrı’nın, insanların arasında egemen olmasını istediği eşitliğe karşı işlenmiş korkunç bir günahtan başka bir şey olmayan şu lüksten vazgeçmelerini istiyorum sadece. Ne yazık ki, yatağımı ve hayatımı paylaşan karım, düşüncelerimi de aynı şekilde paylaşacak yerde onlara düşman kesiliyor…”
Sofiya, Tolstoy’un evi terk ettiğini öğrendiğinde kendini göle attı. Kurtarıldı ama birkaç kez intihar girişiminde bulundu.
Tolstoy ayrıldığı evinden birkaç parça eşya almıştı. Optina Manastırına kardeşi Mariya’yı görmeye gidiyordu. Daha sonra herkesin kendisini aradığını öğrendi. Yolunu değiştirip Bulgaristan’a gitmek istedi. Kızı Aleksandra onu ikna etti. Hep beraber trene binerek geri dönüyorlardı. Astapavo’ya geldiklerinde tren garı şefinin evine geçti. Ciddi şekilde zatürre olmuştu.
Tolstoy’un yanında kızları Tatyana ve Aleksandra ile oğlu vardı. Sofiya da yetişmiş ama kocasını görmesine izin verilmemişti. Tolstoy bilincini yitirdikten sonra yanına karısının gelmesine müsaade edildi. Kızı Tatyana Tolstoy anılarında şunları yazıyor:
“Annem yaklaştı, baş ucuna oturdu ve üstüne eğilerek ona veda etti. Suçlu olduğu her şey için bağışlanmasını yalvararak, sevecenlik dolu ve gönül okşayıcı sözler mırıldandı. Aldığı tek yanıt, birkaç derin iç çekmeden ibaretti.”
20 Kasım 1910’da hayata veda etti büyük yazar. Çocukken oynadığı Yasnaya Polyana’daki tepeye gömülmek istemişti.
Ölümünden dört saat önce, kalp krizi doruğa çıktığında Tolstoy’un kızı Tatyana odadaydı. Tolstoy onun elini tuttu, ona doğru bastırdı ve şöyle dedi: “Pekala, bu son. Hepsi bu.”
Tolstoy’un cenazesine köylüler akın etti. 100 kişilik koro “Ebedi Hafıza” şarkısını söyledi ve tabutu siyah paltolu yaklaşık 10 bin kişilik bir alay izledi. Rus halkı onu bağrına basmıştı. Ne çarlar ne komutanlar ne de başka yazarlar böyle bir sevgiye mazhar olabilmişti. Çünkü büyük yazar, Kont Tolstoy halka, sadeliğe ve sevgiye doğru yürümüş, Rusya’nın ruhu olmuştu.
Astapovo İstasyonu Tolstoy’un kaderine şans eseri bağlanmıştı. Şimdi oradaki saat hep 06.05’i gösteriyor.
Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.