Boston şehrini görmeye hep heves ediyordum da ancak fırsatını buldum. Gittim, gördüm, beğenmedim. “Niye” demeseniz de anlatacağım.
Boston demek Harvard Üniversitesi demek. Obama dahil ABD’nin 8 başkanının mezun olduğu Harvard da bence hukuk demek. Harvard, ABD’nin Ivy League (Sarmaşık Ligi) denilen prestiji en yüksek 8 üniversitesinden biri. Ben beğensem ne olacak, beğenmesem ne?
Siz de benim gibi parantez içi sarmaşık ligini merak ettiyseniz laf sahiden de futbol liginden geliyormuş. 1950’lerde 8 üniversitenin başkanları bir toplantı yapıp “Sarmaşık Yeşili Anlaşmaları (Ivy Green Agreements)” imzalayarak üniversiteler arası futbol ligini kurmuşlar. Zamanla “Sarmaşık Ligi” söz konusu 8 üniversitenin çatı adı gibi algılanır olmuş.
Tümü özel üniversite olan ve yıllık 50 bin doların üstünde ücretler ödemeyi gerektiren bu 8 üniversiteden birini bitirmek neredeyse bütün kapıları açıyor. Bunlar harf sırasıyla: Brown, Colombia, Cornell, Dartmouth, Harvard, Princeton, Pennsylvania ve Yale. Bunlara girmenin epeyce zor olduğu, sadece en başarılı öğrencilerin kabul edildiği biliniyor. Ancak dedikodular da hiç bitmiyor: Ön kapıdan yetenekli, çalışkan ve de zengin çocuklar girerken, aileleri büyük bağışlar yaptığında zengin ama yeteneksiz çocukların da arka kapıdan alındığı söyleniyor.
Sonuçta burası Amerika: Parayı verenin düdüğü çaldığı ülke…
Benim beğenmeyişimin nedeni de sanırım beklentimin yüksekliğinden. Gösterişten kaçınmalarıyla ünlü İngilizlerin Oxford ve Cambridge Üniversite kampüslerini görmüş biri olarak, gösterişte önde giden Amerikalıların bu en ünlü okullarının kim bilir nasıl bir kampüsü vardır beklentisi ile gittim. Veee foss diye söndü beklentim. Ne kampüsü, şehrin göbeğine sıkışmış bazı binalardan ibaret Harvard. Üstelik binaların içini de göremedim. Oxford’da tur satın aldığımda bütün okul binalarına sokup bir tarihçi kadar ayrıntılı biçimde anlatmışlardı. Oysa Harvard turunu öğrenciler yaptırıyor ve binaların kapısının önünde anlatıveriyorlar. (Üstelik bahçeyi süpüren ve tamir eden birçok aletin yüksek volümlü gürültüsü de eşlik etti bizim orada olduğumuz zaman dilimine.) Ana kampüsün bahçesinde atılan bu turda anlatılanları evde oturup rahatça okumak da mümkündü. Ayrıca üniversite bahçesi dediğinin bir özelliği, bir güzelliği, bir estetiği olur. Heykellerle sanat eserleriyle dolu olur. Yok canım, doğru dürüst tek heykel Harvard beyefendininkiydi. Turistler sıraya girip heykelle fotoğraf çektiriyordu ama ben çektirmedim. Tepkimin nedeni var elbette…
John Harvard 1607’de Londra’da doğmuş. 1635’de Cambridge Üniversitesinden mezun olduktan hemen sonra ABD’e göç edenlere katılmış. 1636’da bu göçmenler Massachusett Körfezi’nde “Yeni İngiltere” kolonisini oluşturduğunda, bir okul kurulabilsin diye 400 sterlin bağış yapmış. 1637’de Goodman Peyntree diye bir adamdan satın alınan bir dönüm arazinin içindeki bir evde kurulmuş okul. Bir sene sonra bu okula “Cambridge” adı verilmiş. İstanbul’da Boşnakların kurduğu “Yeni Bosna” gibi, isimlendirmeleri vatan özlemine dayalı anlaşılan.
Amerika’ya göçen İngilizler de Boşnaklar gibi dini nedenle vatanlarını terk etmiş. Toplam 17 bin Puritan göç etmiş Yeni (!) İngiltere’ye. Nedeni de 1. Elizabeth’in dinde reform yapmaya çalışması. Puritan tarikatı “biz reform istemeyiz” deyip kraliçeye karşı ayaklanınca çıkan çatışmada uzun süre direndilerse de sonunda yenilip ülkelerinden olmuşlar. Göçmelerinin nedeni dinsel çatışmaya dayandırılıyorsa da her dini çatışmanın aslen bir parasal çatışma olduğunu da göz ardı etmemek lazım.
1638’de genç yaşta veremden ölen John Harvard’ın 400 kitaptan oluşan kütüphanesi ve 770 sterlini de okula kalınca okulun adı da “Harvard Kolej” olarak değiştirilmiş (1639).
Okulun yöneticisi, hocası hatta kurucusu bile olmayan John Harvard sadece bağış yapmış olan bir din adamı. Puritenlerin kurduğu bu okulda oldukça sıkı bir din eğitimi vermek amaçlanmış. Okul dört yıl sonra 9 öğrenci ile ilk mezunlarını vermiş. Ayrıca birinci okul daha mezun bile vermeden 1640’ta ikinci bir okul daha açmışlar “Harvard Indian Okulu” adıyla. Indian dedikleri bizim Kızılderili dediklerimiz. Anlaşılan bu kökten dinciler kendi dinlerini öğretmek ve yaymak amacıyla bir yandan kendi çocuklarını eğitirken, bir yandan da işgal ettikleri toprakların yerlilerini hedeflemişler. Ancak bu okul için yetenekli yerli çocuk bulmakta ve eğitimi sürdürmekte öyle zorlanmışlar ki bu ikinci okul da ilk seferinde sadece 1 yerli delikanlıyı mezun edebilmiş.
17. yüzyılda üstelik göçmen bir topluluğun kıt kanaat olanaklarla kurduğu düşünülünce az başarı sayılmaz ama 2 ayrı okulda dört yıllık eğitim sonucunda 9 +1 mezun da pek göz doldurucu gelmiyor insana.
“Veritas Christo et Ecclesiae (İsa’ya ve Kiliseye Güven)” Harvard okulunun baştan beri sloganı olmuş, hâlâ hemen her köşede yazılı. Eğitim hep çok sıkı ve hep din temeline dayalı. Ancak zamanla sıkı dini eğitim tavsamaya ve liberal yöneticiler de görev almaya başlamış. Özellikle Amerikan Bağımsızlık Savaşı çıktığında (İngiltere ile göbek bağlarını kesmek isteyenler ayaklandığında) 7 mezunu öldürülen bu okulda da taşlar yerinden oynamış. Tutucularla reformistlerin kapıştığı alanlardan birine dönüşmüş.
18. yüzyıl, okulun Yunan felsefecilerle ve bilim adamlarıyla tanıştığı döneme denk geliyor. Bugünkü Amerikan politikasının tahterevallisini oluşturan Cumhuriyetçi ve Halkçı partilerin tohumları da o günlerde Harvard’da atılmış.
19. yüzyıl başlarında artık çoktan “Özel Üniversite” niteliği kazanmış ve zenginlerin çocuklarını gönderdiği okul olarak nam salmış olan Harvard, tutucu rakipleri Princeton ve Yale üniversitelerine göre daha liberal ve daha demokratik kabul ediliyormuş. Bunun kanıtı da 1870 yılında ilk kez bir Afrika kökenlinin, 7 sene sonra da bir Yahudi’nin okuldan mezun olması olarak anlatılıyor. Ve elbette sadece erkeklerin eğitiminden söz ediyoruz.
1879’da kızlar için kardeş okul olarak Radcliffe Koleji kurulmuş. Bu okulun binaları erkeklerin binaları ile komşu bile değilken hocaları aynıymış. Sabah erkeklere ders anlatanlar, öğle yemeğinden sonra kız okuluna gidip aynı dersleri kızlara biraz daha basitleştirerek tekrarlıyorlarmış. Uzun süre sistem böyle işlemiş.
2. Dünya savaşı sırasında Harvard ülke çapındaki 131 okulla birlikte Deniz Kuvvetlerine ayrılmış. O sırada Amerika, Hitler Almanya’sının güçlü denizaltılarına doluşup Atlas Okyanusu’nu aşarak ani bir baskınla ülkelerini işgal edeceği paranoyasına öyle kapılmış durumda ki varını yoğunu Deniz Kuvvetlerini geliştirme ve güçlendirmeye ayırmış durumda. Bütün iyi okullarının denizci askerlerin emrine verilmesi o nedenle. O dönemdeki istihbarat eksikliğini pahalı ödemiş Amerika…
Dünya savaşı bitip paranoya sonlandığında Harvard da kendine çeki düzen vermiş ve yeni kurallar konmuş. Azınlıklara, işçi sınıfına ve hatta başka ülke vatandaşlarına okula girme şansı tanınmış. 1960’larda bir Yahudi bile işe alınmış (!)…
1945’te ilk kez Harvard Tıp Fakültesine kız öğrenci de kabul edilmiş.1945 kızlar için çok kritik çünkü Radcliffe okulundaki kızlar ilk kez Harvard binalarına da alınmış. Nedeni Harvard delikanlılarının savaş için askere alınması yüzünden hocaların ana binada ders anlatacak öğrencileri yokken kız okuluna gitmeye üşenip “onlar buraya gelsin” demeleri. Ancak 1979 tarihine kadar kızların diploması Harvard değil Radcliffe olarak düzenlenmeye devam etmiş.
20 milyon basılı ya da dijital kitaba ev sahipliği yaptığı söylenen, 460 dilde eserler barındıran ve dünyanın en büyük akademik kitaplığı olarak geçen Harvard Kütüphanesi’ne de değinmeli çünkü John Harvard’ın kitapları ile okulla birlikte kurulan bu kütüphanenin kaderini Titanik gemisi belirlemiş.
Titanik’in lüks kamarasında seyahat eden Harry Elkins Widener, henüz 27 yaşında olan bir iş adamı ve kitap koleksiyoneriymiş. Harvard’dan 1907 yılında mezun olan Harry babasıyla birlikte Titanik’te ölmüş. Bu faciadan sağ kurtulan annesi Elanor, okulun kütüphanesine 2 milyon dolar bağışlamış. Kendi zevkine göre devasa bir kütüphane binası yaptıran Elanor 2 şart koşmuş. Birincisi, her ne olursa olsun binanın bütünlüğüne dokunulmayacak, ekleme çıkarma falan yapılmayacakmış. Oysa kütüphane zamanla büyüdükçe büyümüş. Görünür ekleme yapamayan yöneticiler çözümü yeri kazıp alt katlar inşa ederek çözmüşler. İkinci şartı da Harvard’dan mezun olacak her öğrencinin mutlaka yüzme biliyor olmasıymış. Bu şart yüzünden mezuniyet öncesi öğrenciler yüzme sınavını da geçmek zorundaymış. Elanor’un bu şartının nedeni oğlunun yüzme bilmemesiymiş. Gemi batarken “kamarada kitaplarım kaldı” diye içeri girip sular yükseldiğinde yüzemediği için geri çıkamadığı kanısıyla her mezun mutlaka yüzebilsin istemiş. İsteği uzun süre yerine getirildiyse de yakın zamanda bu kural kaldırılmış.
Bu olağanüstü kütüphanede bir oda Harry için çalışma odası olarak ayrılmış. Sadece aile üyelerinin girebildiği bu özel odadaki çalışma masasının üzerinde açık duran İncil’in bir görevli her gün bir sayfasını çevirirmiş.
Bırak özel odayı, kütüphanenin kapısından bile giremeyince Harvard heykeli ile de fotoğraf çektirmedim. Çünkü Harvard’a ait bütün kayıtlar eski okul binasıyla birlikte yandığı için adamın neye benzediğini bilen yokmuş. “Karizmatik adamdı” diyerek kafadan atma yakışıklı bir heykel yapmışlar. Millet de önünde yığılmış, sadece fotoğraf sırasına girmiyor, bir de ayakkabısının burnunu okşuyor. Şans getiriyormuş da…
Boston’u Boston yapan Harvard’ın bendeki hikayesi böyle. Boston negativizmimin diğer yarısı ise bir sonraki yazıda…
Fotoğraf: Wikipedia