Sıradan biri olmadığı ilk bakışta anlaşılırdı. Anadolu yontularına benzeyen tunç yüzünde gözleri alev alev yanar, bitmek tükenmek bilmeyen yüreğindeki volkan ateşini sözcüklerle dışa vururdu.
Ne yaptığını, ne istediğini, nereden geldiğini, nereye gittiğini bilen Ahmed Arif, gücünü toplumun katmerli acılarına mahkum olmuş halktan alıyordu. Anlı şanlı üniversitelerde okumuş çoğu aydınımızda görülen “kültür yozlaşması” Ahmed Arif’te yoktu.
Ahmed Arif, bir mücevher ustasının ince ve titiz işçiliği gibi, sözcükleri akıl laboratuvarında yoğurur, sonra fırına verir pişirirdi. Halkın tarlada, bağda bahçede, kahvede, meyhanede, mahpushanede, genellikle hiç tartıp düşünmeden, bir bardak soğuk su içercesine sarf ettiği sözcükleri şiirleştirirdi:
“Akşam erken iner mahpushaneye
İner yedi kol demiri,
Yedi kapıya,
Birden ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç dal menekşe…”
Türk şiirinin önemli isimlerinden biridir Ahmed Arif.
31 yıl olmuş gideli…
Hayatta iken yayımlanmış tek şiir kitabı; “Hasretinden Prangalar Eskittim”dir. 1968 yılında yayımlandı kitap, 26 baskı yaptı. Her şaire nasip olmayan bir büyük başarıdır bu.
Ölümünü ardından çok yazılar çıktı.
Ahmed Arif’i en güzel anlatan (bana göre) İlhan Selçuk’tur:
– (…) Homeros’u ne zaman okusam soluğum kesilir, ürperirim. Binlerce yıl öteden çağları aşarak gelen sözcüklerdeki yüklemlerin altında ezilirim; bir kez, bir kez daha okurum: Çanakkale’de Troya Savaşı.
Kaç bin yıl geçti aradan?
Troya’daki yaşam arkeoloji oldu. Homeros yaşıyor.
Ahmed Arif, Homeros’un soyağacında damarlarına şiirin öz suyu süzmüş bir daldır. O da Anadolu’da yaşayan bir savaşın destanını yazmıştır. Tek kitapla edebiyat dünyamıza çeki taşı gibi oturmuştur. Toplumcu bir şairdir Ahmed Arif. Bu kimliğini unutmamak gerekiyor. Bir savaşımın eriydi o. O savaşımın başarısıyla toplumculuk, insanın benliğine ve yaşadığımız düzene sinse de Ahmed Arif’in şiirleri sürecek.
Troya Savaşı çoktan bitti.
Homeros yaşıyor…
“Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım.
Hayın, karanlıktı gece
Can garip, can suskun,
Can paramparça.
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…”
Bu yazıyı yazarken durdum, düşündüm.
Neredeydi o ilk gençliğimde elimden bırakmadığım, “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı kitap?
Aradım, kitaplığımın bir köşesinde buldum onu.
Bir solukta karıştırdım sayfalarını…
Ve ilk sayfalara, yıllar, yıllar önce düştüğüm notlara gözüm ilişti.
Okudum tekrar o notları, iki dizenin altını kırmızı kalemle çizmişim:
“Yokluğun cehennemin öbür adıdır,
Üşüyorum kapama gözlerini…”
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.