Tarzan, Edgar Rice Burroughs (1875-1950) tarafından yaratılmış bir roman kahramanıdır.
Tarzan, yıllar içinde salt kurgusal bir karakter olmanın ötesine geçerek, dil bilim alanında bir dizi düşündürücü soruya kapı aralamış ve bazı geleneksel varsayımlara farklı bir perspektif getirmiştir. Örneğin dil, hem biyolojik hem de genetik faktörlerin etkisiyle mi gelişir, yoksa daha çok kültürel yapının etkisiyle mi? Ya da hiç insan sesi duymadan ormanda büyüyen Tarzan nasıl dil edinebilir?
Esasen bugün gelinen noktada genetik mirasın, dil öğrenme kapasitesini belirlediğini, çevresel ve kültürel etkilerin ise hangi dili konuşacağımızı şekillendirdiğini biliyoruz.
Dilin biyolojik, genetik, biyogenetik ve dış etken boyutları bağımsız değil, birbirini tamamlayan ve etkileyen unsurlardır. Bu nedenle, dilin çok boyutlu değerlendirilmesi daha yapıcı olacaktır.
Bu bakış açısı, dilin genetik ya da toplumsal bir yapı olmanın ötesinde, bireyin çevresiyle etkileşim kurmasının temel aracı olduğunu vurgulayan bir anlayışı destekler. Bu bağlamda Tarzan’ın kurgusal yaşamı, dil ve iletişimin kökenlerine dair bir inceleme yapma olanağı sunar.
Tarzan’ın maceraları, kültürel etkilerden yoksun bir ortamda iletişimin nasıl gelişebileceğini sorgulayan bir deney olarak değerlendirilebilir. Tarzan’ın kendi iletişim sistemini oluşturma süreci, dilin doğuştan mı geldiği yoksa çevreyle mi şekillendiği gibi soruları gündeme getirmiş ve dil bilim ile antropoloji gibi disiplinler için esin verici bir tartışma konusu olmuştur.
Tarzan’ın hayvanlarla çevrili bir ekosistemde kendi iletişim düzenini kurma süreci, dilin çevresel faktörlerle olan ilişkisini ve evrenselliğini anlamak açısından değerli bir linguistik kaynak teşkil eder.
Fransız düşünür Jean-Baptiste Lamarck’ın evrim teorisindeki “ihtiyaç organ üretir” ilkesine uygun olarak, Tarzan yaşadığı koşulların bir sonucu olarak kendi ihtiyaçlarına göre bir iletişim biçimi geliştirmiştir.
Kurgusal bir karakter olmasına karşın, Tarzan’ın bu sıra dışı yabani ekosistemde hissettiği iletişim kurma ihtiyacı, dilin evrensel doğasını anlamak açısından önemlidir.
Tarzan’ın birbirini anlamaya odaklı basit ve pratik iletişimi Türkiye’de “Tarzanca” olarak bilinir. Bu iletişim şekli, genellikle günlük konuşmada ilkel ve anlaşılması zor konuşmaları tanımlamak için kullanılır. Dil bilgisi kuralları dikkate alınmadan “sen var içmek, ben var yemek” diye konuşulur. “Tarzanca” kavramı, iletişim kurmak zorunda olan kişinin, mevcut dil becerileri yetmese bile, bunun için bir yol bulduğunu ve hatta insan olmayan varlıklarla bile etkili bir iletişim kurabileceğini ifade eder.
Tarzan’ın öyküsü, ailesinin gemideki isyancılar tarafından öldürülmesinin ardından, bir sandık içinde Afrika kıyılarında okyanusa terk edilmesiyle başlar. Dalgaların onu sahile sürüklemesi sonucunda bir grup goril tarafından bulunur ve kendi yavrularından biri gibi büyütülür.
Bu süreçte Tarzan, gorillerden sarmaşıklarla ağaçtan ağaca geçme, iz sürme, kendini gizleme ve sosyal bağ kurma gibi sağ kalma tekniklerini öğrenir. Ayrıca, gözlem ve taklit yoluyla yiyecek arama gibi beceriler kazanarak doğal ortama uyum sağlama yeteneğini geliştirir.
Ormanın derinliklerindeki bu olağanüstü bağ, Tarzan’ı içgüdüleri insan aklıyla birleştiren güçlü bir figüre dönüştürür. Kuş cıvıltıları, yaprak hışırtıları, rüzgâr fısıltıları ve maymun çığlıkları gibi doğadan yansıyan sesler ve beden dili, onun iletişiminin temelini oluşturur.
Tarzan, bebeklikten hatırladığı birkaç İngilizce sözcüğü Afrika’nın Mangani diliyle harmanlayarak ve doğanın seslerini taklit ederek kendi cümlelerini oluşturuyordu. Mangani dilinde “Tarzan,” “Beyaz Adam” anlamına gelse de, aslında bu dil tamamen yazar Burroughs tarafından Tarzan romanı için uydurulmuş bir dildir. Yazarın bu yaratısı, onun dillere olan ilgisini ve hayal gücünü iyi anlatıyor.
Dil, bilişsel süreçler için bir ön koşul olmasa da, bu süreçlerden doğan düşüncelerin iletilmesi için temel araçtır. Tarzan’ın iletişimi “Tarzanca”dır ve bu da dilin bir düzenek olarak düşünce ve iletişim için mutlak bir gereklilik olmadığının açıklayıcı bir örneğidir.
Dil bilimsel bir bakış açısıyla “Tarzanca”, insan dilinin sembolik ve soyut bir yapıya evrilmeden önceki ilkel ya da dil öncesi haline benzetilebilir. Bu anlamda Burroughs’un dil bilimsel kurgusu, dilin yalnızca düşünceleri iletmekle kalmayıp, aynı zamanda onları etkileme ve bir dereceye kadar kısıtlama potansiyeline de sahip olduğunu başarıyla vurgular.
Romanda Tarzan, dilin son derece kısıtlı olduğu bir ortamda büyümesine karşın, içgüdüsel ve sezgisel olarak doğanın seslerini ve simgelerini özümseyen bir karakter olarak betimlenir. Bu yönüyle Tarzan’ın deneyimleri, dil bilim açısından ilkel insanların iletişim pratikleriyle ilginç paralellikler gösterir.
Ancak ilkel insanlarda dilin gelişim rotası seslerden hecelere, hecelerden anlamlı sözcüklere doğru ilerlerken, Tarzan’ın bu süreci izlemeksizin iletişim kurabilmesi dikkat çekicidir. Bu da dilin gelişiminde deneyim kadar içgüdülerin ve sezgilerin de rol oynadığını düşündürmektedir. Tarzan’ın dil materyalinden yoksun bir ortamda anlam yaratabilmesi ve iletişim geliştirebilmesi, dilin doğuştan gelen yeteneklerle de şekillenebileceğini ortaya koyması açısından önemlidir.
Tarzan’dan bu kadar bahsedip Jane’den bahsetmemek olmaz. Tarzan ve Jane, Burroughs’un “Tarzan of the Apes” (Maymunlar ın Tarzanı’) adlı romanında tanışırlar. Jane, babasının önderliğindeki bir grup araştırmacıyla Afrika’ya yapılan bir keşif gezisine katılır. Tarzan, Jane’i ormanda tehlikede görür ve onu kurtarır.
Bu karşılaşma, her iki karakter için de bir dönüm noktası olur ve Tarzan ile Jane arasında unutulmaz bir aşk başlar. Jane, Tarzan’ın vahşi dünyasına adım atarken, Tarzan da onun aracılığıyla insanlarla ve uygarlıkla yeniden tanışma fırsatı bulur. Bu ikilinin bize gösterdiği gibi, iki gönül bir olunca insanlar da hayvanlar gibi içgüdüsel davranışlar ve sezgiler üzerinden bir anlaşma sağlayabilir.
Romanda öne çıkan aşk ilişkisi, duygusal bağın bilişsel gelişimi ve öğrenme süreçlerini kolaylaştırarak bireylerin yeni deneyimler edinmesini sağlayan bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu da aşkın hem duygusal hem de bilişsel süreçler üzerindeki kayda değer etkileri olduğunu göstermektedir. Dahası, Edgar Rice Burroughs’un dilin kökenleri, içgüdüler, sezgiler ve dilin evrimi üzerine yaptığı araştırmaların bu bakış açısını etkilediği görülmektedir.
Bir an için ilkel bir Homo sapiens toplumunda yaşadığınızı ve su kaynağı ararken kaybolduğunuzu düşleyin. Su arayışınız içgüdüseldir ve hayatta kalma güdünüzün bir yansımasıdır. Ancak, suyu bulmak için hangi yöne gideceğinize dair kararınız içgüdüsel değil, sezgiseldir. Dilin henüz gelişmediği bir dönemde, ilkel iletişim büyük ölçüde bu tür içgüdüler ve sezgilere dayanıyordu. Tarzan’ın içgüdüsel ve sezgisel birikimi, zamanla Jane’in ona kazandırdığı bilgilerle kaynaşarak sözlü iletişime evrilir.
Tarzan’ın nesnelere ve olaylara belirli adlar vermesi, ilk insanların çevrelerindeki dünyayı sembollerle temsil etmeyi nasıl öğrendikleri sorusuna ışık tutar niteliktedir. Bu bağlamda, Tarzan’ın goriller ve diğer hayvanlarla etkileşimi, ilkel insanların içgüdüsel iletişimine benzerken, sevgilisi Jane ile etkileşimi ise daha bilinçli, sözlü ve gramere dayalı hale gelir.
Yapay zekâ destekli çeviri yazılımları sayesinde artık hiç kimse Tarzanca konuşmak zorunda kalmayacak. Ancak, bu durum Edgar Rice Burroughs’un dil bilime yaptığı katkıların önemini azaltmaz. Aksine, Tarzan karakteri dilin evrimsel ve biyolojik temellerine ilişkin araştırmalar için sürekli bir referans noktası olmayı sürdürecektir.
Burroughs’un kurgusal karakteri Tarzan’ın dil maceraları, dilin kökeni ve iletişimin evrimi üzerine geniş bir düşünme alanı açmıştır. Belki yakında artık kimse Tarzanca konuşmayacak ancak Tarzan dil bilimsel tartışmalara yön veren bir simge olarak varlığına devam edecek.
Fotoğraf: Sinemada Tarzan’ı ilk oynayan aktör ABD’li Johnny Weissmuller oldu. Yüzücü de olan Weissmuller 1932-1955 yılları arasında çok sayıda Tarzan filminde rol aldı. ultimatemovierangings.com