ABD’nin Ankara’daki bir nevi ‘Bölge Valisi’ Tom Barrack, “Suriye’de muhatap alacağımız tek ulus devlet Suriye hükümetidir” dediğinde takvimler 30 Haziran 2025’i gösteriyordu.
Bu ifade, Külliye’de adeta bir bayram havası estirmişti. Malum, Erdoğan-Trump dostluğunu pekiştiren bu açıklamayla Suriye’de ne kadar ‘doğru’ bir yolda olduğumuz tescillenmişti! Hatta “Amerika sonunda hizaya geldi” diyenleri bile duyduk. Oysa Türkiye o günlerde karaya vurmuş bir balık gibi çırpınıyordu.
Aradan topu topu iki ay geçti ve şimdi Suriye’de sahne yeniden kuruluyor. Başrollerde, şaşırmadık, yine Washington ve Tel Aviv var. Peki, bu yeni oyunda Türkiye’ye biçilen bir rol var mı? Ya da Ankara’nın kendine bir rol biçme kapasitesi, hatta iradesi mevcut mu?
O ‘Bölge Valisi’ son bombasını patlattı: “Suriye’de merkezi bir yapıya alternatifler değerlendirilebilir.”
Tercümesi şu: Etnik ve mezhepsel temelde parçalanmış, birbiriyle boğuşan küçük devletçikler, yani bir federalizm projesi. Bu proje, sahadaki gelişmelerle birebir örtüşüyor. Kuzeyde PYD/YPG’ye bir “Küçük İsrail” rolü biçiliyor. Güneyde, İsrail sponsorluğunda Dürziler kendi ordularını kuruyor. Batıda, Lazkiye-Tartus hattında bir Alevi devletinin fısıltıları dolaşıyor. Şam ve çevresinde ise Ankara’nın milyarlarca dolar akıtıp yüzlerce vatan evladını şehit verdiği HTŞ’ye de bir ‘İslam devleti’ alanı lütfediliyor. Proje net: Bu, aslında Türkiye’nin Suriye’de bir devlet inşası projesine karşı dış güçlerin! bir devletsizleştirme projesidir.
Ankara’nın açmazı da tam burada başlıyor. Türkiye, kağıt üzerinde Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor. Hatta Milli Savunma Bakanlığı ne diyor? “Suriye’nin istikrarı, Türkiye’nin güvenliğidir.” Ne kadar da doğru bir söz, değil mi? Peki madem öyle, bu istikrar dinamitlenirken Ankara neredeydi? On binlerce TIR silah PYD/YPG’ye giderken, ‘Eğit-Donat’ ile yetiştirilenler YPG saflarına katılırken Ankara ne yapıyordu? Söyleyelim: O meşhur “Bir gece ansızın gelebiliriz” türküsünü söylüyordu.
Bugün gelinen nokta daha da trajikomik. Ankara, PYD/YPG’yi tasfiye etme görevini, ihale usulü, HTŞ’ye vermiş görünüyor. Trajikomik olan ne, biliyor musunuz? Hem HTŞ’nin hem de PYD/YPG’nin ipi aynı merkezde: Washington’la Tel-Aviv’de. Ankara, bir piyonla diğer piyonu devirebileceğini sanarak bölgesel güç fantezileri kuruyor. Oysa oynadığı rol hep aynı: Farklı başkentlerin ajandasına eklemlenmiş bir ‘risk yüklenicisi’ olmak.
Colani yönetimi, göstermelik seçimlerle kendine meşruiyet yamamaya çalışsa da ne halk nezdinde ne de uluslararası alanda bir karşılığı var. Ülkedeki tüm unsurlar, Selefi bir yönetimin korkusuyla kendi güvenliklerini sağlama derdinde. Kürtler, Dürziler derken şimdi de Aleviler Akdeniz kıyısında “federasyon” denemeleri yapıyor. Adını koyalım: Suriye, hızla ‘Lübnanlaşıyor’.
Ankara’nın zamanla imtihanı
Suriye’de yeni perdenin adı “kalıcı geçicilik.” Washington–Tel Aviv ekseninin mimarisi sahada netleşirken, Türkiye’nin bu oyunu klasik reflekslerle bozması imkânsız görünüyor. Ankara’nın bu sarmaldan çıkması için hamasi nutuklar yerine, sahadaki her adımı masada somut bir kazanıma dönüştüren, soğukkanlı bir akla ihtiyacı var.
Ancak Ankara, ideolojik saplantılar ve “üniformalı sakallı adamları” karargâhlarda ağırlama fantezileriyle gerçekleri okumaktan aciz bir görüntü sergiliyor. Unutulmasın ki, Suriye’nin parçalanması Türkiye’nin güneyinde kalıcı bir terör ve kaçakçılık bataklığının kurumsallaşması demektir. Bu gidişat, Ankara’ya çok yakında acı bir fatura çıkaracaktır. Artık, Suriye politikasını iç siyasetin mezesi yapma lüksü kalmamıştır.
Yoksa, tüm bu olan biten, faturasını Türkiye’nin ödeyeceği ancak, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Erdoğan’a yeni bir ‘kahramanlık hikayesi’ yazma fırsatı mı sunacak?
Fotoğraf: SANA
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: