Tartışmalı gündemlerimizden birisi başta Suriyeli ve Afganlar olmak üzere akın akın sınırlarımızı geçip, şehirlerimize kümelenen sığınmacılar olmaya devam ediyor.
Son on yılda sınırlarımızdan sızan sığınmacıların sayısının on milyonu aştığı tahmin ediliyor. Bu, Türkiye nüfusunun yüzde onundan da fazla.
Açıklanan resmi rakamlarla tahminler arasında önemli farklar olmasına rağmen hâlihazırda dünyanın en çok sığınmacı barındıran ülkesiyiz.
Mevcut iç sıkıntılarımızın yanı sıra, rekor sayıdaki sığınmacının yol açtığı sosyal, siyasi, demografik ve ekonomik daralmalarımıza son günlerde ciddi asayiş riskleri de eklendi.
Dil, kültür, inanç , sosyal yapı farklılıklarının yarattığı kaynaşma sorunlarına, adli kayıtları, suç, sağlık ve eğitim geçmişleri bilinmeyen, sayıları milyonları aşan toplulukların entegrasyonu güç hatta “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” bu saatten sonra artık imkansız olduğu görülmekte.
Uzatmalı misafirlerimiz, ülkelerinden beraberlerinde taşıdıkları sorunlarla, kendi aralarında da ihtilaflar yaşamaya başladı. Bunun kontrol edilemeyen etkileri yurt içinde ve sınır ötesinde Suriye’nin kuzeyinde taşkınlıklarla kendisini göstermekte.
Sığınmacılar bu bağlamda, baş edilmesi güç ekonomik ve siyasi sorunlarımızın müsebbibi olarak görülüp, toplumsal öfke ve tepkilere maruz kalabilirken, daha acısı da ne terk etmek zorunda kaldıkları ana vatanları ne misafir oldukları ülkeler ne de yeni yaşamlar kurmak istedikleri coğrafyalar tarafından kabul görmekte.
Geleceğini görememe ve hiçbir yerde istenilmemenin sosyopsikolojik tahribatının yol açtığı büyük insanlık dramının ne ölçüde anlaşıldığı açık bir sualdir.
Göçün ortasında
Ülkemiz çatışmalı bir coğrafyanın merkezinde, çevresindeki her hareketlilikte kitlelerin transit geçiş, konaklama ve sığınma dalgalarına maruz kalagelmiştir.
Geçmişteki düzensiz göçlerde uygulanan, sınır boylarında tampon bölge ve geçici kamp uygulaması tedbirlerine bu defa başvurulmadığı için milyonlarca sığınmacı en batıdaki şehirlerimize kadar uzanabildi.
Türkiye, çatışmalı Orta Doğu coğrafyası ile Avrupa arasındaki köprü konumuyla, Afganistan, Irak, İran, Pakistan, Suriye ve Afrika Boynuzu kaynaklı göç dalgalarının Avrupa transiti olagelmişti.
Ancak son zamanlarda Avrupa ile aramıza örülen yüksek duvarlar nedeniyle Batı’ya geçemeyenler için hedef ülke durumuna düşmüş bulunmakta.
Sığınmacılarımızın büyük çoğunluğu komşu Suriye kaynaklı, 13 yıl önce 2011 yılındaki iç savaştan canını kurtarmak için sığınanlarla başlayan akının 13 milyona yaklaştığı da söylenmekte.
Özellikle Hatay, Gaziantep, Urfa gibi sınır şehirlerimizde sosyal ve ekonomik sıkıntıları siyasi gerginliklere taşıyan sığınmacıların yüzde 90’ından fazlası Suriyeli olduğu için kamuoyunda tamamı Suriyeli addedilmekte.
Onurlu dönüş
Savaş ve düşmanlık koşulları altında köprülerin tamamen atıldığı Suriye ile yaşanan zıtlaşma ve sorunlar yumağının yeniden komşuluk rayına oturtulması zor görülse de zaman zaman her iki taraftan da işaretleri alınıp iyi niyetle abartılan normalleşme süreci için siyasi kararlılık gerekir.
Suriye ile ilişkilerin onarılması yönüne atılacak ilk diplomatik adımlar iki ülke için olduğu kadar bölge ülkeleri ve halkları için de yeni açılımlara kapı aralayabilir.
Elbette insancıl dönüşlerin ilk şartı Suriye’nin ülke genelinde normalleşmesidir. Bu, iç savaşın sona ermesi, işgalci güçlerin çekilmesi, can güvenliği ve istikrarın uluslararası güvencelerle sağlanması demektir.
Bu operasyonda Türkiye, Suriye mutabakatının yanı sıra Birleşmiş Milletler güvencesi ve hakemliği aranmalıdır.
BM’nin yanı sıra NATO, AB ve G20 gibi uluslararası kuruluşlarla iş birliği de keza dönüş operasyonunu kolaylaştırıp, sorumluluğu uluslararası kuruluşlara da yayarak, sığınmacılar ve uluslararası kamuoyu nezdinde güveni artırabilir.
Ya dönemezlerse?
Çoğunluğunun canlarını kurtarmak için son çare olarak sınırlarımıza dayanmış olan sığınmacıların topraklarına geri dönememe, dönmeme olasılığı iki ülke için de sonuçları kestirilemeyecek potansiyel sorunlar yumağı oluşturabilir.
Bu durum, ileride devletler hukuku, miras hukuku ve tabiyet çatışması, kişi hakları ile siyasi koruma bağlamında diplomatik krizlere yol açabilecek hususlardır.
Suriye liderliğinin dönüşler için isteksiz davranıp güvence vermekten imtina etmesi halinde, toplam nüfusunun neredeyse yarısına tekabül edecek Türkiye’deki diasporası Suriye muhalifi ikinci bir Suriye anlamına gelir ki bu Suriye iç siyasetlerini dışarıdan manipüle edebilecek bir yumuşak karın oluşturur.
Sağlık, eğitim ve kültürel geçmişleri bilinmeyenlerle dolu her iki ülkenin sistemleri dışında kalan bu kayda değer nüfusun siyasi, sosyal ve ekonomik faaliyetlerinin her iki ülke için de son Kayseri ve sınır ötesi huzursuzluklarda yaşanan boyutları önceden kestirilemeyecek zincirleme tehditler yaratabileceği unutulmamalı.
Diplomasi, en zor hallerde bile normalleşme ve onurlu geri dönüşler için birçok yol ve yöntem bulabilecek yeteneklere sahiptir, gerçekten istiyorsak, mutlaka denenmelidir.
Fotoğraf: kayseriolay.com
İlgili yazılar: