1974 yılında daha lise öğrencisi iken Brecht (fotoğrafta solda)) öğrenmem hayatımdaki en büyük şanslarımdan biridir. Gençliğin savruk sapağındayken, yöneltimi onun şu sözü etkiledi çünkü: “Kuşkuyla bakın en olağana bile.”
İnsan eliyle yaratılmış bütün sistemler inancı pekiştirmeye yönelikken, üstüne üstlük insan beyni inanmak üstünden devri daim ederken, kuşkulanmayı önermek her babayiğidin harcı değildir.
Kuşkulanmak da bir beyin aktivitesidir ama inançla yarışmaya bile giremez, nerede kaldı başa güreşmek. Kuşku, sıra dışı olana duyulur sadece. Benzemez olana, farklı olana, ötekine, biz hariç diğerine, bizimki hariç ötekine kuşkuyla yaklaşırız. Bana ve bize ait olana değil. Sıradan olana hiç değil. Oysa ne diyor Brecht:
“Kuşkuyla bakın, en olağana bile.”
En taze demlerimdeyken, pek çok başka şey gibi bunu öğrendim ben Brecht’ten ama lafta değil gerçekten öğrendim. Sonrasında o kadar benimsedim ki bilmeyenlere de öğretmek istedim ama ne zaman lafa girsem “ama” duvarına tosladım. Ama, insan her şeyden kuşkulanırsa paranoyak olmaz mı? Ama, böyle yaşamak çok zor olmaz mı? Ama, ama…
Yok, yok. Olağan olandan kuşkulanmak paranoyak olmak değildir.
Gece karanlık, ıssız ve izbe bir yolda yürürken bir ayak sesi duyduğunda, kötülük yapabilecek birinin arkanda olduğunu düşünüp korkmak yaygın bir tepkidir. Karanlık, ıssız, izbe, göremediğin arka taraf gibi şeyler sıra dışıdır ve tehlike çanlarını çaldırır. Oysa en basitinden söylersek, saldıracak olanın ayak sesleri duyulmaz, sinsice ve sessizce gelir çünkü. Üstelik saldırıların çoğunluğu ıssız sokaklarda değil kalabalık caddelerde, bilinmedik kuytu köşelerde değil her zaman bulunulan o yüzden hiç tedirginlik hissedilmeyen yerlerde gerçekleşir.
Örnek mi?
Cinsel tacizlerin çoğu yabancı biri tarafından değil ev ahalisinden biri tarafından gerçekleştirilir. Ev hırsızlığında kapı dışardan kanırtılmış bile olsa, çoğu zaman suçlu evin içinden biridir, hiç değilse ailenin tanıdığı biridir. Dolandırıcılar çoğunlukla yabancılar değil, tanıyıp güvenilen birileridir…Oysa hep yabandan, yabancıdan kuşkulanılır.
Kendi fikrim değil bunlar. Rakamlara dayanarak devam ediyorum: Sakatlıklara neden olan kazaların çoğu yabancı diyarlardayken değil evde veya yaşanan olağan yerlerde gerçekleşir. Eskidiğini bilip değiştirilmeyen prizlerden elektrik çarpar. Ucu aşınan ama öyle olmasına alıştığımız için tamir etmediğimiz merdiven basamağı yüzünden düşüp sakatlanırız. Tavanın sapını içeri çevirmeyi akıl edemediğimizde o sapa asılan minik çocuk kızgın yağla haşlanır vb. Ancak biz çocuklarımızı yabancılardan, kendimizi yaban ellerden sakınırız…
Biz olağan olandan kuşkulanmayı bilmez, öğretmeye kalkana da kuşkuyla yaklaşırız. “Ama kuşkuyla yaşamak çok zor değil mi?” deriz. Yook, zor değildir, tersine hayatı kolaylaştırır.
Yook, olağan olandan kuşkulanarak yaşamak paranoya da değildir. Paranoya “arkamda biri var beni izliyor” fikrine sahip olmaktır ama sadece karanlıkta ve ıssızdayken değil, aydınlıkta ve kalabalıkta yürürken bile aniden durup arkanı kolaçan etmek kuşkuculuktur, paranoya değil. Arkanı kolaçan eder, risk görmezsen yoluna devam edersin. İzleniyorum diye kafaya takmazsın. Aradaki fark budur.
Kuşkucu olan en yakınındakinin de dolandırıcı olabilme ihtimalini aklına getirebildiği için, sıradan bir yürüyüşte bile dönüp arkasına bakan gibidir. Kuşkucu olan anlatılan her hikâyeye hemen inanmaz. Bir kontrolden geçirir. O yüzden de dolandırılamaz. O yüzden de kazıklanamaz. O yüzden de ona ihanet edilemez. O yüzden de ona tecavüz edilemez. O yüzden de “ah ben nasıl kandım, herkes yapar da o yapmaz sandım” diye dövünmez kuşkucu. O yüzden kuşkuculuk hayatı zorlaştırmaz, tersine kolaylaştırır.
Ancak herkes benim gibi şanslı değil. Herkes daha yeni yetmeliğinde Brecht okuma şansına erişemez. “Kuşkuyla bakın en olağana bile” lafını öğrenip sindiremez. Bu laf sayesinde hayatını kuşkuculuk üstüne inşa edemez…
Brecht bir tiyatro kuramcısıdır. Brecht tiyatrosu, oyunun izlenirken bir oyun olduğunun hiç unutulmamasını ister. Çünkü Brecht, insanları inandırmak değil uyandırmak ister. Bunu sağlamak için dekor da kostüm de her bir şey de kör göze sokulacak gibi doğrudan gösterilir. O nedenle Brecht tiyatrosuna “göstermeci” tiyatro denir. Brecht oyuncusu, oynadığı rolün bir rol olduğunu gösterir. Örneğin bir mafya liderini oynuyorsa seyirci onu asla bir mafya lideri sanmamalıdır. Bilmelidir ki bu oyunda bir mafya liderinin nasıl biri olduğu “gösterilmektedir”. O nedenle oyuncu rolünün içine dalarak değil dışından oynamalıdır. Gösterileni görebilmek için seyirci de kendini oyuna kaptırmamalıdır. Bu da yönetmenin yüklendiği en zor görevdir. Brecht tiyatrosu Stanislavski (fotoğrafta sağda)) tiyatrosunun tam tersine inşa edilmiştir.
Stanislavski yöntemi, gördüğümüz bildiğimiz nerdeyse bütün oyunların oynanma tekniğidir. Stanislavski tiyatrosu “göstermeci” değil “benzetmeci” tiyatrodur. En yaygın olan, en çok kabul edilen, en takdir gören, en çok alkışlanan oyunculuk yöntemidir. Stanislavski tarzında oyuncu rolüne tam adapte olur. Mafya liderini oynuyorsa gerçekten “baba” odur, oyuncu indinde de, seyirci indinde de. O yüzden yıllanmış bir dizide mafya lideri öldüğünde gerçek camide gerçek cenaze töreni yapılır…
Gerçek yaşamdan alır kökenini Stanislavki yöntemi. O nedenle bunca kabul görmüş ve hızla yaygınlaşmıştır. Kim daha inandırıcı olursa, o kazanır gerçek dünyada da. İnandırdığının neye hizmet ettiğine bakılmaksızın.
Dinlerin temeli inandırmaktır. Politikanın temeli inandırmaktır. Ticaretin temeli inandırmaktır. Oyunculuğun temeli inandırmaktır. Aslında bu sıralananların hepsi aynı şeydir ya da daha doğru söylemle aynı şeye hizmet ederler…
İnançtır dünyanın temel direği. İnançtır dünya düzeninin mihenk taşı. İnanmaktır insan beyninin en önemli özelliği.
İnançsızlık olağan değildir. Kuşkuculuk olağan değildir çünkü. Zordur Brecht oyuncusu olmak. Zordur Brecht seyircisi olmak. Zordur kuşkucu olmak. Ancak öğrenene kadardır. Öğrenmesi gerçekten zordur ama sürdürmesi hiç zor değildir, hayatı çok kolaylaştırır.
Stanislavkici değil Brechtci olmak sıra dışı olmaktır. İnançlı değil kuşkucu olmak sıra dışıdır. İnançsızlık doğuştan gelmez, sadece eğitimle sonradan edinilebilir. Okulu kastetmiyorum, gerçek eğitimle edinilebilir.
Bir kez edinildi mi de değmeyin keyfine. Artık kimse size hiçbir şey yutturamaz, ne oyunda ne de hayatta. Ama ne yazık ki Stanislavskiciler tıka basa hep her yerde.
Kuşkuculuğu hazmetmeyi becerince, dolandırıcılara ve dolandırılanlara şaşanlara da gel de şaşma…
İlgili yazı: https://medyagunlugu.com/ruslari-sasirtan-turk/