Sokak köpekleriyle ilgili bilgim genel olarak köpekler ve tüm hayvanlara olan özel ilgim nedeniyle oluştu.
Yedi yıldır Kaş’ta yaşıyorum ve burada köpeklere ve kedilere yönelik sevgi üst düzeyde. Parti farkı gözetmeksizin belediyeler de bu konuda üstlerine düşeni yapmaya çalışmış, en azından son 7-8 yılda. Ama yine de Kaş’ta sokak köpekleri sorunu var mı diye sorulsa yanıtım evet oluyor. Çünkü Kaş’taki sokak köpekleri sorununun yüzde ellisi çözülmüş diyebilirim nedeni de Kaş’ın kırsalının çok büyük olması.
Sorun nasıl çözülür peki? Yerinde kısırlaştırma, halkın bilinçlendirilmesi, özellikle köylünün, kasabalının bilinçlendirilmesiyle. Köylülerde nasıl sorunlar çıkıyor örneğin derseniz, bir yerde dişi köpek doğuruyor, kendi köpekleri bile olsa, köylüler erkekleri alıyor, anne ve dişi yavruları meydanlara, ormana, sağa sola salıyor. Bu erkek köpekler asla kısırlaştırılmıyor veya asla tasmalı olarak bir yerde bağlı tutulmuyor, herkesin erkek köpeği meydanlarda serbestçe geziyor. Tabii onlar da meydana, sokağa, ormana atılan dişilerle çiftleşiyor köpek nüfusu artmaya devam ediyor.
“Niye erkek alıyorlar” diye soracaksınız, sürüsü falan varsa, erkek köpeğin daha korumacı olacağını düşünüyor köylüler. Halbuki kısırlaştırılmamış erkek köpek dışarıda kızgınlıkta bir dişi görürse sürüyü falan bırakıp ona gider. Sürü korumasız kalır.
Peki köylüler bu konuda ikna edilebilir mi? Köpekleri kısırlaştırılmış bir çoban köpeklerin sürüyü korumaya devam ettiklerini görürse ikna oluyor. “Kısırlaştırmam gerekir ki erkek köpek sürüyü bırakmasın” demeye başlıyor ama bunu ona göstermek gerek.
Kısırlaştırmama gerekçeleri ne peki? Bir kısmı günah olduğunu düşünüyor. Çoğunlukla söylenen, “bu erkek neden kısırlaştıralım ki” oluyor. Erkeğin doğumda rol aldığını idrak edemiyorlar, bazılarına bu durum açıklandığı zaman “aa öyle düşünmemiştik” diyor.
Kaş’ta yıllar önce kısırlaştırma yokmuş, ben de araştırmalarım sonucu öğrendim. Sanırım belediyenin de barınağı o zaman ruhsatlı değilmiş bakanlıktan. Onun için de tam zamanlı bir hekim çalıştırılamıyormuş. O zamanlar derme çatma bir yer çevrilmiş köpekler için, Kaş Hayvan Dostları Derneği de kendi cebinden onların kısırlaştırılmasını yapıyormuş. Sonra sonra belediye de kısırlaştırmaya başlamış. Başlarda güzel gitmiş her şey, çünkü Kaş küçük bir yer o zamanlar ama sonra yerel bölünmede yeni düzenlemelere gidildiği için Kaş kocaman bir yer haline geldi. Di’li geçmiş kullandım çünkü o süreci biliyorum, buradaydım. Yedi yıl önce Kaş’ın nüfusu 57 bindi. Şimdi tahminen 65 bini aştı. Tabii sorumluluk alanı artınca belediye de yetersiz kaldı. Çünkü Kaş çevresindeki belediyelerin ne hekimi ne barınağı vardı.
Örneğin doğudaki Demre’de de barınak dolayısıyla kısırlaştırma son birkaç yıldır var. Şöyle şeyler duymuştum, veteriner hekimi olmayan, kısırlaştırma yapmayan belediyeler kısırlaştırma yapan belediyelerin sahasına getirip köpekleri atıyorlarmış.
Bu köpeklerin bazıları kısırlaştırılmış bazıları kısırlaştırılmamış. Saptanıyor ki bazılarını Demre Belediyesi kısırlaştırmış. Ama belediye görevlilerinin getirip Kaş’a bıraktıklarını söyleyemeyiz tabii.
Yasaya göre belediyeler barınağa aldıkları hayvanları kısırlaştırıp çip de takıyor. Çipleri kimden alıyorlar derseniz, özel firmalardan alıyorlar. İl ya da ilçe tarım müdürlüklerinden değil yani. Peki belediyenin kullandığı çiplerin kaydı var mı devlette? Kısırlaştırdıkları her hayvanın kaydını girmeleri lazım sisteme, belediyenin veteriner hekiminin görevi bu zaten. O zaman şu soru geliyor akla, ormanda, meydanda bulunan hayvan çipli ise onun çipini okuyarak kime it olduğu saptanabilir değil mi? Eğer veteriner sisteme yüklediyse tabii ki saptanır. Ama eğer yüklemezse? O zaman saptanamaz. Bir de böyle bir sorun var, köpek çipli ama kimin taktığı belli değil.
Bu durum sahipli hayvanlar için de geçerli. 2022’nin sonuna kadar evcil hayvanlarını çipletmesi gerekiyordu hayvan sahiplerinin. Ama birçok insan çip taktırmadı yasaya rağmen. Hayvana özel hekimde çip taktırıp bunu ilçe tarıma kaydettirmeyen de birçok insan var. Yani özel klinikler de yasaya karşı işlem yapıyor. Peki buna bir önlem alınamıyor mu? Çipi takan hekimin bu sisteme kaydetmemesi suç değil mi? Suç ama burası Türkiye. Özel veterinerler ise çipleri tarım müdürlüklerinden alıyor yani onların kaydı var demektir. Devlet biliyor yani kime hangi çipleri verdiğini, öyleyse niye takip etmiyor diyeceksiniz. Ciddi bir şikayet olmadan kontrol yapmıyorlar çünkü. Eğer çipli köpek bulundu ve bunu devlet vermişse onu bulup oradan işlem yapılabilir. Ama çip bir kliniğe tahsisli değilse tarım il veya ilçe de bir şey yapamıyor çünkü çip sisteme kaydedilmemiş. Yani hem klinikteki hekim sisteme girecek hem de devlette kayıtlı çipi kullanacak.
Burada da şu soru gündeme geliyor: Tarım Bakanlığı niçin belediyelere de kendi ithal ettiği, kendisinde kaydı bulunan çiplerden vermiyor? Belediyeler özel firmalardan çipleri alıyorsa burada bir şey dönebilir diye düşünüyorum. Düşünün, belediye başkanıyım, çipleri kimden alacağıma ben karar veriyorum, eğer para yemeye niyetliysem, firmayla anlaşırım aradan da yüzdemi alırım.
Sorunun çözümü mümkün mü?
Kısırlaştırarak bu sorun çözülebilir mi derseniz bazı uzmanlar “en az on yıl alır ama çözülür” diyor. Tabii bir şartla, herkesin bunu bir seferberlik gibi ele alması gerek. Niye on yıl derseniz, örneğin belediyeler on tane hayvanı kısırlaştırıyor, serbest bir dişi doğuruyor beş on tane. O zaman çözüm çok sıkı koşullarda bile on yıl sürer demek gerekiyor.
Hollanda nasıl çözmüş?
Çözebilen ülkeler nasıl çözmüş peki? Örneğin Hollanda’da sokakta köpek yok diyorlar ya. Onlar hayvanlarla ilgili düzenlemelere yıllar önce başlamış bu işe. Yıllar önce derken 1400’lü yıllar söz konusu*. Ta o yıllarda büyük köpek ırklarına tasma zorunluluğu getirilmiş. 450 yıl sonra ise barınaklar inşa edilmeye başlanmış. 1800’lü yıllarda kuduz salgını dolayısıyla köpek itlafları da olmuş. Hollanda hayvanlarla ilgili Ulusal Hayvan Yasası 1875’te yürürlüğe sokuluyor. Dört kez değiştirilerek en son 2011’de son halini alan yasaya göre hayvan istismarı, ihmali ve terk edilmesi para ve hapis cezasına bağlanmış. Hollanda yasalarına göre, hayvan istismarı söz konusu olduğunda en yüksek hapis cezası 3 yıl. Para cezası da 21 bin 750 euro. Hayvan ihmalinin üst sınırı ise 6 ay hapisken para cezası 8 bin 700 euro.
Hayvanlar konusunda dünyaya da örnek sayılabilecek bir ülke olan Hollanda’da, köpeklerin kayıt altına alınması zorunlu. Satın almanın da önünde bir engel yok. Bakanlık ‘Satın da alsanız, sahiplenseniz de hayvanların tanımlanması, bakımlarının ve barınmalarının karşılanması zorunlu’ diyor. Kaçan ya da kaybolan bir köpeği, bu kayıt sistemi ile kolayca bulduklarını ifade ediyor. Bakanlık, bu sistem sayesinde ülkede ‘sahipsiz’ köpek olmadığını belirtiyor. Buna karşılık bakanlık, az sayıda da olsa Hollanda’da ‘başıboş’ köpeklere rastlandığını anlatıyor. Ancak buna çözümleri yine kayıt sistemi. Hayvan koruma servislerine bildirilen köpeklerin, çip ile kayıt altına alındığı ve barınağa götürülerek sahiplendirilmeye çalışıldığı ifade ediliyor. Hollanda’da barınaklardan sahiplendirme teşvik ediliyor. Bu kapsamda sahiplendirme, satın almadan daha az maliyetli ve avantajlı olarak sunuluyor; hayvanların kayıt, çip, bakım ve kısırlaştırma işlemleri barınak tarafından karşılanıyor.
Sorunun sorumlusu devlet ve insanlar
Anladığım şu ki bizdeki sokak köpekleriyle ilgili sorunun sorumlusu tamamen sorumsuz vatandaşlar. Ama bundan yakınan da yine vatandaşlar. 5199 Sayılı Yasada hayvan sahiplerinin görev ve sorumlulukları çok net biçimde yazar. Hayvan sahibi örneğin köpeğini uzatma tasmasını takmadan gezdiremez, herhangi bir yerde başıboş bırakamaz, dışkısını kesinlikle toplamak zorundadır, agresif bir köpeği varsa ağızlık takmak zorundadır, biraz daha insandan uzak yerlerde gezdirmek zorundadır. Ama bunlara ceza kesmek tamamen tarım bakanlığında, yani il ve ilçe tarım müdürlüklerinde, yerel yönetimlerin yetkisinde değil bu konu. Bir de hayvan sahibinin hayvanını üretmeyi düşünmüyorsa kısırlaştırma zorunluluğu var. Tabii ürettiği yavruları da derhal belediye ve ilçe tarıma haber vermek ve kayıt altına aldırmak zorunda. Ama tabii bizde bunların hiçbiri yapılmıyor. Yani yasayı güzel yapmışız ama hiç uygulamıyoruz sonra da sokak köpekleri sorunu var diyoruz.
Köpeklerden korkanlar
Bir de köpeklerden korkanlar var. Böceklerden bile korkanlar var bu çok doğal. Bu tamamen alışmayla ve çocukluktan itibaren bir hayvanla iletişimde olmayla ilgili. Korkanlara ne diyeyim, insanlar o anki fobilerine/korkularına engel olamıyor. Bir de hayvanlar da korkanların yaptıkları hareketlere tepki gösterebilir. O yüzden “şu hareketi yapmazsanız köpekler size hiç zarar vermez” denemez. Hayvanlar da refleks olarak korkabilir. İnsanlar nasıl çeşitliyse hayvanların da kendine özgü yapıları var.
Sokakta 3-4 milyon köpek var deniyor doğru olabilir mi bu rakam? Olabilir. Bir veteriner hekim bir günde kaç tane hayvan kısırlaştırabilir peki? Tecrübesiyle ilgili bir şey bu. En az beş tane en fazla on tane kısırlaştırabilir. Şimdi basite hesap yapayım. Bir veteriner günde on tane kısırlaştırma yapsa. Tabii diğer hiçbir işle uğraşmayıp bununla uğraşsa, bir ayda 22 çalışma günü var yani 220 tane köpeği kısırlaştırabilir. Türkiye’de 922 tane ilçe var. Her ilçede köpek barınağı yok tabii. Onlarla uğraşan veteriner de yok. Üçte birinde barınak olduğunu varsaysak, her barınakta da veteriner çalışıyor ve kısırlaştırma yapıyor olsa 300x220ayda 66 bin köpek kısırlaştırılabilir kuramsal olarak. Ama tüm sokak köpeklerinin yakalanması gerekiyor tabii ki. Bu bana imkansıza yakın bir çalışma olarak görünüyor. Hele ki Türkler gibi hiçbir işi sonuna kadar götüremeyen bir millet söz konusu olunca iş tamamen sarpa sarıyor. Sanki çözümsüz bir soruna sahibiz. Bu arada ülkede tahminen 40 bin veteriner hekim varmış.
Bir şey daha var. İl ve ilçe tarım müdürlükleri de köpekleri ve kedileri kısırlaştırabilir. Niye yapmıyorlar bilemiyorum. Devlet asla elini taşın altına sokmuyor. Elinde o kadar veteriner hekim var zaten, yetmiyorsa yenilerini işe alırsın, birçok mezun var nasıl olsa. Yalnızca sokak hayvanları için söylemiyorum sahipli hayvanlar için de söylüyorum, belli bir para karşılığında bunu yapmalı devlet de. Özel klinikler bunu 5-6 bin liraya yapıyorsa devlet de bunu maliyetine yapmalı çünkü bu yüzden bile sokağa atılan hayvanlar var.
Veteriner hekim dernekleri veya odaları buna karşı çıkmamalı, çünkü öyle şeyler de duyuyoruz. Ben nasıl insan olarak devlet hastanesine de özel hastaneye de gidebiliyorsam hayvanımı da istersem özel veterinere gücüm yetmiyorsa da il, ilçe tarım müdürlüklerine götürebilmeliyim. Bu devletin görevi zaten. Tarım Bakanlığı dört milyon sokak köpeğini öldürelim noktasına gelmiş bir sorunda sorumluluktan kaçıyorsa bunun sorumlusu da o demektir. Niye vardır ki Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı o zaman?
Bu arada demiyorum ki insanlara zarar veren hayvan dışarıda özgürce gezsin, tabii ki her zaman birinci öncelik insan. Ama bu terliğimi kaçırdı, çöpümü dağıttı, önünden geçerken ondan korktum falan gibi bahanelerle köpekleri genelde de hayvanların öldürülmesini istemek akla ziyan veren bir çözüm. Ama hayvan vardır, insanları ısırıyor olabilir, bir yerlere zarar veriyor olabilir, çocuğunuza zarar vermiştir mesela. Motor veya araba kovalayan köpekler var, hayvanseverler diyor ki “yasa itibarıyla ısırmadığı sürece herhangi bir işlem yapılmaz”.
Hayır yasa itibarıyla ısırmasa da işlem yapılabilir çünkü motorlu biri gidiyor diyelim ki, o insan hayvansever aslında ama bacağını tuttu, motor devrildi insan yaralandı, ya da arabayla giderken köpek birden fırladı, ölüme neden olan bir kaza oldu, ne olacak şimdi? Yani sadece ısırdığı zaman köpekle ilgili işlem yapılır ısırmadığı sürece sorun yok anlayışı yanlış. Yani başkasına zarar veren köpek her durumda kontrol altına alınmak zorunda, tabii ki bu hayvanlar dışarıda olmasın, asla onaylamıyorum ama hiçbir zararı olmayan hayvanlar da barınaklara kapatılmamalı.
Ötanazi ne yahu?
Bursa Veteriner Hekimleri Odası, Hayvanları Koruma Kanunu’nda önerilen sahipsiz köpeklerin “uyutulması” düzenlemesine karşı çıkarken başkanları Melike Baysal, “Sağlıklı hayvanların ötanazisi ve itlafı, veteriner hekimler açısından etik ve vicdani değildir. Bizler, böyle bir yasa çıksa dahi ötanazi uygulamayacağız” dedi.
Biraz bilgi… Ötanazi Türkiye‘de yasal değil. Yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre, hastaya ötanazi uygulayan fail (hekim), tasarlayarak (taammüden) adam öldürme hükümlerine göre yargılanıyor ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
Köpekler “çektiğimiz acılar dayanılır gibi değil, artık buna bir son verin, bizi öldürün” demiyor. Tıp doktorları ancak insanlardan böyle bir istek gelirse o da aktif ötanazinin yasal olduğu ülkelerde böyle bir şey yapabiliyor. Melike Baysal’a bunu hatırlatmış olayım. Tabii AKP’nin öldürmek sözcüğünü kullanmayarak algı operasyonu ile uyutma sözcüğünü kullanmasını Devlet Bahçeli bile ti’ye aldı. “Kaç saat uyutacaksınız, onlar zaten öğlenleri uyuyor” diye.
Bir de kısırlaştırılan hayvanlar yeniden sokağa bırakıldığında, onlardan korkanlar yine şikayet edecek, hayvan bir şey yapmasa bile. Ne diyeyim, korkanlar yine korkacak ama bir süre sonra alışacaklar, alışmak zorundalar. Mesela bir meydandaki köpekler bir şeye tepki duyup hep beraber havlamaya başlıyor, bilemezsin ki niçin havlıyorlar, belki başka bir köpek geçti ileriden, belki kediler kavga ediyor…
Her havlayan köpeğin gelip ısıracağı, size zarar vereceği çıkarsaması yanlış. Sosyal medyada böyle birbirinden kopuk ve teyit edilmemiş görüntülerin haber diye verilmesi üstelik bu haberlerin gazeteci olmayan, gazetecilerin teyit süzgecinden geçmemiş olması, ıvır zıvır kişilerce yayılması sorunu büyütüyor ve herkesi provoke ediyor. Ama iktidarın buna bir önlem almaması belki böyle haberleri yayanların iktidarla koordineli hareket ettikleri izlenimi uyandırıyor.
Bir de çok yaygın olan görüntüler var. Köpekten korkmuş ve yola fırlamış araba çarpmış sonra da kendisine. İyi de şimdi burada köpeğin suçu ne? Köpekler kokuyla insanları ve diğer canlıları algılar. Tüm köpeklerin diğer canlıların dışkılarını koklaması bu yüzdendir. Dışkıda birçok bilgi gizlidir ve her köpek bu gizi koklayarak çözer. İnsanları da koklayarak tanır köpekler, genellikle insanlara doğru gider ve onları koklamaya çalışır, bu onların içgüdüsel hareketidir, kimseye zarar vermek için yapmazlar bu hareketi. Benim evcil köpeğim de bunu yapar, hatta birden samimi olup onların ellerini yalar, gerçi benimkinin yaptığından da ilk kez karşılaşan çoğu kişi korkuyor ama ben hemen uyarıyorum ve biraz sonra onlar da başını okşamaya başlıyor. Ama bazı kişiler sokakta köpeklerin bu hareketinden korkabiliyor ama yapabilecek bir şey yok, olabildiğince kendine hakim olacak olamıyorsa köpeğin olduğu sokaklardan geçmemeye çalışacak. Korkan insanları korumak için tüm sokak köpeklerini öldürmek gibi bir öneriyle karşılaşıyoruz yoksa.
Hayvan sevgisi eğitimi verilmiyor
Bu eğitimin aileden başlayarak verilmesi gerekiyor aslında ve tabii okullarda verilmesi gerekiyor bu eğitimin. Küçüklükten itibaren çocuklar “köpeklere veririm seni, köpek seni ısırır” falan diye korkutuluyor aileler tarafından. Çocuğun böylece beyni yıkanıyor köpekler konusunda. Köpek görüldüğünde “aman dokunma ısırır, aman dokunma, hastalık kaparsın, aman yaklaşma bir şey yapar” diye köpek korkusu çocukların beynine yerleştiriliyor o yaşlardan itibaren. Büyüyene kadar olumsuz, korkutucu düşünceler yüklenen bu çocuklar büyüyünce ne yapacak tabii ki korkacak, kendi çocuklarını da böyle yetiştirecek. Okullar hayvan sevgisini öğretmiyor, aileler de böyle olunca ortaya köpeklerden korkan insanlar çıkıyor.
Tabii bir de köpeklerin dini açıdan değerlendirilmesi var. İslam Ansiklopedisinde Ali Bardakoğlu’nun kaleme aldığı bir başlığı Köpek olan bir bölüm var.
“Köpekle ilgili olarak özellikle günümüzü daha yakından ilgilendiren bir diğer fıkhî tartışma köpeğin evde beslenmesinin câiz olup olmadığı hususundadır. Hz. Peygamber döneminde bazı sahâbîlerin evlerinde kanarya, serçe, güvercin gibi hayvanlar beslediği ve bunun Resûl-I Ekrem tarafından teşvik edildiği bilinmektedir (Buhârî, “Edeb”, 81, 112; Müslim, “Âdâb”, 30; Heysemî, IV, 67). Bu rivayetlerden hayvan hakları ihlâl edilmediği, çevre için rahatsızlık ve kirlilik teşkil etmediği sürece evde hayvan beslemenin kural olarak câiz sayıldığı anlaşılmaktadır. Ancak evde köpek beslenmesinin fıkhî hükmü genel kurala göre kısmen farklı bir durum arzeder. Konuyla ilgili olarak Resûl-I Ekrem, ziraat veya hayvancılık faaliyeti ya da bekçilik veya av gibi bir sebep olmaksızın köpek besleyen kimsenin çeşitli iyi davranışlarından elde edeceği sevap ve mükâfattan her gün bir miktar eksileceğini bildirmiş (Buhârî, “Ḥars̱ ve’l-müzâraʿa”, 3, “Ẕebâʾiḥ”, 6; Müslim, “Müsâḳāt”, 50-61), içinde köpek bulunan eve meleklerin girmeyeceğini ifade etmiştir (Buhârî, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7, 17; Müslim, “Libâs”, 81-84)”
Bir çekince koyayım burada. Kuran’da köpeklerle ilgili doğrudan bir ayet yok. Köpeklerinize şunu yapın, bunu yapmayın, köpekleri evinizde besleyin ya da beslemeyin diye de bir ayet yok. Köpeklerle ilgili onun bunun dediği sözler var ki hepsi de Hz.Muhammed’e atıfta bulunuyor. Ama Muhammed’in gerçekten bir şey deyip demediğini bilmiyoruz. Bu yüzden Buhari şöyle demiş, Heysemi böyle demiş türünden tevatürleri ciddiye almıyorum. Eğer köpeklerle ilgili bir şey söylenecek olsaydı bu Kuran’da yer alırdı ama yok. Bu yüzden Bardakoğlu’nun yazısını da böyle okudum. Yani köpeğin dinen günah olduğuna ilişkin tüm savlar havada asılı kalıyor, Kuran’da bir ayet gösterilemiyor bu konuda.
Herkese keyifli günler dilerim.
Fotoğraf: agos.com.tr
İlgili haber: