Sosyal medyada geçen de şöyle bir paylaşımda bulundum: “Gün gelecek torunlar dedelerinden utanacaklar.”
Mülkiye’den bir sınıf arkadaşım bu paylaşımıma şöyle bir yorum getirmiş:
“Ne yazık ki öyle. Hiç ışığın erişemediği alacakaranlık günlerde biz olmayacağız. Ancak yapmadıklarımızdan, yapamadıklarımızdan dolayı genç neslin aklı başında olanları bizi sorumlu tutup, bizden utanacaklar. Aydınlık günlerin kararmasına ilgisiz, duyarsız kaldığımız için..”
Cevaben “Ülkeyi bu hale getirenlerden de..” diye yazdım.
“Artık o hale gelince, bizler de onlar kadar sorumlu tutulacağız, o kesin..” diye cevap vermiş arkadaşım.
Bir dostum da, “Bu konu işe nereden bakıldığına bağlı, zaviye önemli..” demiş. Bir başkası ise, “Eğer o kuşaklara utanma duygusu miras kalırsa tabii” diye yazmış.
Biz Mülkiyelilerin siyasete ilgileri yıllar öncesine dayanır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciyken (1964-1968) çok değerli öğretim üyelerinden siyaset bilimi üzerinde dersler görüyorduk. Siyasetin felsefesini öğrenmeğe çalışıyorduk. Hocalarımız, sadece bilimsel alanda değil, ülke siyaseti üzerinde de etkili kişilerdi. Hak ve özgürlükler başta pek çok alanda ilerici hükümler içeren 1961 Anayasası’nın hazırlanması sırasında değerli katkılarda bulunmuşlardı. Siyasi gelişmelere ilişkin yeri geldikçe açıklamalar yapmaktan çekinmezlerdi. Siyaset felsefesinin önemsediği temel kavramlar olan demokrasi, adalet, özgürlük, eşitlik, hukuk, hak, yasa, birey, sivil toplum hakkında bizleri en iyi biçimde donatmaya çalışırlardı. Bunların, mutlu birey, huzurlu toplum ve iyi bir yaşam için olması gereken değerler olduğunu sık sık hatırlatırlardı.
Mülkiye Marşı’ndaki “Başka bir aşk istemez/Aşkınla çarpan kalbimiz/Ey vatan gözyaşların dinsin/ yetiştik çünkü biz…” dizeler beynimize adeta kazınmıştı. Bu temel kavramlar ve ülke sorunları konusunda çok duyarlıydık. Bu kavramlardan saptığını, ülke sorularına eğilmekte yetersiz kaldığını düşündüğümüz İktidarları uyarmak amacıyla Kurtuluş’tan Kızılay’a yürüyüşler yapmaktan çekinmezdik. Hukuk, Tıp, Dil ve Tarih Fakülteleri öğrencileri, ODTÜ’lüler bize katılırlardı. Düzenin değişmesini isterdik, daha özgür, hak ve özgürlüklerin daha sağlam güvenceler altına alındığı demokratik bir Türkiye özlemi çekerdik. Hiçbirimizin aklına gelmezdi gün gelecek o yılları arayacağımız. Düzen değişmesine değişmişti ama daha beteri geldi. “Tam demokrasi” istiyorduk, “hibrit demokrasi” ile karşılaştık.
Fakültede, siyaset bilimi, siyasetin felsefesi üzerinde öğrenim görmüştük. Gerçek hayatta ise, siyaset biliminin “b”si, siyaset felsefesinin “f”si yoktu. Siyasetin sefaleti vardı. Yarım asrı aşan süre içinde siyasetin sefaletine ilişkin akla hayale getiremediğimiz gelişmelere tanık olduk. Anayasa’nın ilerici hükümlerinin çöpe atıldığını, siyasete “Balyoz” indirildiğini gördük. Tankların altında ezildiğini, demir parmaklıkların ardına itildiğini gördük. Siyasete ilgi duyan gençlere olmadık işkencelerin yapıldığını gördük. Ardından gençlerin aklını karıştıran “köşe dönmeci” yönetimlere tanık olduk. Rüşvetle, adam kayırma ile devlet gelirinin, kaynaklarının yağmalanması ile karşılaştık. Kamu kadrolarının siyasi saiklerle kifayetsiz, donanımsız kişilerle şişirildiğini gördük. Politikacı geçinenlerden, halkı oyalayan samimiyetten uzak sahte söylemler dinledik. Kapalı kapılar ardından yapılan pazarlıklarla siyasilerin parti değiştirdiklerine tanık olduk. Bu kayışları da süslü cümlelerle kendilerine oy veren yurttaşlara izaha çalıştıklarını gördük. Laikliğin aşındırıldığına tanık olduk. Dini siyasete alet edenleri, tarikatlarla, cemaatlarla yakın temas içinde olanları gördük. Saymakla bitmez siyasetin sefaletine ilişkin örnekler.
Gelelim günümüze…
Geçen yıl “Altılı Masa” diye bir masa vardı. CHP öncülüğünde irili, ufaklı 6 parti bir araya gelmişti. Mevcut iktidardan yaka silken milyonlarca insan büyük umutlar bağlamışlardı bu altılı ittifaka. Ancak başarılı olamadılar, kendilerine umut bağlayanları hayal kırıklığına uğrattılar. Şimdi duyuyoruz ki masanın önde gelen iki siyasetçisi birbirlerini suçluyor. Mahkemelik olmak üzereler. İnanılır gibi değil. Rüyada görse insan inanmaz. Yurttaşın derdi ne, bular neyin peşinde! Tam bir siyasetin sefaletinin örneği.
23. kuruluş yıl dönümünü kutlayan iktidar da başka bir alem. Sanki futbol takımı. Yeni transferlerle takımı güçlendirme peşinde. Seçmenin tercihi umursanmıyor. Sosyal medya da bir paylaşım var: “Çökecek binayı kurtarmak için komşu binalara göz dikmişler.”
Güç kaybeden AKP’nin diğer sağ partilerden yapmaya çalıştığı siyasi transferlere işaret etmek amacıyla paylaşılmış bir tanımlama, belirleme. Transferi yapanların niyeti belli. Planı belli. Sorsan “siyaset mühendisliği” derler. Oysa bu da bir başka siyasetin sefaleti örneği. Al birini vur ötekine.
Yurttaşın derdi aş, iş. Evlerde tencere kaynıyor ancak nasıl kaynıyor, siyasilerin umurunda değil. Üniversite mezunu binlerce genç umutsuzluk içinde kıvranıyor. “AKP’den torpilin yoksa iş bulamazsın” fikri beyinlerine kazınmış. Çiftçiler, işçiler meydanlarda, emekliler meydanlarda, pahalılık almış yürümüş. Gelir dağılımında büyük adaletsizlik var. Ekonomik yoksulluk başka sorunları tetikliyor. Çevre katliamı diz boyu. Yolsuzluk, yağmalama, rüşvet diz boyu. AKP gündeme bu sorunların gelmesini istemiyor. Bu konular tartışılsın istemiyor. Çözüm yolları araştırılsın istemiyor. Tali konularla toplumu oyalamaya çalışıyor.
Hak, hukuk, özgürlük gibi kavramlar da iktidarın mesafeli olduğu kavramlar. Milletvekillerinin ana işlevi, Saray’dan gelen tekliflere el kaldırmak. Yasamanın gücü yeni düzende giderek zayıflamış. Keza yeni düzende siyaset-yargı adeta kol kola. Adalet heykelindeki “kör kız”ın terazisinin ayarı sanki bozuk. Siyasi konularda adeta iktidardan yana tartıyor. Birkaç yıl öncesine kadar Anayasa Mahkemesi kararlarına, AİHM kararlarına uymayı kendine vecibe bilen AKP, son yıllarda bu konuda ayak sürtüyor. Bu çerçevede Can Atalay’ın tekrar milletvekili olabilmesi için bir engel bulunmamasına karşın, Mahkeme kararının uygulanmasına yönelik net bir tutum takınamıyor…. Siyasetin felsefesinin adı yok, sefaletinin adı var.
23 yıl önce kurulan AKP sanki hayal aleminde. Fildişi kulelerinde yaşıyorlar sanki. Üç maymunu oynuyorlar. Halkın yaşadıklarını görmüyorlar, duymuyorlar, dillendirmiyorlar. Yaşanılan sorunların, ekonomik krizin, sosyal gerilim, kültürel çöküşün sanki farkında değiller, memleketi güllük gülistanlık sanıyorlar. İş birlikçileriyle, yandaşlarıyla birlikte… Parti içinden yapılan sağduyulu uyarılar dahi umursanmıyor. 2028 sonrası iktidarı sürdürmeye yönelik planlar bugünden uygulamaya konuluyor. CHP’li belediyeleri baskı altına çalışan iktidarın, 31 Mart öncesi AKP belediyelerine bağış altında maddi yardımlarda bulunduğunu yeni öğreniyoruz. 2028’de seçmenin 31 Mart’taki gibi bir ders verebileceğini akıllarına getirmiyorlar.
Yurt dışında yaşayan genç bir yakınım geçende sordu. “Atatürk’ten sonra ülkemizden onun gibi sevilen, sayılan bir lider çıktı mı?”
“Seçimlerle iş başına gelen liderlerin her birinin kendilerine has özellikleri vardı, kâh beğendiğimiz, kâh eleştirdiğimiz. Her birini sevenler de vardı, sevmeyenler de. Ancak bugün gibi ‘Tek Adam’ konumunda değillerdi” dedim.
Bu kez sordu “Erdoğan’dan sonra AKP nin dağılacağı söyleniyor. Ne dersin?”
“Erdoğan sonrası AKP’nin mirasına konmayı hayal edenler yok değil. Bence AKP dağılmamalı, ancak kendisini yenilemeli. Muhafazakar demokrat bir parti olarak varlığını sürdürmeli. Demokrasiye inanan, vizyon sahibi, değişimi, dönüşümü savunan, etik ilkeleri benimseyen, tabanına güven veren AKP’lilerin önümüzdeki süreçte partiye ağırlıklarını koymaları halinde partinin bütünlüğünün korunması mümkün olabilir” yanıtını verdim meraklı gence. Ekledim: ” Siyasete ilgi duyuyorsan üye ol görüşlerini yakın bulduğun bir partiye. Avrupai siyasetin buralara taşınması için uğraş ver.”
Yanıt vermedi, gülümsemekle yetindi…
Ülkemizde son yıllarda yaşananları gelecek kuşaklar nasıl değerlendirecek? Tarih neler yazacak bugünler hakkında, günümüz siyasileri hakkında? Siyasetin genç kadroları, siyasetin sefaletine çekidüzen verebilecekler mi? Bir arkadaşım bizim kuşağın da sorumlu tutulacağına inanıyor. Diğer arkadaşım, konuya nereden bakıldığına, zaviyeye bağlı diyor.
Zaman en iyi yargıç. Zaman gösterecek bugünlerin gelecekte nasıl değerlendireceğini, torunların dedelerini nasıl anacaklarını…