Eşi Mihri Belli’yle sol hareketlere damgasını vuran devrimci çevirmen Dr. Sevim Belli’nin (1925-2025) ölüm haberini alışım, bana yıllar önce okuduğum anı kitabı ‘Boşuna mı Çiğnedik?’i anımsattı (Belge Yayınları, 1994).
Bu kitabı herkese öneriyorum. Özellikle bir dönemin tanıklığını içermesi ve Türklük ve Kürtlük üstüne değerlendirmeleriyle öne çıkıyor. Kitaptan bazı alıntıları paylaşmak istiyorum.
Başlamadan önce bir de not: Biz itaat etmeyenler, çok kolay bölünüyor, küsüyoruz. Keşke Sevim Belli’nin sözünü ettiği Ho Çi Min tavrı bizde de olsa. Keşke birleştirici olmayı başarabilsek. İktidarlar, muhalefetin dağınıklığı, bölünmüşlüğü sayesinde iktidar oluyor gerçekte.
“Önsöz:
1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanışının yüzüncü yılı bu yıl. Ülkemi düşünüyorum, gelmiş geçmiş 1 Mayıs’ları. Yasaklanan 1 Mayıs’ları, “Kanlı 1 Mayıs”ları, yüz binlerin yürüdüğü 1 Mayıs’ları. Ve tüm dünyayı düşünüyorum, yeri göğü inleten 1 Mayıs’ları. Enternasyonallerini, 1 Mayıs’ların.
20. yüzyılın sonunda hâlâ sömürülenleri, ezilenleri düşünüyorum. Yeniden hortlayan düpedüz eski tip sömürgeciliği. Ve “Yeni Dünya Nizamı”nı. Nereden gelip nereye gidiyor dünya? Kafamda burgulanıp duran bir soru bu.
“Peki ya sen?” diyorum kendi kendime, “Sen nereden gelip nereye gidiyorsun?” “Kimin haberi var bundan?” “Oğulların bile bilmez özünde kimsin, neyi nasıl yaşadın.”” (s.5)
Savaşlar ve Çocuklar
“Savaşlar çoğu kez hesaplanandan, amaçlanandan başka sonuçlar veriyor; hem iyi yönde hem de kötü yönde. Bu savaşın bölgemiz ve halklarımız için kötü sonuçlar vermesinden endişe ediyorum. Dengeler değişebilir, manzaralar değişebilir diyorum.
Savaşın kaç cana mal olacağını ise düşünmek bile istemiyorum. Her bombanın maliyetinin, binlerce, yüzbinlerce aç ve hasta çocuğun yaşamını kurtarmaya yetebileceğini düşünmek, öfkemi ve nefretimi dayanılmaz hale getiriyor.” (s.106)
Otuzlardan, Kırklardan
“Otuzlardan, kırklardan sonraki Nazım’la başlayan kalıpsız şiirde ta yüreğime kadar işleyen pek çok mısra, deyiş, pasaj var. Yine de bütün bir şiiri baştan sona her zaman sevemiyorum. Tutarlılık arıyorum belki, anlam arıyorum — söylemesi ayıp ama!
Örneğin, “Yüreğim yürektir bakma gözüm yaşına” mısrası bana o kadar insancıl ve evrensel geliyor ki bazen yetiyor, belki yazarını bile aramıyorum. Örneğin, Can Yücel’in “Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel” demesi, koca bir dönemi anlatan bir destan gibi geliyor bana ve deyiş olarak çok sevimli, ne de olsa denizci ağzı!
Bedri Rahmi’nin eşine “Daha nem olacaktın?” diye sorması, orada, o bütünlük içinde en güzel aşk ilanı gibi. Örneğin, Ahmet Arif “Anadolu” adlı şiirinin sonunda “Rüsva etme beni” ve “Bir umudum sende” diye çarpıcı bir yakarışa ulaşmasaydı, bana göre biraz eksik kalırdı.
Benim kuşağım ve sonrakiler şiiri Nazım’la sevdik. Yine de, hiç değilse ben şiire değil de ne dediğine kulak verdim, daha çok. (s.110)
Devrimci Edebiyat
“Ama ülkemizin devrimci mücadelesi, hapishaneler, zindanlar, zulümler, kıyımlar, nice büyük yeteneklerin gönül pınarlarındaki sevgilerin tomurcuklanıp filizlenmesine ve kabını patlatıp dışa vurmasına neden oldu. Türkiye’nin gerçeğini yakalamalarına ve onu yoğun bir şiirsellikle dile getirmelerine yol açtı. Zulümden güçlü bir yazın doğdu. Ben bu yeni şiiri Belli’den daha iyi biliyorum. Adlarını, satırlarını aklımda tutamam ama duyuyorum ve seviyorum.” (s.110)
Özel Yaşam
Söz açılmışken konuya bir başka yönden de değineyim diyorum: Genellikle sol çevrelerde yaygın bir değerlendirme vardır. “Canım, adamın özel hayatına ne karışıyorsun?” denilir. Hayır, ben öyle düşünmüyorum. Burada kastedilen anlamdaki dokunulmazlığa da karşıyım. Kişilik bir bütündür. Yaşamının şu ya da bu döneminde veya kesiminde dürüst ve tutarlı olmayan, birtakım yanlış saplantılarını, alışkanlıklarını, eğilimlerini yenemeyen birinin politik, örgütsel, ideolojik ve hatta bilimsel alanda da gerçekten dürüst ve tutarlı bir davranış sergileyemeyeceğine, herhangi bir planda mutlaka açık vereceğine inanırım.
Özel yaşamdaki yanlışları ve tutarsızlıkları politikadan ayrı tutup kolayca bağışlama da erkeklerin icat ettikleri, kendilerine yönelik bir yatırımın ifadesidir bence. Kadınların özel yaşamına ise, öteki kadınlar da dahil olmak üzere, herkes karışır zaten. İnsanız, yalnız yaşamıyoruz. Hiç kimsenin tek başına bir özel yaşamı olamaz. Mutlaka “özel” bir çevresi ve bu çevre içindeki ilişkileri vardır.
Bir sürü insanın yaşamı, bir noktada onun “özel” yaşamıyla kesişiyordur. Her şey birbirine bağlıdır. Herkesin herhangi bir davranışı, bir yerden bir yakını ilgilendirir ve etkiler. Bir insanın sigara içip içmemesi bile artık “özel” bir sorun değildir.” (p.191)
Ho Çi Min Tavrı
“Ne Çin yöneticilerinin dogmatizmine ve metafizikçiliğine ne de Sovyet liderlerinin gerçekçilik sandıkları pragmatizme düşmek istedik. Ve bu çekişmelerin en güncel olduğu o 60’lı yıllarda, bu ‘büyükler’in politikalarına karşı ikisine de saygılı bir mesafede duran tutumumuza Ho Şi Minh tavrı dedik. Ben şahsen, bu vesileyle Ho Şi Minh’e bir kez daha saygı göstermekten her zaman onur duymuşumdur.” (s.389)
60’lı Yıllar
“Evet, 60’lı yıllar yaşamımızın en renkli, en coşkulu, en mutlu yılları oldu. Yoğun bir uğraş, bir eylemlilik içindeydik. Türkiye capcanlı, hareketli bir toplum olmuştu. Ve yeryüzünün her yanında ezilen halkların emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı yeni bir zaferiyle çalkalanıyordu insanlık, durmadan, duraksamadan. Şaha kalkmış büyük insanlığın onurlu yıllarıydı.
Şanlı Vietnam direnişi, koskoca Amerikan emperyalizmini ve şahinlerini dize getirerek ilerliyordu. Küba, yepyeni bir devrimci iktidarla sosyalist dünyada yerini alıyor, görüş alanımızda yeni bir yıldız doğuyordu, gökyüzümüzü aydınlatan. Cezayir’i daha önce anlattık. Tüm Latin Amerika’daki ve Asya-Afrika’daki halk hareketlerinin sıcak rüzgarları bize kadar ulaşıyor, yüreklerimizi ısıtıyordu.
Ho Amca’lar, Castro’lar, Guevara’lar, Lumumba’lar tüm dünya devrimcileri gibi Türkiye devrimci gençliğinin de esin kaynaklarıydılar.” (s.440)
Devrimciliğin Başarı Ölçütü Üzerine
“Şu da var ki, mücadelenin ve savaşanların her zaman her eylemde “başarı” ölçütü ile değerlendirilmesinden yana değilim. Tarihsel süreç içinde tek tek olayların ya da epizodların diyelim, yazgısı her durumda mutlaka zafer değildir. Bunu aramak, amaçlamak her ne kadar savsaklanamaz bir görev ise de, olamaz bu; tarih böyle demiyor. Ancak son zafer kazanıldıktan sonra, önce gelen yenilgiler de tarihin yorumunda, mücadele sürecinin bütünü içinde zafere dönüşür.
Her yenilginin başarılı olan, kazanım sayılabilecek, olumlu bir ya da birkaç yanı vardır. Nicel birikimleri oluşturur bunlar. Önemli olan, devrimci mirasa armağan edilen, harekete onur verecek nitelikteki yiğit katkılardır. Halkın nihai zaferinin köşe taşlarıdır bunlar. Kamusal vicdanda yer edenler, her türlü çamur atmaya karşın parlaklığını yitirmez.” (s.498)
Kızıldere Üstüne
“Kızıldere eyleminin yöntem biçimini ister onaylayın ister onaylamayın, Türkiye devrimci mücadelesinden bir kesit, tarihe geçmiş acı bir sayfadır bu olay. Orada, Türkiye’nin en yiğit evlatlarından 10’u, inançları uğruna ve Türkiye’nin başka üç delikanlısının düzenin kendi öz yasaları da çiğnenerek ipe çekilmelerine sessiz kalamadıkları için başkaldırılarını hem de bir intihar eylemiyle, kanlarıyla tarihe yazmayı göze aldılar ve bile bile can verdiler. İstemleri kamuoyuna duyurulmadı bile.
Başka türlü ses verilebilir miydi? Bunu tartışmak bana şimdi spekülasyon gibi görünüyor. Başka sesini duyuran da olmadı. Zor durumdaydılar. Başkaları susturulurken onlar susmayı reddettiler. Bu, onurlu bir davranıştır, saygıyı hak eder. Susmayı kabul edemeyip çaresizlikle kıvranan başkaları da vardı, elbette. Az da değildiler.
Ne ki, Kızıldere eylemcileri zaten bu eylemleriyle bağdaşan bir örgütlenme ve yöntem anlayışı içindeydiler.” (s.584)
Son sözlerinden biri, kitaba adını veren soruya yanıt vermektedir:
Boşuna mı çiğnedik?
“Yol üzerinde mutlaka birilerine rastlamış, selam vermiş, selam almışızdır. Ve elbette selamımıza bilinçli bir şeyler katmış, en azından duygu, bilgi ve inanç gibi bir şeyler aktarmış, vermişizdir. Selamımızın bir kısmı boşa da gitse, hepsi boşuna olamaz. Boşuna gibi göründüğü zamanlar olsa bile, tümden boşuna değildir.
Hayır, insanlık ve yurt sevgisi ile, görev bilinciyle, ülke halkına ve tüm insanlığa karşı sorumluluk anlayışıyla, çıkarsız ve dürüstçe çiğnenen bir dünya boşuna çiğnenmiş değildir. Bu yolculuk, hele bu elektronik çağında mutlaka bir yerlere, insanlığın devrimci mücadeleleri tarihinin bilgisayarına kaydedilmiştir.
İnsanlığın ortak mirasına girer. Ne kadar gösterişsiz bir katkı olursa olsun.” (s.640)
ulasbasar@gmail.com
Fotoğraf: İstanbul Tabip Odası