3 Haziran 1963
Saat: 6.30
Yer: Moskova
Hikmet Bey ve Ayşe Celile Hanım’ın oğlu 1902 doğumlu Nâzım Hikmet, gazetesini almak isterken dairesinin önünde geçirdiği bir kalp krizi sonucu yaşama veda eder.
O günden bugüne tam 61 yıl geçti. 61 yıldır büyük ustanın şiirleri binlerce kez farklı dillerde basıldı ve milyonlarca insan tarafından okundu. Farklı sanatçılar tarafından bestelendi. Şiirleri ve bestelenen ezgileri birçok insanın dilinde ve yüreğinde yer etti.
Türk ve dünya şiirinin en büyük ustalarından olan Nâzım Hikmet aşkı, özgürlüğü, sevdayı, hasreti, tutkuyu ve memleket özlemini belki de en iyi anlatan şairlerin başında gelir. Farklı siyasi görüşten olsalar da politikacılar işlerine geldiği zaman “O”nun şiirlerini konuşmalarında kullanmaktan hiç çekinmediler. Söylerken bunlara inanmasalar bile…
Burada Nâzım Hikmet’in ne edebi yönünü, şiirlerini, aşklarını ne de siyasi düşüncelerini derinlemesine anlatacak, edebi analizler yapacağım. Zaten bunlar defalarca anlatıldı, yazıldı. Her ölüm gününde onu saygıyla anabilmek için hakkında birkaç satır yazmak, o güzel şiirlerinden okumak yeter bence… Nâzım’ı anlatabilmenin en iyi ve en kolay yolu onun şiirleri ile olur.
“Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…”
diyen Nâzım Hikmet’in tüm şiirlerinde genel olarak 3 ana tema göze çarpar. Kadınlarına duyduğu aşk, memleket sevdası ve sosyalizme olan inancı…
Kimilerine göre “Aşka âşık adam” olarak tanımlanan Nazım Hikmet’in yaşamı boyunca sevdiği kadınlara yazdığı şiirleri bilirsiniz;
“Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum…”
Nâzım Hikmet’in belki de hayatı boyunca aldatmadığı tek kadın Vera’ya (fotoğrafta) yazdığı şiirlerden biri;
“Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm”
Mayıs 1959 tarihli bir notta Nâzım Hikmet, Vera’ya şöyle sesleniyor:
“Lanet olsun, ne muazzam şey seni sevmek! Sen benim aşkım, sen benim kızım, sen benim yoldaşım, sen benim küçük annemsin. Canım, bir tanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden…
Nâzım’ın dizelerinde en çok rastlanan ögelerden biri de memleket hasreti ve sevdasıdır.
“Dört nala gelip uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansın el kapıları
Bir daha açılmasın
Yok edin insanin insana kulluğunu
Bu davet bizim
Yasamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim…”
Son olarak kendisine vatan haini diyenlere bakın ne diyor Nâzım usta;
“Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması, topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Bizler ne kadar şanslı insanlarız ki, dünyanın tüm dillerinde okunabilen Nâzım ustayı, şiirlerini yazdığı dilde, yani kendi ana dilimizde okuyabiliyoruz.
“O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.”
İyi ki yazdın Nâzım usta… İyi ki seni tanıdık…