Bundan kırk yıl kadar önce bir politik anlayış geldi.
Elindeki vahşi kapitalizmin sihirli değneğini her yere ve her şeye dokundurdu. Değdiği yer değişti, başkalaştı ve özünü kaybetti.
Yaşam-doğa-insan üçgenindeki muhteşem uyumu paramparça etti. Binlerce yıllık birikimin ürünü olan hangi değer varsa, kaldırdı ve çöpe attı.
Saygı..
Sevgi..
Dayanışma..
Mahalle kültürü..
Hürmet…
Hepsini tüketti.
İnsan ile insan arasındaki ilişkiyi tamamen vahşi bir rekabet eksenine mahkum etti.
Doğa ile insan arasındaki etkileşimi bir savaşa dönüştürdü. Kazanmak için ne kadar merhametsizlik varsa hepsini meşrulaştırdı.
Dünün masum canlısı bir talancı fatihe dönüştü.
Bu değişimin acı sonuçları önce şehirleri etkisi altına aldı.
Rant, hırs, beton, sanayi, çarpık yapılaşma bir araya geldi, ülkemizde ne kadar güzel kent varsa, neredeyse hepsini katletti.
Geriye, beton dağları, asfalt, yapay ilişkiler ve garip, soğuk, kirli bir şeyler kaldı..
Bu çarpıklaşma, hayatın her alanına damgasını vurdu.
Herkes, her kurum, sadece bugüne odaklanmış durumda. Böyle olunca, direksiyonu elinde tutanlar sadece önlerindeki virajı geçmeyi düşünüyor.
Bu yaklaşımın en olumsuz sonuçlarını kentlerde gözlemlemek mümkün…
Hızlı ve hormonlu büyüme, aslında önceden tahmin edilmesi çok kolay olan, ama dikkate alınmayan sorunları patlattı.
İşsizlik
Çarpık yapılaşma
Yeşil alan yetersizliği
Beton yoğunluğu
Asık suratlı yığınlar
Ulaşım karmaşası
Tek düze, renksiz bir hayat
Kentlerin keyfi kaçtı
Kentlerde, bundan 40 yıl kadar öncenin şen şakrak insanlarının yerini, ruhunu öfke ve üzüntüye rehin bırakmış olan robotlar aldı.
Mahalle kültürü bitti. Komşuluk bitti. Kahkahalar bitti.
Kentlerin kendilerine özel kokuları vardı. O kokuların yerini duman, egzos, çöp kokuları aldı.
Antalya, portakal çiçeği kokardı.
İstanbul’un kendisine has kokusu, deniz ve erguvanlar idi.
Bolu’nun çam kokusu kilometrelerce öteden gelirdi.
Anadolu ve Trakya’nın özünü korumak ve güler yüzlü kalmak için direnen kentleri dışında her yer bir yapaylık adasına dönüştü.
Her ada, çevresine kendi sınırlarını çizdi. O sınırların içinde, çapaçulluğun, derme çatmalığın, özensizliğin özerk bölgesini ilan etti.
İşin kötüsü bu eğilim dünyanın her tarafını sardı.
Büyük kitleler halinde göç alan ve hızla büyüyen kentler arasında, geçmişe sadık kalanlar özlerini korumayı başardılar.
Bu sadakati besleyemeyen kentler ise, anlamsız bir modernitenin kimliksiz çocuklarına dönüştü. Onları benzerlerinden ayıran bütün manalar, basit yaşam talimatlarına mağlup oldu. Belleklerden ve geleneklerden silinip gitti.
Bu özüne sadık kentler, betonun, paranın, sanayinin vahşi saldırılarını onurlu bir sükunet ile karşılıyorlar. Her atağı savuşturuyorlar. Kendileri kalmak için direniyorlar.
Bilinmeli ki, gelecek bu kentlerin olacak.
Zira, onlar uzak olmayan bir gelecekte, modern yaşamın yükünü omuzlarında taşımaktan bıkan kitlelerin kadim sığınakları olarak öne çıkacaklar.
Gülüşünü, kokusunu, tadını kaybeden kentler
Gökyüzüne çıkın, devasa dürbün ile dünyanın her tarafını tarayın. Birbirine ikiz gibi benzeyen binlerce kent bulacaksınız.
Aynı beton yığınları..
Aynı ruhsuz koşuşturma..
Aslında hayatın tüketildiği devasa binalar..
Karınca gibi koşuşturan, ama onların koşuşturmasındaki derin mananın ve misyonun minicik bir parçasını bile yansıtmayan kalabalıklar.
Kentlerin iklim değerleri, yerleşim koordinatları ve biyolojik gerçekleri ile örtüşmeyen tuhaf peyzaj ve ağaçlar. Yani, doğanın kendi kurallarına göre değil, birkaç karar vericinin keyfine göre biçimlenen yeşillendirmeler.
Binlerce yıldan bu yana damıtılmış özel zevklerin ürünü lezzetler yerine, asıllarının komik taklitleri olan mutfaklar.
Bu kentleri kazanma şansımız var mı?
Elbette var.
Bu kentlerin bundan 100 yıl önceki modellerini bulalım.
O modeli esas alarak, en azından kentin bazı bölgelerinde kültür, sanat, doğal yaşam ve konukseverlik vahaları oluşturalım.
Gelecek, hayata yumuşak gücü katabilen kentlerin olacak.
Yumuşak gücün bileşenleri ise, zarafet, tarihsel miras, mutfak, sanat, kültür, insanilik, merhamet, vicdan, etik gibi değerler olacak.
Bu yumuşak güç ile yaşayan, yönetilen kentlerin yüzü gülecek..
Kokusu insanı saracak..
Bu kentler ziyaretçilerini de, yaşayanlarını da kucaklayacak.
Gelin, gülen ve kucaklayan kentler atağını başlatalım.
Görsel: canva.com
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: