Tüm dünyada kadınların eğitimden dışlanmasına karşı durmak, sosyal ve ekonomik olarak güçlenmelerini desteklemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak her bireyin insani görevidir.
Kadınların iş gücüne katılarak sosyoekonomik kalkınmaya katkı sağlamaları kesinlikle gereklidir. Ancak kadınların ağır sanayide, doğasına aykırı olarak fiziksel güç gerektiren işlerde çalıştırılması, toplumun yaşam ve beslenme alışkanlıklarında köklü değişliklere yol açtı.
Kadınlar II. Dünya Savaşı koşullarında, daha önce görülmemiş düzeyde sorumluluk üstlenmek zorunda kaldı. Savaşların asıl acısını, yükünü kadınlar çekiyor denebilir. Gerçekçi olalım; savaşlar genelde erkeklerin egosundan kaynaklanıyor, ölenlerin çoğu yine erkek ama yıkıntıları hep kadınlar kaldırıyor.
Sovyetler Birliği, 6 yıl süren II. Dünya Savaşı’nda erkek nüfusunun yaklaşık %20’sini kaybetti. Sovyetlerin 25,6 milyon dolayındaki insan kaybı, büyük bir toplumsal yıkım oldu. Erkek işçi eksikliği nedeniyle, Sovyet ekonomisini omuzlayan ve ülkeyi yeniden kalkındıran gene kadınlar oldu. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na katılmamış olması, bu açıdan büyük şans tabii.
1950’li yıllardan 2000’li yıllara kadar Rusya’da ev hanımlığı küçümseniyor, çalışmayan kadın kınanıyordu. Çocuklar için kreş, iş yerine servis, kantinde ucuz yemek ve tatil desteği gibi birtakım sosyal yardımlarla çalışmak özendiriliyordu.
Sanayileşme sürecinde yalnız Sovyetler Birliği’nde değil, Avrupa ve Amerika’da da erkeklerle aynı ağır işlerde çalışmak “cool” sayılıyordu. Böyle bir düşünce kalıbı kadınlara rol model olarak sunuldu. Şimdi aynı yanlış yolu sanayileşmiş toplumlara özenen diğer halklar izlemekte.
İnsanlığın doğal evrimsel gelişimi boyunca, kadınlar üretime her zaman katılmış hatta erkeklerden daha üretken olmuşlardır. Bir örnek verelim: Antropologlara göre insanlık tarihindeki en etkili buluşlardan biri olarak, kemikten dikiş iğnesi üretmeyi kadınlar akıl etti.
Kadın balık tutmak için iğneyle ağ örmüş, erkeği balığa göndermiştir. Gerektiğinde balık tutmaya kendi de gitmiştir. Balık tutmak neyse de, mamut ya da fil avlamak gibi işler kadının doğasına aykırı. Bunu erkek yapmalı. Aynı şekilde, kadınlar demir-çelik fabrikasındaki ağır işlerde de çalıştırılmamalı.
Yoğun istihdam edilmeleri kadınların evden uzak kalmasına, beslenme kalitesinin bozulmasına ve zamanla toplumun sağlıksızlaşmasına yol açan etkenlerden biri oldu. Geleneksel yapıdan farklı olarak, kadının yemek yapmaya zaman bulamaması, yarı hazır ve hazır yemeklerin mutfağa girmesine ve restoranda yemek yemenin gittikçe yerleşmesine yol açtı.
Tat artırıcılar, yapay şekerler ve doymuş yağlar içeren paketlenmiş gıdalar, uzun ömürlü donmuş gıdalar, aroması birbirine benzeyen sebzeler, renkli soslar, çabuk çorbalar, rengarenk içecekler, protein barları ve cipsler artık hızlı şehir yaşamının “yeni normali” içinde yer alıyor.
Fabrikasyon gıdaların tüketim oranı, Türkiye’de bile yakında taze sebze-meyve tüketimini geçebilir. Ayrıca salam, sucuk, jambon ve sosis gibi işlenmiş et türevlerini içeren market dolapları da gittikçe büyüyor.
Bize yaşam gücünü işlenmiş gıdalar değil, kendi doğal ortamında acele ettirilmeden yetişen taze ve temiz gıdalar sağlar. Ne yazık ki, yanlış motivasyon nedeniyle çoğu anne baba yiyeceklerin doğallığını, tazeliğini ve besin değerlerini sorgulamıyor. Eh sonra da vitamin ve mineral eksikliğini kimyasal takviyelerle gidermeye çalışıyor.
Kentlerin bol ışıklı, yüksek tempolu yaşantısından vazgeçerek doğaya dönen kadınlar, herkes için esin kaynağı olabilir. Koşturmaca sırasında aniden durup, “nereye koşuyorum ben böyle” diyerek, bir kasabada çiftlik kuran kadın sayısı az değil. Kadın ne kadar kentlileşse de içindeki doğaya ve doğala dönüş isteğine direnemez diye düşünüyorum. Çiftlik kurmasa bile hobi bahçesinde mutlu olmayı başarabilir.
Toplumsal kalkınmanın sürdürülebilir olması, gelecek kuşakların sürdürülebilir biçimde sağlıklı beslenmesine bağlı. Bu amaçla, doğaya ve doğala dönüşün kadınların öncülüğünde başlaması gerektiğine inanıyorum.
Yediğimiz her lokma, içtiğimiz her yudum, organizmamızın fiziksel ve bilişsel yapı taşlarına dönüşür. Neler yediğimiz bu nedenle inanılmaz derecede önemlidir.
Kadının fabrika ayarlarında, bir yiyeceğin bebeği için yararlı olup olmadığını sorgulayan müthiş bir mekanizma var. Bu içsel düzenek maalesef moda kalıplar, medyatik akımlar ve reklamların yanıltıcı bilgileriyle örtüleniyor olabilir. Kadınların bilgilenerek yanılgılara karşı durabileceğine güvenmeye devam edelim.
Meral Seçer’in Silifke Atayurt’taki çiftçi kadınlarla birlikte anlamlı bir projeyi canlandırmasını alkışlıyoruz. 1936’da Atatürk tarafından kurulan (sonra unutulan) Gazi Çiftliği’nin tarihi binasında bilgilendirme ve dayanışma toplantıları yapılıyor, üretim ağı kurulacağından bahsediliyor. Anadolu mutfak bilgeliğini yaşama döndürecek aydınlanma projelerinin çoğalmasını diliyoruz.
Bizler belki Türkiye’de durumun pek ayırtında olmayabiliriz ama Batılı sanayi toplumlarında kadının eve, aileye zaman ayırabilmesi çok önemli bir ayrıcalık ve lüks olarak kabul görülüyor.
halilocakli@yahoo.com